Adı Makbuleydi

O günün son dersiydi. Rehberliğini de yaptığım 7/ A sınıfındaydım. Öğrencilerime ? iyi dersler? temennisinde bulunarak masama yönelirken, yeni bir sima ile göz göze geldim. Tombul yanaklarının üzerinde bana doğru bakan masmavi gözlerdi bunlar. Gelişi güzel taranmış, kestaneye çalan saçları, iri pembe dudakları ve solgun beniziyle kendini göstermeye hazırdı adeta. Sınıfı yadırgayıp yabancılık çekmesin diye hemen tanışmak isteyip ?hoş geldin? diyecektim ki , bu yeni öğrencim kendinden beklenmedik bir edayla ayağa kalkarak; ? hocam ben okulunuza yeni kaydoldum. Müdür yardımcısı bu sınıfta okuyacağımı söyledi . Adım Makbule? deyiverdi. Doğrusu biraz şaşırdım. Bu kadar rahat ve çabuk bir uyum sağlayan öğrencim olmamıştı. Kısa bir tanışma faslından sonra dersimi anlatmaya başladım.
Makbule sınıfa o kadar çabuk alışmıştı ki bir anda tüm otoriteyi eline geçirmişti. Zaman zaman erkeksi hareketleriyle kız arkadaşlarına manevi baskı kuruyor, bazen de erkek arkadaşlarıyla kavga edip taşkınlıklar yapıyordu. Bir süre onu , fark ettirmeden izledim. Bana, dikkat çekmek, ilgi toplamak isteyen bir hali var gibi geliyordu. Öğrencilerimin derslerdeki başarılardan ziyade psikolojik durumları beni daha çok ilgilendirirdi. Mutlaka onunla konuşmalıydım.
O gün okul bahçesinde nöbetçiydim. Makbule'nin bir köşeye büzülüp oturduğunu ve çok üzgün olduğunu gördüm. Onu daha iyi tanımak için bir fırsattı bu ? Hayrola Makbule neden buraya oturdun? Canın bir şeye mi sıkıldı yoksa??
Makbule sanki benim bir şey sormamı bekliyormuş gibi başladı ağlamaya. Hem ağlıyor hem anlatıyordu:
? Hocam böbreklerim ağrıyor duramıyorum. Bir tanesi çürümüş diyor doktorlar . Diğerinde de taş varmış. Canım çok yanıyor hocam?
?İyi de kızım neden tedavisini yaptırmıyorsunuz? Baban doktora götürmedi mi seni?
? Hangi babam götürecek hocam? Annem - babam ayrı benim. Gerçek babam evlendi yurtdışına gitti. Hiç aramıyor beni. Üvey babam ise...?
?Ee o nasıl aranız iyi mi ? ?
? Hocam boş verin bana soru sormayın?
? Neden kızım anlatsana ? Bak acı çekiyorsun, sana yardım etmem lazım.?
? Yok hocam anlatırsam daha kötü olur.?
? Kızım anlat, konuştuklarımız aramızda kalacak emin olabilirsin.?
?Üvey babam ve iki tanede üvey abim var. Bir de gerçek abim. O sürekli çalışıp kazancını üvey babama veriyor. Bunun için abime hiç ses çıkarmıyorlar. Ama ben, her gün dayak yiyorum. Hem ağabeylerimden hem de üvey babamdan. Hep bir şeyi bahane edip beni dövüyorlar, aslında annem de dayak yiyor ama mutluymuş gibi görünüyor. Ne olur hocam bunları size anlattığımı onlara söylemeyin. O zaman çok daha kötü olur. Abim her gün kazancından biraz artırabilirse beraber kaçacağız buralardan.?
Çok üzülmüş ve Makbule'nin anlattıkları karşısında dehşete kapılmıştım. Anlattıkları bununla sınırlı değildi çünkü. O evde bulunması bile riskliydi. Öylesine bir nefret oluştu ki içimde, bu cahil ve sorumsuz vicdandan yoksun insanları kendi elimle parçalamak istedim o anda.
Makbule'nin bu vahim hali karşısında sessiz kalamazdım. Durumu okul idaresine bildirdim. Aileye müdahale edemezlerdi çünkü onların davranışlarını bilmemiz Makbule'ye çok daha acımasızca yansırdı. Okul personeli olarak adeta öğrencimizin sıkıntılarını giderme noktasında seferberlik ilan ettik. Kimimiz okul ihtiyaçlarını gideriyor, kimimiz ücretsiz kurslardan faydalanmasını sağlıyor. Kimimiz giyim kuşam yardımında bulunuyorduk. Hatta tedavisi için iyi bir doktordan randevu bile almıştık. Bu küçüçük yaşta çileyi yüklenmiş öğrencimize manevi desteğimiz ise hiç eksilmemişti. Bütün öğretmenlerin amacı o kızımızın gözündeki yaşın dinmesi, bir an önce sağlığına kavuşmasıydı.
Bütün öğretmen arkadaşlarım ve ben Makbule'ye aynı pencereden bakıyorduk. Çok başarılı değildi çünkü ?evde çalışma ortamı yok? diyorduk. Arkadaşları ile sürekli kavga ediyordu; Evdeki ortamından kaynaklandığını düşünüyorduk. Çünkü o dayak yiyor ve ezikliğini sınıfta arkadaşlarına zarar vererek bastırıyordu. Herkes onu anlamaya çalışıyor yaptığı haylazlıklara belli bir oranda sabrediyorduk. Ancak günün birinde sabrında tükendiği an geldi: Makbule bir arkadaşını iterek düşürmüş ve kolunun kırılmasına sebep olmuştu. Müdür o güne kadar hiç okula gelmeyen Makbule'nin velisine haber gönderdi.
Nöbetci öğrenci dersime gelerek müdürün beni çağırdığını söyledi, hemen gittim. Odada bilmiş bilmiş konuşan bir kadın, ve süklüm ? püklüm, başı öne eğik oldukça mahçup bir adam vardı. Müdür bey; ? Hoca hanım işte Makbule'nin ailesi? deyince gözlerime inanamadım.Ne bu kadında dayak yiyecek bir hal vardı. Ne de bu adamda elini kaldırıp da bir fiske vuracak bir tavır. Kendi kendime ? insanlar nasılda farklı farklı maskelerle dolaşabiliyorlar, hayret doğrusu? dedim. O anda müdür Makbule'nin yaptıklarını anlatmaya başladı. Konuşmasının bir yerinde üvey babaya dönerek;
?Kardeşim bu çocuk da bir insan evladı. Senin kanından canından olmayabilir., ne olur sanki birazcık sevgi göstersen, ne kaybedersin? Hep bak sağlığı da yerinde değilmiş. Senin ona birazcık şefkat göstermen lazım, öyle değil mi güzel kardeşim??

Müdür beyin mülayim yaklaşımı karşısında adamın gözleri fal taşı gibi açıldı. Tam ağzını açacaktı ki kadın atıldı.: ? Ne diyon sen müdürüm? Ne kanı ne canından bahsediyon?
?Hani üvey babalık yapmasın diye diyorum.?
Adam nihayet kısık bir sesle: ? Ne üvey babası müdür bey, ben onun öpöz babasıyım. O benim ciğerimin köşesi.Tırnağını incitmem hem hastalığı filan yok ki?
O an müdürle göz göze geldim. Ve başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Küçücük bir çocuğun tamamen ilgi çekmek için hem de babasına iftira atacak kadar basitleşerek söylediği yalana nasıl da alet olmuştuk. Durum anlatılınca babanın utancı ve üzgünlüğü asla gözlerimin önünden gitmiyor.
Makbule iki hafta okula gelmedi, sonrasında babasının naklini başka bir okula aldığını öğrendik.
Öğretmenlik böyle bir şey işte....

10 Eylül 2009 5-6 dakika 3 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 15 yıl önce

    Minnacık çocuğun yaptığına bak. Vay canına!