Amin Maalouf'un Işık Bahçeleri

— min. okuma: 4-5 dakika
Amin Maalouf'un Işık Bahçeleri

"Babil ülkesinden geldim diyordu, bütün dünyada çığlığım duyulsun diye..." Amin Maalouf Mani’yi böyle tanımlıyordu kitabında. Karanlıkla ışığın bir arada bulunduğu dünyada bir çığlık mıydı yoksa bir din miydi onunki? Mani için “hoşgörünün ve hümanizm yaklaşımının peygamberi” derler. Işık Bahçeleri kitabı tam da bu konuyu insanlığa yaymak için yazılmış bir niteliğe sahip. Batıl ile hak olanın tasavvuru Babil’in oğlu tarafından müritlerine aktarılıyordu. Ortadoğu’nun içinde bulunduğu sosyal ve siyasal durumun Mani çerçevesinde gözler önüne serilmesi Maniheizm dini için bir el kitabı olarak algılandı modern dünyada. Elbette bu noktada Lübnan asıllı yazarı gölgede bırakmak doğru olmaz.

“…insanı yücelten içindeki ışıktır.”

Zamanla gelişen dinlerin oluşumunu Mani’nin yaşamıyla gözler önüne seren Maalouf, bunu bir yandan hayal gücünde canlandırmaya çalışıyor. Biraz masalsı bu serüven hikayesi kimi noktalarda gerçekliğe dokunmayı istememekte. Bu bahçelerin hangi bölümleri gerçek hangi bölümleri hayal ürünü diye kendi kendine sormak yerine akışına bırakmak gerekir. Çünkü okuyucunun zihninde nurdan bahçeler, bambaşka dünyalar ve insanlar olduğunu aktaran kitap şimdilik algısından koparmakta, şayet bunun realistik yanını düşününce okuyucu romandan kopabilir. Hz. İsa’dan sonra herkesin kendini peygamber ilan ettiği Ortadoğu ve Mezopotamya ortamında masalsı tatların yer almaması daha şaşırtıcı olurdu zaten. 

“Gerçek, ona layık olana söylenir.”

Işık Bahçeleri’nde Uygur Türklerinin de bir zamanlar benimsemiş olduğu Mani dinine neden bu kadar uzak kalındığını da hissettirebiliyor yazar okuyucusuna. Türk toplumunun yaşamını böylesine değiştirmiş olan bu din nasıl oluyor da unutulmaya yüz tutuyor? Şaman dininin yaygın olduğu sıralarda et yiyip savaşmak normalleştirilirken Mani diniyle beraber et yemek yerini bostan işleri ile uğraşmaya, savaşıp insan öldürmek ise yerini aydınlığın hüküm sürdüğü hoşgörü inancına bırakıyor. Yerleşik düzene geçen Türk toplumu Sogdlar’ın alfabesini de alıp milli bir edebiyat biçimini oluşturmaya başlıyorlar. Hatta diğer dillerde yazılmış olan metinler Uygurca’ya çevrildiği için diğer Türk toplumlarından ileri bir kültür ve gelişmişlik seviyesine ulaşıyorlar. Tarihimizde yer alan bu dine uzak kalmamızı etkileyen faktörler Işık Bahçeleri’nin kimi cümlelerin veya olay örgüsünün içerisinde saklı aslında. Yerleşik hayata geçtikten sonra Türklerin komşu olduğu toplumların siyasi ve dini yapısı Maniheizm’i unutturmuş olabilir diye bir dip not eklemekte fayda var.

“Batı'da yetişmiş olanın umudu, Doğu'da yeşermedi; Doğu'da yetişmiş olanın sesi, Batı'ya ulaşmadı. Her gerçeğin, ona sahip olmuş olanların giysisini ve dilini edinmesi mi şart?”

Işık Bahçeleri kiminin gözünde ahlakın şekillenmesi için bir gerek olarak görüldü ancak tamamıyla kabul görmedi. Amin Maalouf’un hatırlatması sonucu okuyucular tekrardan aydınlık ile karanlığın birlikte var olduğu inancını özümseme yoluna gidebilir. Ancak aydınlığı seçmek yine bireyin öz isteği ile olabilecek bir durumdur. Bunun adına bir din demeye gerek olmadığını Mani’nin kendisi de ifade ediyor aslında: “Yaratıcılık insana emanet edilmiş. Cehennemi ve karanlıkları gerilere itmek önce insanın görevi.

Işık Bahçeleri Amin Maalouf’un Ortadoğu kültürünü aktardığı ilk kitabı değildi, okurlar genellikle Afrikalı Leo ve Semerkant kitabı ile yazarı ve anlattıklarını tanıma fırsatı buldu. Lübnan asıllı olması yazarın bu coğrafya iklimini soluduğunu göstermekte. Ayrıca Maalouf, Fransa’da yaşadığı için doğu-batı sentezini tüm çıplaklığı ile okurları ile buluşturma fırsatını da sunuyor. "Nereden yaralanırsanız orası kimliğiniz haline gelir." diyen yazar bu kimliğin açık yara haline getirilmesine ve gözler önüne serilmesini sağlamakta. 

Yazarın Işık Bahçeleri’nde aktarmış olduklarıyla zamanın ötesinde midir diye tartışmak yersiz olabilir, çünkü Mani’nin evrensel öğretileri zaten zamanın ötesinde kabul edilmektedir. Toplumsal ve kişisel bilincin etkilenmesinde multi-kültürel bir yapı hakim olurken hayatını farklı iki kültür içerisinde geçirmiş olan yazar ile ele aldığı karakterlerin betimlenmesi de tamamıyla bu hakimiyet altında serüven yaşamıştır diye düşünebiliriz.

Paylaş:
Yorumlar