Zumlamak
Hiç yabancı değilim zomlamak sözcüğüne ama zumlamak ne demekse! Öğrenmenin yaşı yokmuş ya, öğreniyoruz işte bunu da!
Geçip televizyon karşısına ekranı zumladım ben de...Kumandanın her düğmesine bastığımda, yüzü değişti ekranın,bayağı zevk aldım bu işten,zaten hiç bitmedi çocuk yanım...Bunu farkettiğimden beri şiire bulaştım, aşka adım attım,dalgalar geçtim kendimle ve hayatla,örneğin, ağacı kendim sandım, kendimi gökyüzü,yıldızlarla beştaş oynadım kendi çöplüğümde; hayatı labakladım! ..İnsan, yüzü değişen ekrandır dersem, yalanım varsa, asın beni!
İşte o yüzü değişen ekranda sonu gelmez yolculuklar yaptım...Gidip gidip annemin karnına bile girdim...Orada, dünyadan habersiz bir yumurtacıkken; kabuğumu delen bir kurtçuğun beni nasıl değiştirdiğini, cenine çevirip elli-yüzlü, kollu-bacaklı, kaşlı-gözlü hale getirdiğini izledim...Büyüdüm, büyüdüm, büyüdüm..
Tam dokuz aylık bir yolculuk...Bitti işte! Aslında ben orada öğrendim zamanı ölçmeyi, hayatın matematik olduğunu,annemle yaptığım hesabı kazandığımda, annemi kaybettim! ...Kordonumu kesen makas, şahittir bu yitikliğime...Ve yine kordonuma atılan düğüm gül oldu göbeğimin tam ortasında dedim ve güldüm yine...
Altıma bağlanan bezin, ağzıma sokulan memenin, bedenimi saran zıbının-kundağın, kulağıma okunan ezanın ve üç kere tekrlanan ismin, aslında sistemin parçaları olduğunu öğrendiğimde ise, iş işten geçmişti çoktan...Mesela kundağa sarılışımın nedeni,çıplaklığın ayıp bir şey olduğunu empoze etmek içindi; bu kesin!Kkıçıma vurulan bezin üstünde, avret yerimin, hepten ayıp sayılması yazısı yazılıydı ama o avret yerimi açıp, yumurtamı dölleyen kurtçuğu bırakanlar da bezime ayıp yazısını yazanlardan başkası değildi..Nasıl bir çelişkiydi bu! Her kanadı çelişki olan bir çarka takılı kalan ömürler yaşarken, aynı çarka iliştirilen canlar yaratıyorduk durmadan.Çarkı döndüren rüzgar aşktan başka ne olabilirdi ki!
Bebekler doğdu aynı yoldan, aynı dağlar arasından, şu dünya aleminin toprakları üstüne.Aynı ninniler söylendi, ayrı dillerde.Yeni açılmış bir güle bakar gibi baktı anneler yüzlerine; eğilip kokladılar; miss!. İşte mis kokan o bebekleri sistemler de kokladı, anne kucaklardan indiklerinde,özellikle kızları!
Saçlarına tokalar, kordelalar, lüleler yakışırdı en çok ya, olmadı!
Düzgün bacaklarına güneş değmeliydi ya; vurmadı! ..
Gül bahçelerinde gül koklamak en çok onların hakkıydı; dikenleri tenlerine battı! ..
Ağladılar ve kanadılar durmadan!
Nenni bebeğim, nenni...
Kendi ile dalga geçebilmek, herkesin başarabildiği kolay bir şey değil aslında. Hayat çok ciddiye alındı mı biraz da çekilmez oluyor. İnsan denen varlık, her ne kadar, bilim çözdüğünü idda etsede, baştan ayağa muamma . Günümüzü gün ederek yaşamak ve dünyanın bir oyun ve eğlenceden ibaret olmadığını, yaşantımızla belli ediyorsak, duyarlı bir insan olabiliyorsak, televizyonda gördüğümüz gözüne sinek konan Afrikalı çocuğa yüreğimiz sızlıyorsa sızım sızım ve yürek sızlamasından daha da fazlasını yapabiliyorsak maddi manevi, ne mutlu bize. Güzeldi Tayyibe hanım kutlarım içtenlikle...👍😅👍
Bir doğuşun anatomisi ve sonrasında ölesiye can çekişlerin, üryan adımlarla adım adım adımlanması...Yüreğe kıymet.EYVALLAH...