12 Eylül'ün Çocukları
Gece boyunca yağmur evin çatısında trampet çalmıştı.
Sabah uyandığımda karşı dağların eteklerinde beyaz bulutlar kümelenmiş,
evlerin pencerelerinde güneşle birlikte yeni ve başka bir güne merhaba demişti.
1970'lerde göçtüğümüz köyüm de amcamın evindeydim o sabah.
Gürgen ağacından yapılmış çerçeve korkuluklarını kapatıp içeriye girdim,yengem her zamanki gibi alaca karanlıkta kalkıp hayvanlara yal hazırlamış, ocaklığa kuru kızıl ağaç odunlarından çatmıştı.Çatırtılarla yanan odunlar üzerinde is den rengi kaybolmuş bir demliğe ev sahipliği yapıyordu
Amcam tahta bir sedirin üzerinde bağdaş kurmuş,bir yandan Ankara radyosunu dinliyor,bir yandan tabakasından çıkardığı Akçaabat tütününü sarmaya çalışıyordu.
Beni görünce 'o paşam uyandın mı? gel bakalım otur yanıma'
'havaa minder ver Özgür'e' tütünü sarmış gaz yağlı muhtar çakmağını birkaç defa çaktıktan sonra yakabilmişti. İlk nefesi ciğerlerine çekip bıraktığında, tahta döşemeli duvarların aralığından sıza güneş, tütünün dumanıyla birlikte ipek bir iplik gibi uzayıp ocaklıktaki kaynayan isli demliğin üzerine düşüyordu.
Yengemin verdiği minderi alıp amcamın yanına geçip oturdum. Bir yandan çıtırtıyla yanan ateşe bakıyor, bir yandan ocaklığın duvarında asılan radyonun cızırtılı seslerle birlikte, İstiklal marşının ve TRT spikeri Mesut MERCAN' ın Kenan EVREN imzasıyla milli güvenlik konseyinin bildirisini dinliyordum.
Ardından Hasan MUTLUCAN'ın kahramanlık türküleri albiminden 'Yine şahlanıyor türküsü' bu arada amcam üçüncü tütününü sarmış, yengem sofrayı ortaya kurmuştu bile.
Amcam 'Kenan paşa hükümete el koydu bu sabah, ülkede sıkı yönetim ilan edildi sende köyde kaldın, birkaç hafta daha göndermem Bursa'ya seni, bir mektupla haber vereyim babana'
Kahvaltımızı yaptıktan sonra amcamın oğlu Hüseyin'le köy meydanına doğru yola koyulduk. Bir yandan mırıldanıyor 'ya ya ya şa şa şa Kenan paşa çok yaşa' bir yandan patika bir yoldan aşağıya doğru yavaş yavaş Gelevera deresine iniyorduk.
Güneş dağların arasından epeyce yükselmiş, dar patika yolun kenarlarındaki otların üzeri yağmur damlalarıyla yükünü almış yolun her iki yanına doğru eğilmişlerdi.
Yol boyunda otların üzerindeki su damlacıkları gümüş renkli tarlalara benziyor, geçtiğimiz yerlerden yüklerini boşaltmış bulut gibi yukarıya doğruluyorlardı. Pantolonlarımızın paçalarını ve ayaklarımızı ıslatıyordu.
Büyük bir gürültüye uyandım. Sanki kapıyı demir bir balyozla dövüyorlardı.
Saat belki sabaha karşı üç yada dört civarındaydı, güm güm güm 'açın polis' hepimiz ayaktaydık içeride bir telaş, bir yandan giyinmeye çalışırken, bir yandan olanları anlamaya çalışıyordum. Daha kapıyı açmaya fırsat olmadan kapının kilidi kırılmış, polisler içeriye girmişti.
Telsizden anons geçiyordu 'eve girdik efendim' babam yatağının üzerinde protez bacağını giymeye çalışırken, komiser 'Mehmet ÖZDEMİR hakkında ihbar var bizimle geliyorsun' derken, demir kelepçeyi daha ayağını bağlamadan ellerini kelepçelemişlerdi.
Babam 'neymiş hakkımdaki suçlama ne yapmışım'
Komiser 'kes ulan emniyette anlatırsın derdini'
Bir yandan evin her yanını alt üst eden polis, bir yandan amirine bilgi veriyordu telsinden. 'efendim falan yaşlarda çocuklar var onları da alalım mı?'
Çok korkmuş ağlamaya başlamıştım, annem babamın protez bacağını bağlamış, ceketini üzerine vermişti. Bir an babamla göz göze geldiğimizi hatırlıyorum, babama sarılmamıza bile izin vermeyen emniyetin telsiz anonsları hala beynimde yankılanıyor....
Babam 'korkma yarın dönerim oğlum'
Babam yarın dönmedi, kırk beş gün Bursa emniyet müdürlüğünde, dokuz ay Bursa ceza evinde yattıktan sonra dönebildi.
Ama babam o babam değildi...
Ya ya ya şa şa şa Kenan Evren çok yaşa