Edebiyatta Distopya - Felaket Senaryoları
Distopya kavramı, edebiyatta bugünün mevcut toplumsal ve siyasi yapısından hareketle, bu yapının gelecekteki olumsuz görüntüsünü ortaya koymak şeklinde tanımlanabilir. Yani distopik eserler, modern hayatın gelecekteki olası ürkütücü durumunu, temelde bugüne bakarak yansıtır. Bu nedenle bu tarz eserlerin, herhangi bir zemine oturmayan felaket senaryoları olduğunu düşünmek yanlış olur. Distopya, aslında öngörüdür. Şimdiye bakarak, geleceği öngörmektir.
Ütopyadan Distopyaya
Edebiyatta romanlar, her zaman toplumun gerçekliğini ortaya koymuş ve ışık tutmuştur. Ütopik ve distopik romanlar da toplum gerçekliğine karşı duyarlı yazarların tercih ettiği bir edebi tür olarak ortaya çıkar.
Ütopyaların karşıtı olan distopyalar, ütopyaların aksine olumsuz senaryoları ortaya koyuyor. Ütopya, bilindiği üzere ideal olanı, her şeyin iyi olduğu durumu ifade eder. Aslında ütopik eserlerde de mevcut duruma karşı bir eleştiri vardır. O günün toplumsal, siyasi ve sosyolojik durumu eleştirilerek, gelecekteki ütopik dünyanın hayali okuyucuya sunulur. Ancak, ütopik eserler okuyucuyu gerçeklikten uzaklaştırdığı yönünde eleştirilir. Distopyada ise daha gerçekçi bir eğilimle karşı karşıyayız. Ütopya, gerçekte var olmayanı, distopya ise mevcut düzen bu şekilde devam ederse muhtemelen gerçekleşecek olanı anlatır. Ütopya bir nevi hayal, distopya ise uyarıdır. Okuyucunun, belki de tam olarak farkında olmadığı tehlikelere ışık tutar.
Distopyanın Gelişimi Nasıl Oldu?
Belirttiğimiz gibi, distopya kavramı, ütopyadan daha sonra edebiyatta yer bulmuş bir kavramdır. İngiliz yazar ve devlet adamı Thomas More, kaleme aldığı Ütopya adlı eserinde idealindeki dünyayı anlatmış ve edebiyatı ütopya kavramı ile tanıştıran ilk yazar olmuştur. Ütopik eserlerin gerçeklikten uzak bir dünyayı anlatması, bir süre sonra eleştirilmesine sebep olmuş ve anti-ütopya kavramı ortaya çıkmıştır. Bunun arkasından 1900’lü yıllarda distopik eserler yazılmaya başlanır. Bunların ilk örneği Jack London’ın Demir Ökçe isimli eseridir.
1930’lu yıllarda Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya adlı eseriyle distopya dünyasına başarılı bir giriş yapmıştır. Her ne kadar temelde distopik bir eser olsa da, Cesur Yeni Dünya, okurların gözünde, kendi içinde ütopyalar da barındıran enteresan bir kitaptır. Eserde insanların fanuslarda yapay şekilde dünyaya geldiği, uyuşturucu maddelerle mutlu oldukları ilginç bir dünya düzeni anlatılır. Bu dünyada evlilik, ilişki, aile gibi kavramlar yoktur ve herkes aslında mutlu gibi görünür. Ancak sorgulandığı vakit, kimsenin gerçekte mutlu olmadığı ortadadır.
Distopik roman denilince kuşkusuz ilk akla gelen eserlerden biri olan 1984, George Orwel’ın muhteşem öngörüsü ile yazılmış önemli bir kitaptır. Yazar, eserinde Büyük Birader adında bir sembol kullanır. Bu distopyada her şeyi görüp bilen, tüm insanların tamamen kontrol ve denetim altında yaşadığı baskıcı bir otorite vardır. İlginçtir ki, zamanla insanlar kendi fikirlerini hatta görüp duydukları doğruları dahi Büyük Birader’in doğrularıyla değiştirmeye başlar. 1984, yazıldığı döneme bakıldığında bugünümüzü anlatan, olağanüstü bir öngörünün ürünüdür.
Bu eserlerin arkasından çok sayıda distopik eser verilmiştir. Mülksüzler, Fahrenheit 451, Damızlık Kızın Öyküsü gibi çeşitli temaları işleyen bu kitaplar geleceğe dair ürkütücü distopik kurgulardır. Ancak dikkat etmek gerekir ki bu kitapların hiçbiri dönemin şartlarından bağımsız, tamamen kurguya dayalı olarak yazılmamıştır. Her roman gibi yazıldığı dönemin siyasi, ekonomik, teknolojik ve toplumsal gidişatından yola çıkılarak ortaya konulmuşlardır.
Distopya - Bilim Kurgu İlişkisi
Distopya, sinema ve edebiyatta bilim kurgunun bir türü gibi kabul edilebiliyor. Ancak tam olarak distopya bir bilim kurgu türüdür demek doğru olmaz. İkisi arasında oldukça güçlü ve uyumlu bir ilişki vardır. Distopyalar genellikle teknolojinin toplumlar üzerindeki tahrip edici etkisi üzerinde duran eserlerdir. Bu sebeple, teknolojiden kaynaklı felaket senaryolarının bilim kurguya yakın bir türde yazılması kaçınılmaz.
İlginçtir ki, pek çoğumuz çocukluk döneminde teknolojinin hayatımızı olağanüstü boyutlarda güzelleştireceğini düşünürdük. Geleceğin teknolojisi, birçoğumuzun gözünde uçan arabalardan ötesi değildi. Fakat teknoloji öyle bir noktaya geldi ki sosyal boyut bir yana, siyasi boyutta da kötü amaçlarla kullanılmaya başlandı. Hal böyle olunca yapay zekaların dünyayı ele geçirdiği, dev ekranlardan tüm halkın saniye saniye izlendiği, insanların laboratuvar ortamlarında üretildiği senaryolar distopik eserlerde yer bulmaya başladı. Bu sebeple bu tip temaların bilim kurgu türünde karşımıza çıkması çok doğal. Distopya, bilim kurgunun bir sonucu ya da bir alt dalı olmaktan ziyade tamamlayıcısıdır diyebiliriz.
Distopya Korkutmalı mı?
Distopyayı korkutucu, karanlık bir geleceğin ön izlemesinden ziyade güzel bir yarının özlemi şeklinde düşünmek gerekir. Aslında her distopya, içinde kendi ütopyasını saklar. Nasıl ki ütopyalarda geleceğin aydınlığını görüyorsak, distopyalarda da bugünün karanlığını fark ederek geleceğin aydınlığını yakalamak mümkün.
Daha önce de söylediğimiz gibi, distopik eserler mevcut durum karşısında okuyucuya karşı bir ikaz görevi görür. Yazarların da amacı budur. Distopya yazan yazarların hedefi, daha kötü bir dünya ile karşı karşıya kalmanın mümkün olduğunu, bu kötülüğün ne kadar olağanüstü boyutlara varabileceğini kurgulayarak, okuyucunun bugünü doğru değerlendirmesini sağlamaktır. Olaylara şüphe ile yaklaşmak, şimdi faydalı gibi görünen şeylerin gelecekte ne derece tehlikeli olabileceğini fark etmek ve sorgulamak bakımından distopya oldukça önemli bir edebi tür. Bu nedenle distopik eserleri maceralı felaket senaryoları basitliğine indirgemeden, düşünerek değerlendirmek gerekiyor.