Baki'nin Hayatı ve Eserleri

— min. okuma: 13-14 dakika

Baki, Divan Şairi / Sultan-ü’ş-Şuâra” (Şairlerin Sultanı)

Doğum tarihi ve yeri: 1526, İstanbul
Ölüm tarihi ve yeri: 1600, İstanbul

1- Baki’nin Hayatı

Asıl adı Mahmud Abdülbaki’dir. 1526 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir.Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi’dir. Dar gelirli olan ailesi onu geçim sıkıntısı yüzünden saraç çıraklığına verince bir süre hem çalışıp hem de gizli olarak Fatih medresesine devam etti ve hocalarının çok sevdiği bir talebesi oldu. Daha sonra mesele anlaşılınca ailesi okumasına izin verdi. Çağının önemli şairlerinden Nev’î, Üsküplü Valihî ve tarihçi Hoca Sadeddin ile ders arkadaşlığı etti.

Yaşadığı dönemin ünlü müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed Efendilerin ilminden istifade eden Bâki, 1552’den itibaren de Süleymaniye Müderrisi Kadızâde Şemseddin Ahmed Efendi’nin derslerine başladı. Bir taraftan ilim tahsil ederken diğer taraftan da şiirle uğraşan Bâki, henüz on dokuz yaşındayken İstanbul’da genç şairler arasında şöhret kazandı. Öyle ki devrin ve edebiyatımızın meşhur şairlerinden Zatî, genç Bakî’nin bir şiirini genişleterek gazel haline getirdi ve divanına aldı. Tahsilini tamamladıktan sonra devlet hizmetinde çeşitli kademelerde vazife alan Baki, 1555’te Halep kadılığına tayin olunan hocası Şemseddin Ahmed Efendi ile birlikte Halep’e gitti. 1559’da hocasıyla birlikte tekrar İstanbul’a döndü. 1561’de danişmend oldu, daha sonra Silivri Pîri Paşa Medresesine, oradan da Murad Paşa Medresesine tayin edildi. 1569’da Mahmud Paşa, 1571’de Eyyub, 1573’te Sahn, 1575’te Süleymaniye müderrisliği yaptı. Bakî’nin müderrislikten sonra kadılık hayatı başladı. Sırasıyla Mekke, Medine, İstanbul kadılığına tayin edildi, 1585’te Anadolu, 1591’de de Rumeli Kazaskeri oldu. Zaman zaman görevlerinden azledilip tekrar iade olundu.

Bakî, henüz hayattayken “Sultan-ü’ş-Şuâra” (Şairlerin Sultanı) sıfatını aldı. II. Selim, II. Murat ve III. Mehmed dönemlerinde büyük ilgi gören şair, onlardan önceki Kanunî Sultan Süleyman döneminde ise özel iltifat gördü. Kanûnî ile sık sık sohbet etme imkânını da buldu, özel meclislerine davet edildi. “Muhibbî” mahlasıyla şiirler yazan padişahın gazel ve kasidelerine nazireler yazdı. Divanında yer alan terkib-i bend biçimindeki Kanuni Mersiyesi, Bakî’nin en çok tanınan şiirlerinden olup bu şiirde Kanunî’nin ölümünden kaynaklanan üzüntü, sanatlı bir şekilde ifade edilmiştir.İstanbul başta olmak üzere Mekke gibi değişik şehirlerde kadılık yapmış, Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde bulunmuştur. Çok arzu ettiği hâlde şeyhülislam olamamıştır. Meslek hayatındaki iniş çıkışlara karşılık devrini yaşadığı dört hükümdar zamanında hep el üstünde tutulmuştur.

Kanuni döneminde çağının en büyük şairi sayılarak kendisine “Sultânü’ş-şuarâ” unvanı verilmiştir. Şöhreti ve eserleri Anadolu ve Rumeli’yi aşıp Azerbaycan, İran ve Irak’tan Hicaz’a, nihayet Hint saraylarına kadar yayılmıştır.

Çok istediği halde Şeyhülislam olamadan ve kadrinin bilinmediğinden yakınarak vefat eden şairin cenaze namazı Fatih’te, Şeyhülislam Sun’ullah Efendi tarafından kıldırıldı. Baki’nin, başına gelen akıbeti bilir gibi söylediği şu beyti, Şeyhülislam tarafından tabutunun başında okundu:

“Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî
Durup el bağlayalar karşuna yarın saf saf”

Kalabalık bir cemaatle kılınan cenaze namazından sonra Eyüp Sultan’a giden yol üstünde Lâli Efendi çeşmesi yakınında bulunan mezarlığa defnedildi.

2- Baki’nin Edebi Kişiliği

Bâki, sadece 16. asrın değil bütün asırların seçkin şairlerindendir. Büyük şairin üzerinde Şeyhî, Necatî, Ahmed Paşa, Hayalî ve Zatî gibi şairlerin etkisi vardır. Ancak Bâki, üzerindeki bu etkileri atarak şiirde orijinalliği yakaladı ve geride bıraktığı eserleriyle Dîvan edebiyatının en büyük şairlerinin arasında yer aldı. Ünü, yaşadığı dönemde Osmanlı devletinin sınırlarını aşıp İran ve Hindistan’a kadar yayıldı. Dîvânı Arabistan, İran ve Hindistan saraylarında okundu. Onun ölümünden sonra sırf Bakî Dîvanı yazmak ve satmak suretiyle geçinen kimseler oldu.

Geniş bir ilme ve edebî kültüre sahip olan Bakî, hassasiyetle seçtiği kelimelerle nazmı dikkatle işledi ve nazım diline akıcılık getirdi. Aruza son derece hâkim olan şair, devrindeki diğer şairlerin düştüğü nazım kusurlarından kurtuldu. Kelimelerin müzikalite bakımından yüksek olmasına dikkat etti. Mısraların birer musiki cümlesi haline gelmesini sağlayarak şiiri musikiye yaklaştırdı. Onda kelimelerin yan yana gelmesinden doğan armoninin yanı sıra, aliterasyonlara da rastlanır. Baki, şiirin dış cephesini sağlamlaştırırken iç yapıyı da ihmal etmedi, orijinal hayal ve mazmunlarla mısralarını süsledi; felsefî ve tasavvufî düşüncelere yer vermeye de özen gösterdi. Bakî’nin şiirlerinde devrin toplum hayatına ve zenginliğine dair izler de görülmektedir. Görkemli tablolar çizen bu şiirler Kanunî devrini yansıtmaktadır. Bakî, şiiri bu yönüyle resme de yaklaştırmıştır. Renk ve ışık unsurlarına önemli yer ayırdığı bu şiirlerinde tabiat tasvirlerindeki renklerin çeşitliliği ve çokluğu dikkat çeker.

Bakî’nin şiirlerinde tabiat pek sık yer almıştır.

En sevdiği mevsim bahar olduğu için baharın neşesiyle söylediği beyitler eserinde büyük yer tuttu. Şair, şiirlerinde genellikle insanda tabiatı, bazen de tabiatta insanı görmeye çalıştı. İçinde insan olmayan tabiatı kuru bulduğundan, tabiatta bulunan güzellikleri insandaki çeşitli güzellik unsurlarına benzetti. Bu husustaki yenilik Bakî’ye aittir. Şair, ayrıca yek-âheng gazeller yazarak gazel yazma tarzına da yenilik getirdi.

Gazel şairi olan Bakî, kasidelerinde de başarılı oldu. Özellikle nesip bölümlerinde yaptığı tasvirlerle güçlü bir şair olduğunu ispat etti. Kelimelerle ustalıkla oynamasını bildiği için şiirlerinde yapmacık bir söyleyiş ve zorakilik hissedilmez.

15. yüzyılda başlatılan Türkçe kelimelerle kafiye kurma gayretine 16. yüzyılda Bakî de katıldı ve bunda başarılı oldu. Şairin bir başka başarısı da şiirlerinde temiz ve külfetsiz İstanbul Türkçesini kullanmasında görüldü. Mısralarının büyük kısmında sade bir Türkçe kullanan Bakî’nin şiirlerinde atasözlerinin, özellikle, deyimlerin çokluğu dikkati çekmektedir. Şiire halk deyimlerini yerleştirmek, XV. yüzyılda başlatılmıştı. Bakî bu hamleyi devam ettirdi, aynı zamanda bunları sık kullanarak mısraların anlam bakımından daha zengin bir duruma gelmesini sağladı. Bakî’nin nükteleri, mecmua ve tezkirelere yazılmış olarak günümüze kadar gelmiş ve pek çoğu ölümünden sonra da dillerde dolaşmıştır. Nükteleriyle birçok devlet adamını kızdıran şairin kendini övdüğü (fahriye) beyitlere de dîvanında sık rastlanmaktadır.

Devrinde çok miktarda istinsah edilip Osmanlı topraklarına yayılmış olan divanında 4508 beyit bulunmaktadır. Müslümanları cihada teşvik eden Fezailü’l-Cihad (Cihad’ın Faziletleri) adlı eserini Ahmed b. İbrahim’den, Fazâ’il-i Mekke (Mekke Tarihi) adlı eserini 16. asır müelliflerinden Kutbettin Muhammed b. Ahmed’den, Malimü’l-Yakîn fî Siret-i Seyyidü’l-Mürselin adlı eserini ise İmam Kastalanî’den tercüme etmiştir. Şairin ayrıca kırk hadis çevirisi de vardır (Hadis-i Erbain).

Tenkîdleriyle tanınan Nef’î onun için:

“Haşre dek âb-ı hayat suhan-ı Bakî’dir
Andırıp zinde kalan nâm-ı Süleyman Hân’ı”

dedi.

Nedim ise şu beytinde Bakî’yi gazel tarzının en büyüklerinden saydı:

“Nef’î, vâdi-i kasaidde sühan-perdâzdır
Olmaz amma gazelde Bâki ve Yahya gibi”

Osmanlı şairleri arasında etki alanı en geniş ve en derin şair Bâkî’dir. Klasik üslubun divan edebiyatı geleneği içerisinde biçimlenmesinde ve süreklilik kazanmasında Bâkî öncülük etmiştir. Dolayısıyla Sebk-i Hindî’nin ağırlığını hissettirdiği 17. yüzyılda bile Bâkî’nin takipçileri klasik tarzı devam ettirmişlerdir. Bu yüzyılda Şeyhülislam Yahya ve Nefî’nin, 18. yüzyılda Nedîm’in usta kabul ederek çizgisini sürdürdükleri Bâkî, hem Osmanlı toplumunda sanatkâr-iktidar ilişkisinin bir modeli hem de bir imparatorluk dilinin oluşumuna en ciddi katkıda bulunan şairdir. Başta Yahya Kemal olmak üzere modern Türk şairlerinin eserlerine yansıyan Bâkî imgesi de bu klasik şair portresine uygundur.

Kısaca özetleyecek olursak:

• Bâkî, şiirde söyleyiş tarzında yenilik yapmış, imale ve zihaf denilen dil kusurlarını en aza indirmiştir.

• Şiirlerinde aruz kusurlarını okuyanın dil zevkini incitmeyecek derecede azaltmıştır.

• Şöhret kazanmış birçok kasidesi olmakla beraber o, her şeyden önce bir gazel şairidir.

• Onun bu sahadaki üstünlüğü sonraki devirlerde de hep kabul edilmiştir.

• Bâkî, gazellerinde hayatın zevklerini terennüm etmiş, insanın fani ömrünü elinden geldiğince aşk, içki ve eğlence meclislerindeki zevklerle gününü gün edip değerlendirmesini benimseyen bir felsefeye tercüman olmuştur.

• Onun şiiri manevi ıstırap ve acılar etrafında dönen çağdaşı Fuzûlî’nin şiirlerinden bu yönüyle ayrılır.

• Bakî, derin ve büyük ıstırapların şairi olmak yerine hayatın zevk ve eğlencelerine yönelmiş bir şiir ustasıdır.

• Bâkî, şiirini ince hayaller, nükte ve tevriye başta gelmek üzere türlü edebî sanatlarla işleyip zenginleştirmiştir.

• Bâkî, Osmanlı’nın 16. yüzyıldaki ulaştığı büyüklüğü şiir alanında temsil eden ve yansıtan usta bir sanatçıdır.

• Bir yandan Osmanlı ordusu ve hükümdarlarının savaşlarını tantanalı şiirlerde yüceltirken, bir yandan da çok ince aşk ve tabiat şiirleri söylemiştir.

• Onun şiirlerinde coşkun bir lirizm yoktur, o şiirlerinde duygudan çok, akla önem vermiştir.

• Bâkî’nin şiirlerinde tasavvufî izler görülmez. Aşağı yukarı her büyük şairin divanında bulunan tevhid, münacat, na’t gibi dinî ve tasavvufi içerikli şiirler Bâkî’nin divanında yoktur. Yaşadığı hayatı anlatmayı amaç edinen sanatçı, bu amaçla tasavvufi terimleri bir araç olarak kullanmıştır.

• Bâkî nin şiirlerinde tabiat ve İstanbul’dan çizgiler sıklıkla yer alır. Onun manzumelerinde devrinin zengin hayatı ve görkemi kolaylıkla hissedilir. Şiirinde İstanbul Türkçesini kullanan şair, zaman zaman halk söyleyişinden de yararlanmıştır.

• Temiz ve ahenkli bir üslûba sahip olan Bâkî, divan şiirine bir söyleyiş kudreti ve rahatlığı kazandırmıştır.

3- Baki’nin Eserleri

  • Dîvân:

Bâkînin 4508 beyitlik, en önemli eseridir.İlk defa Kanuni Sultan Süleyman’ın isteğiyle divan tertip etmiş olmakla birlikte daha sonra yazdığı şiirleri de eklemek suretiyle değişik tarihlerde divanını yeniden düzenlemiştir. Kütüphanelerde şairin sağlığında tertip edilmiş Bâkî Divanı nüshalarına rastlanmaktadır. Bunlarla birlikte istinsah edilerek çoğaltılan Bâkî Divanı nüshalarının sayısı 160 civarındadır .Bâkî Dîvânı’nın ilk defa İstanbul’da taş baskısı yapılmış, ardından Rudolf Dvorak tarafından bir incelemeyle Leiden’da yayımı gerçekleştirilmiştir

  • Me’âlimü’l-Yakîn Fî-Sîreti Seyyidi’l-Mürselîn:

Ahmed b. Hatîb el-Kastalânî’nin el-Mevâhibü’l-Ledüniyye adlı eseri esas alınarak meydana getirilen bir siyer kitabıdır. Eserin 1579 yılından önce tercüme edildiği bilinmektedir. Bâkî, birçok eserden yararlanarak tercümesini meydan getirmiştir. Böylece eser tercümeden ziyade bir telif eser hüviyeti kazanmıştır. Çeşitli kütüphanelerde elliye yakın nüshası bulunan bu eser, 1833 yılında basılmıştır. Eserde, şairin dinî meselelerdeki bilgisi ve nesir dilini kullanmadaki becerisi görülür. Bâkî eserin mukaddimesinden sonraki bölümlerinde şiirleriyle mukayese edilemeyecek kadar sade bir dil kullanmıştır

  • Fezâ’ilü’l-Cihâd:

Ahmed b. İbrahim’in Meşâ’irü’l-Eşvâk adlı Arapça eserinin tercümesidir.

Eserin konusu İslam dininde cihat ve gazanın fazilet ve esasları üzerinedir.

Müslümanları cihada davet eden bu eser,1567yılında tamamlanarak Sokullu

Mehmed Paşa’ya sunulmuştur.

Eser bir mukaddime, otuz üç bab ve bir hatimeden oluşmaktadır. Mukaddimesi ağır

bir dille yazılmış olsa da eserin asıl tercüme kısmı oldukça sadedir.

  • Fezâ’il-i Mekke:

16. yüzyıl alimlerinden Kutbeddin Muhammed b. Ahmed Mekkî’nin El-İ’lâm Fî-Ahvâli Beledi’llâhi’l-Harâm adlı eserinin tercümesidir. Sokullu Mehmed Paşa’nın isteği üzerine yapılan bu tercüme, Bâkî’nin Mekke kadılığı sırasında 1579’da tamamlanmıştır. Mekke tarihinden ve bazı Osmanlı padişahlarının orada yaptırdığı eserlerden bahsedilmektedir.

  • Kırk Hadis Tercümesi:

Nevîzâde Atâyî, Bâkî’nin Eyüp müderrisliği sırasında Ebâ Eyyub el-Ensârî’den rivayet edilen hadisleri toplayıp tercüme ettiğini söylüyorsa da şimdiye kadar eser ele geçmemiştir . Bu eser hakkında bazı kaynaklarda Bâkî’nin Hazret-i Halid’den rivayet olunan hadisleri topladığı kayıtlıdır

  • Kanuni Mersiyesi:

Osmanlı döneminde “Muhibbi” mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman ile Divan şiirinin anıt isimlerinden Baki, aynı dönemde aynı gök kubbe altında karşı karşıya da geldiler. Nahcivan Seferi ertesinde kendisini övgülerle dolu bir “Kaside” ile karşılayan genç Baki’yi Kanuni himayesine almıştır.Ancak Baki’nin sağda solda ileri geri konuştuğunu duyup kızan aynı Kanuni, şiirsel bir fermanla Baki’yi Bursa’ya sürmüş ve Baki’nin bu sürgün kararını bir şiirle yermesi üzerine Padişah onu affetmiştir.

Kanuni şu şiir-fermanla Baki’yi sürgün eder:

“Bâki-yi bed
Nefy-i ebed
Bursa’ya red”

Baki de bu sürgün kararını “Sen de ölümlüsün, bu dünya sana da kalmaz” hatırlatmasını yaptığı şu dizelerle yorumlar:

“Öldünse ey Bâkî!
Değildir mülki cihân
Süleyman’a bâkî
Buna çark-ı felek derler
Ne sen bâkî, ne ben bâkî”

Baki’nin özgür ruhunu şu mısraları yansıtır:

“Fermân-ı aşka cân iledir inkıyâdımız;
Hükm-i kazâya zerre kadar yok inaâdımız,
Baş eğmeziz edânîye, dünya-yı dûn içün;
Allah’adır tevekkülümüz, itimâdımız!”

Kanuni öldüğünde ise Baki için bütün yaşananlar geride kalmıştır ve artık yapılacak tek şey, merhum Padişah için ağıt yakmaktır. Baki “Kanuni Mersiyesi”nde, Zigetvar Seferinde 71 yaşındayken ölen Padişah’ı Büyük İskender’le mukayese ederek onun her alandaki cömertliğini şöyle över:

Kasideden mersiye’ye;

“Şâh-ı Skender-efser ü Dârâ-sipâh idi
Dünyâya hâk-ı bâr-gehi secde-gâh idi
Bir lûtfu çok mürevveti çok pâdşâh idi”

Paylaş:
Yorumlar