Zindan
Hapishane yalnızca dört duvar değildir. Kendi aslından kopan, doğasından uzaklaşan, ruhunu yitiren her şey ve her yer, hatta insan zihni bile hapishaneye dönüşebilir. Öyle de olur...
İçinde yüzdüğüm, suyunu korkmadan içtiğim ırmak lağımlarla kirletilmişse; pislikten, balçıktan, kokudan, yanına yaklaşılamıyorsa, insanlar evlerde çift çanakla iki bin bilmem kaç tane kanalı izlerken ördekler o suda yüzemiyorsa, dünya artık bir hapishanedir. Neye yarar? Böyle bir dünyada yaşamayı, yaşamak sananlara acınır ancak. Ben içindeki yengeçlerin, bacağımı ısırmasından korktuğum ırmağın aktığı dünyayı zihnimde saklıyorum. O dünyayı düşlerimde de olsa koruyorum. O yüzden de ben özgür bir insanım...
Ancak gelecek nesiller için üzülüyorum, çünkü o ırmaklara giremeyecekler, o ormanların içinde gezemeyecekler.
Doğa insana sınırsızca harcaması ve bitirmesi için teslim edilmiş bir tüketim malzemesi değildir. İnsanoğluna koruması için teslim edilmiş bir emanettir. Hayvan ve bitki türlerini yok etmek, yok olurken seyretmek, bu doğal yıkıma göz yummak ne sosyal, ne dinsel, ne de vicdani hiçbir gerekçeyle açıklanamaz. Hiçbir bahanesi olmaz... Çevreyi, bir plastik şişeyi fırlatmaktan tutun da devasa fabrikalardan zararlı gazlar salarak kirletmenin, yani en küçüğünden tutun da en büyüğüne kadar yeryüzüne verilen zararın sonuçları da yine bir biçimde insana yansıyacaktır, yansımaktadır. Bu yıkımın etkileri insanoğlu üzerinde de ortaya çıkmaktadır, hem fizyolojik hem de psikolojik olarak. Hafta sonu birkaç ağacın altında piknik yapmakla, doğaya olan ihtiyaç giderilmiş olmuyor maalesef.
Son olarak, içinde bulunduğumuz bayram gününde konunun dini boyutuna kısaca değinirsek; örneğin ağaç dikmenin önemi üzerine Hazreti Peygamberin hadislerinin var olduğu bilinmesine rağmen, bütün ömrü boyunca tek bir ağaç bile dikmeden yaşayıp ölen pek çok, hem de sanıldığından daha çok müslüman vardır.