Adam / Züleyha Sabrı Gibi
Bir masalın sonu bir hikayenin başı veyahut bir romanın kapak resmi ya da bir kitabın ön sözü neler anlatır neler söyler yüreğimize bilemeyiz bazen. Evet, bir hikaye daha böyle başlamıştı aslında.
Devrim misali yer yerinden oynatan bir hikayenin sonu aslında baştan belliydi. Hayır olamaz diye verilen bir cevabın ardından gelmişti kadın adamın yanına. Sanki geleceği hisseder gibi "Hayır!" denilmişti. Ve adam yıkılmıştı oysa o an, sanki geleceği hisseder gibi dökmüştü yaşlarını yoksulluğa ve dipsiz kuyuların eşiğine. Ağlamak bir hüsran tanesi gibi olmuştu ona ve ağıtlar yakıyordu yüreğinde ve söylüyordu bir yalnızlık şarkısını içinden bağrından gele gele söylüyordu. Sanki bir daha hiç gülmeyecekmiş gibi koparıp atıyordu yüzünden gülümseyişlerini. Evet, doğru ya ne olmuştu aslında. İlk hayırdan sonra ne olmuştu bu iki yabancı insana. Aslında sevdiler birbirlerini. Kadın yanıldığını anlayıp dönmüştü adama ve "erkeğim" demişti. Sevdayı bir ömür gibi sürmek istemiştiler. Öyle ki her an yan yana her an baş başaydılar. Asla hiçbir şeyi ayrı olarak yapmıyordular. Özellikle kadın adamın gülüşlerini seviyordu hiç solmasın diyordu yüzünden bu gülüşlerin ve bitmesin sana olan bu özlemim bu sevgim diye diye haykırıyordu. Birlikte planlar yapıp bazende planlara uymayıp rüzgar nerede eserse oraya sürükleniyorlardı.
Çünkü önemli olan kendileriydi. Kendi kendilerine hep söz verip asla ayrılmayız diyorlardı. Ve o kadar çok sevmişler ki birbirlerine bakmaya bile kıyamıyorlardı çünkü sevgiyi kalpten kalbe hissederek yaşamak istiyorlardı. Lakin bir gün kadın vazgeçmeye başladı aylar öncesinden soğumaya ve uzak durmaya başladı eski anıları silip bir köşeye atmaya başladı. Kendi yolunu çizmeye ve ayrılığın şarabını başka biriyle içmeye başlamıştı. Çünkü artık adam onun için silik bir hatıra eskitilmiş bir fotoğraf gibiydi. Adam ise halen özel olduğunu hissediyordu. Hatta fark ettirmiyordu ama kadın onun yanındayken ağlıyorsa da, adam ondan gizli bir şekilde tek başına iken onsuz geçirdiği saatlerde ağlardı.
Sebebi ise onsuz geçirdiği o anların verdiği zulümdü. Ama işte fark edememişti kadının başkasına aşık olduğunu... Anlayamamıştı işte asla ama asla görememişti. Çünkü düşündüğü tek şey kadının halen ilk gün gibi kendisini sevdiğiydi ve halen kendisiyle ilgili hayaller kurduğunu ve hep dediği gibi rüyasında onu gördüğünü sanıyordu. Ama kadın artık bunların hepsini bir başkası için yapmaya başlamış ve başka birini sevmeye gönül vermişti. Çünkü adam ne zengindi ne özgürdü. Sadece küçücük bir dünyası vardı ve o dünyasında Kraliçe ettiği sevdiği kadın vardı. Ama kadın özgür olmak istiyordu. Keşkelerle değil, evetlerle yaşamak istiyordu. Ve bir gün kavga ettiler küstüler ve ilk defa bir gün boyunca konuşmadılar. Adam sanıyordu ki kadın üzülüyor ağlıyor ve özlüyordu. Çünkü kendisi akşam olunca ağlamaya başlayıp dertlenmişti ve feryat ediyordu. Ve dayanamayıp aradı kendisini fakat kadın telefona cevap vermiyordu.
Adam ikinci ve üçüncü kez aradığında kadın uyanıp cevap verdi telefona meğerse kadın uyuyormuş. Adam o an kalbine bir hançer saplandığını hissetti. Durdu bir an ve düşündü. Ve kadına tek bir soru sordu; "evet diyorum yüreğinden ne geçiyorsa evet diyorum eğer ayrılmak istiyorsan bile evet diyorum" dedi. Tabi bunları söylerken bağrı yanıyordu adeta. Kadın ise bir an bile duraksamadan "Tamam" deyip kapattı telefonu. Adam sanki kör kuyulara kızgın çöllere düşmüş gibi acı çekiyordu. Tekrar aradı kadını ve bağırdı çağırdı seslendi yüreğine değerlisine. "Neden neden neden" diyordu....
Neden bize bunu yapıyorsun ne demek tamam diye diye haykırıyordu yüreğinden... Oysa ne umutla aramıştı ama karşısında sanki başka biri varmışcasına yabancıydı. Evet sanki iki yabancı yürek olmuşlardı. Ve ağlamasını istemediği gözleri o geceden itibaren ağlatmaya başlattı. Adam hatalıydı belki yormuştu kadını sorularıyla veyahut ilişki boyunca yaptığı tavırlarıyla ama kadın hiçbir zaman dur dememişti oysa. Asla ama asla kadın adama değer vermemişti. Çünkü değer vermiş olsa uyarır durdururdu kaybetmemek için. Fakat bunu hiçbir zaman denememişti. Çünkü kadın özgür bir ruha sahip olmak ve özgür bir yaşamı elde etmek istiyordu. Çünkü kendisine aşık olan adam işsizdi belkide sonu belli değildi hatta fakirdi hiçbir şey alamıyordu. Sadece kendi elleriyle bulduğu bazı parçalardan sürprizler yapıyordu aslında. Ya da bazen ondan gizli tutarak para biriktirip bazen hediyeler alıyordu ona. Çünkü kadın hep hediye alır ve onu sevindirirdi. Adam bu hareketler karşısında utanıyor ve üzülüyordu aslında. Her ne kadar o an gülümseyiş yapsa da eve gelince bir başına olunca ağlıyordu utanıyordu kendinden.
İşte kadın belkide bundan sıkılmıştı ya da adamın farkında olmaksızın söylediği sözlerden. Ama adam seviyordu, en büyük zenginliği de ona duyduğu aşk ve besleyip büyüttüğü sevgiydi.
Adam ne yaparsa yapsın kadın dönmek istemedi o son "Hayır"dan sonra. Adam her defasında arayıp soruyordu yanına gidiyordu aradaki engellere rağmen onu son bir kez daha görmek istiyordu. Fakat kadın her defasında aynı kelimeyi söylüyordu yüzüne baka baka "Hayır!" diyordu. Tıpkı o ilk gece gibi, tıpkı adamın ağlamasına yakarışlar yapmasına sebep olan o ilk gece gibi istemiyordu kadın. Fakat bu kez arada öyle büyük bir engel vardı ki aşılması zor bir engeldi bu... "Başka bir Adam"...
Ve öyle bir başka ki bu yabancı adam, kendisinin olanı her şeyiyle almıştı elinden. Hem sevdiğini hemde sevdiğiyle kurduğu tüm hayalleri çalmıştı işte. Oysa adam o kadar çok çaba sarf etmişti ki sevdiğiyle o hayaller ve gelecek için, tüm düşler onlarındı âdeta. Ve onlara ait bir film vardı sadece bir kez izleyip son deyip izledikleri bir film vardı; "FANAA"...
Evet bir Bollywood yapımı olan bir filmdi bu. Konusu aşkı feda etmekti. Aşk için değil merhamet için çekilen bir filmdi bu. Filmde tam son sahnede kadın ile adam karşı karşıya gelmişlerdi. İkisinin elinde de silah ve birbirlerine uzatmışlardı. Adam inandığı şey için bir bölgeyi yok etmek istiyordu kadın ise o insanları korumak. Ama oysa ikisi de birbirini seviyordu. Adam vazgeçti ve silahını indirdi çünkü sevdiği kadını öldüremezdi ve yoluna devam etti. Kadın ise sevmesine rağmen sırtından vurmuştu adamı. Sevdiği aşık olduğu adamı sırtından vurmuştu. Ama adam yere yıkıldığı an kadın pişman olmuştu o anda ve sevdiğinin yanına koşup ağlamıştı hıçkıra hıçkıra. Ama filmin adı neydi "Fanaa" değil mi? İşte Feda demekti aşkı feda etmekti aslında.
Bu film onların filmiydi bir daha asla izlemeyecekleri bir aşktı bu asla adını anmayacakları bir aşktı. Ancak kadın adama tıpkı filmdeki gibi silahı uzatıp sırtından vurdu tıpkı o aşkta ki gibi olmuştu bu hikayenin sonu da. Ama tek bir farkla filmde kadın ağlamıştı yere yıkılan sevdiğine. Oysa gerçekte olan ise ağlamamıştı bile. Adeta bir umursamamazlık vardı yüreğinde. Artık eskiden sevdiği bağlandığı ve büyülenmiş olduğu adam onun için hiçbir şey demekti. Ne adamın gözyaşları ilgilendiriyordu onu ne de kanlı bedeni.
Hatta ölmesini bile istiyordu adamın yok olmasını istiyordu. Çünkü peşini bırakmasını ve özgürlüğüne hiç kimsenin karışmasını istemiyordu. Sadece yeni bulduğu uğraş olan bir aşkta hayat sürmek sefasını görmek istiyordu. Adam ne oldu ne yaptı hangi acılarla uğraştı hiç mi hiç ilgilenmek istemiyordu. Ve bir gün kadın adama öyle bir şey dedi ki adam daha çok yıkıldı. Artık izlemeyecekleri o filmi hayatına aldığı adamla izleyeceğini ve kadının gideceği memlekete de yeni bulduğu adamın da geleceğini ve bir ömür olacaklarını sefa sürüp buna resmen "Gölge" etme der gibi adamı yaralamak öldürmek onun ruhunu yok etmek istiyordu.
Adam ise yalnızlık çekiyordu onun kokusuna tenine hasretti. Öyle çok özlüyordu ki bazen hayaller kurup düşlerinde öpüyordu o öpmeye kıyamadığı saçlarından. Ama adamın en zorlu sınavı ise bu yabancı adamı bilmiyordu tanımıyordu. Kadın âdeta onu öldürmek istercesine gizliyordu adamdan. Gün be gün eriyip bitmesini ölmesini ve yok olmasını istiyordu söylediği her sözde.
Ama inanıyordu halen adam, belki bir gün ya yine dönerse ya beni yine severse ya yine yüreğine alırsa beni diye pembe yalanlardan oluşturduğu sahte umutlarla kandırıyordu kendini. Çünkü buna mecburdu.... Sabretmeliydi tıpkı Züleyha gibi sabretmeliydi. Evet, Züleyha! Hani Yûsuf'a âşık divane ve köle olan Züleyha. Bağrı yanık gönlü buruk acıyla dolu olan Züleyha gibi sabretmeliydi. Çünkü Züleyha'nın duyduğu aşk çok büyüktü, o kadar büyüktü ki yıllar içinde hızla yaşlanıp kör olmuştu. Yusuf'a duyduğu o derin büyük aşktan dolayı. Ama yine de pes etmemişti, asla vazgeçmemişti. Hatta öyle bir an gelmişti ki Yusuf Züleyha'yı unutmuştu bile adını dahi hatırlamıyordu. Ama buna rağmen Züleyha vazgeçmiyordu değil mi Yusuf'tan. Ve asla umudunu kırmıyordu sevdiği insandan. Her ne kadar istemese de ve unutsa da Yusuf... O unutmuyordu sabrediyordu ve bekliyordu gelmesini istediği sevgiliyi...
O vakit adam neden vazgeçmeliydi ki neden pes etmeliydi. Züleyha'ya Yusuf'u veren Allah, adama kadınını geri vermez miydi acaba... Sevindirmez miydi onun da yüreğini ve güldürmez miydi artık o gülmeyen yüzü. İşte adam bunu hatırladı Züleyha'yı hatırladı ve sabır dedi. Ya Rab dedi ellerini semaya kaldırarak... Ve "Züleyha'ya Yusuf'u veren Rabbim, banada sevdiğimi geri ver Ey Rab" diyerek dua edebildi ancak. Kadın onu terk etmesine rağmen başka biriyle hayaller kurmasına rağmen adam sadece bekledi. Çünkü hiçbir şeye inanmasa da Rabbine inanıyordu. Bu belkide Züleyha'ya yapılan bir sınav gibi kendisi de tâbii tutulmuştu bu zorlu ve yorgun sınava.
Evet, işte bir aşk "Hayır" ile başlamış ve "Hayır" ile sona erdirilmişti. Ama adam asla kabul etmedi çünkü sevgisi o kadar büyüktü ki ne kadın anlayabiliyordu adamı ne de melekler şahit olabiliyordu bu büyük aşka. Öylesine büyüktü ki sadece ve sadece Rabbi tek şahitti adama ve yalnız o görüyordu adamı ve adamın akıttığı gözyaşları. Ve bulutlara yağmuru yağdıran Rabbine dualar ediyordu, tıpkı bulut gibi bir anda yağmurların kesilip gök kuşağının çıkmasını ve o beyaz pak bulutların belirdiği gibi kendisininde gülmesini ve kaybettiği gök kuşağının geri dönmesini diliyordu her gecenin şafağında ve her şafağın gecesinde bekliyordu artık adam, sadece bekliyordu....