Acıta Acıta
Bu hengâmeden bana kalan...
Göbeği açıkta kalan şişman genç kızın ??L'ombelico''sundan dil çıkaran sakil demir halkasından dile gelen şiirsel böğürme.
Kızın yaşı kadar genç bir düş birikmesi ile ağzı hipopotam esnemesi kadar açık uyumaktan çölleşmiş damak kuruluğu.
Bu cümbüşten bana düşen...
Çocuğuna sarı kıvırcık saçlarından başka bir şey verememiş bir babanın rakıdan halsiz düşmüş ve kanepeye salyası ile imza atmış sefil hali.
Yerde toza bulanmış peynirli çubuk krakerlerin mikado yorgunu gülümsemeleri.
İğnesi takılıp duran pikabın üstünde bir mağrur kahraman gibi bana bakan Orhan Baba ve hatırlattıkları...
Bir daha ağzıma sürmem korosu henüz uyanmamışken; onların gece klozette kalan eserlerini amiga oyunlarındaki heyecanla, uzun menzilli çişle silmeye çalışmakla başladım sabaha. Pencereden dışarı bakıp hani o tıpatıp dünle aynı diyen karikatürdeki adamdan biraz daha zayıf ve kılsız ama aynı çaresizlikte ve aynı fanusun çöp adamlarıymışçasına kadehdaş yudumlarken sonraki ömrümün ilk şarabını, onu gördüm.
Yine aynı tedirgin adımlarla geçtiği için umut tarlası olan sokağıma ışıklı tohumlarını saçarak, her zamanki dolgunluğundaki ama bu kez ıslak saçlarını savurarak bana döndü. Her zamanki kadar naif ve berrak ama bu kez biraz sitemkâr bir bakış fırlattı. Sanırım bu saatte içmeme kızmış ya da şaşırmış olmalıydı.
Birden dün gece sarhoş kafayla onu aradığım geldi aklıma. Neler konuştuğumu hatırlamıyordum. Acaba onu üzecek bir şey mi söylemiştim. Esprilerimi anlayan az kadınlardan biri idi o. Kendiyle dalga geçilmesine izin verecek kadar da özgüvenli ve ılımlıdır da peki, bu dudak bükmenin ardında ne vardı o zaman. Yoksa gece onu kıskandırmaya çalıştığım için uydurduğum kurguları mı kafasına takmıştı. Yok, şişman bir seksi kız varmış da göbeğine pirsing takıyormuş filan diyecekken, arkamı döndüm hepsinin gerçek olduğunu anladım. Bu kez hayal değildi anlattıklarım birebir tüm olanları ona telefonda aktarmıştım. Başımdan kaynar su döküldü tabirini anlamak bugüne kısmetmiş...
İşin ilginci anlatırken abarttıklarımın hayal mi gerçek mi olduğunu hatırlamıyordum. Böyle olunca tüm anlattıklarımın kurgu olduğunu söylemek akıllıcaydı zira neyin doğru olduğunu artık ayırt edemez hale gelmiştim.
Kahvaltıdan sonra ararım öğlen buluşmak isterim diye düşünüyorken kapı çaldı bu onun tıklatmasıydı. Ölmek için ne kadar da güzel bir zamandı...
Aynada saçımı düzeltip açtım kapıyı buyur ettim. Sesimdeki titremeden mi bilmem girmedi, giyin çay bahçesine gel de konuşalım dedi ve gitti. Çok rahatlamıştım önce bir duş alıp tıraş oldum. Onun bana hediye ettiği tişörtü ütüledim. Zakkumun o şarkısı kulaklığımda yürümeye başladım. Sen de git diyordu ateşten korkan sevdiğine...
Mahallenin delisi- ki bana göre zamane ozan- Merih aynı köşede bekliyordu. Her zamanki hareketini yapıp tek ayakta sekip halay çeker gibi yapıyor ve bilmediğimiz dilde küfür olduğunu tahmin ettiğim çığlıklar atıyordu. Daha önce cesaret edemediğim bir şey yaptım ve ona dokundum. Birden kesti çığlıkları bana baktı. Beni takip et dedim yürümeye başladım. O kadar kararlı ve etkili bakmıştım ki beni dinledi ve peşime takıldı. Ucu açılmış ayakkabısını yere sürterek yürümeye başladı.
Ne yapıp edip Merih'in hikâyesini sevgilime anlatacak hatta birinci ağızdan dinletecektim bugün. Epey yavaş da olsa sonunda çay bahçesine vardık. Çalışanlar onun içeri girmesine izin vermediler bu yüzden en kenar masada bir yer ayarladım ve onun yanımıza gelmesini istedim. Gül tedirgin oldu, tanıdığı halde onunla aynı masada olmayı istemiyordu. Merih bir uzaylı gibi dışlanmış, insan olduğu kabul görmemiş, sokak hayvanı kadar değer bulmamış bir yaratıktı onlara göre. Anlat dedim Merih'e...
Susuyordu iki damla gözyaşı aktı yanaklarına, susmaya devam etti.
2 poğaça ve bir su bardağında çay söyledim ona, izninle ben anlatacağım dedim. Gül isyan etti bunun ne işe var burada dedi. O an ayrılmaya karar vermiştim ve artık Merih'in hikâyesini bilecek kadar bile değeri kalmamıştı bende Gül'ün. Kalktım hesabı ödeyip izin istedim.
İşte şimdi de tüm dertlerimin sırdaşı bu fenerdeyim. Anlatıyorum yine...
Kulaklıkta yine Zakkum elbette ama bu kez bir başka beste; acıta acıta diyor...
Eylül 2014
Hayat bu bazen yaşananlar acıtabiliyor ruhu ve duyguları. Güzel bir öyküydü okuduğum kutlarım Nadir bey içtenlikle...👍