Adım Hazan
Adım Hazan.
Yaşım oniki...
Ve bir araba bizim evin önünde durdu.
O gün en yakın arkadaşım olan Sezin ile hayal kuruyorduk. O öğretmen olmuştu ben doktor.
O ders veriyordu ben ise öğrencisi oluyordum.
Sonra o hastaneye geliyordu ben onu hemen 3 dakikada iyileştiriyordum.
Çünkü Sezin hastaydı, daha bebekken geçirdiği hastalık sonucu sık sık bayılıyordu. Onlarca kez babası doktora götürmüş olsa da ilaçların verdiği geçici rahatlamalardan öte bir iyileşme sağlanamamıştı, henüz. Ayrıca ilaçların yan etkisi onu günden güne daha da zayıflatıyordu, her geçen gün daha bitkin, daha umutsuz oluyordu en sevdiğim arkadaşım. O gözlerimin önünde erirken, doktor olma hayali gün geçtikçe bir tutkuya bir olmazsa olmaza dönüşüyordu içimde.
Ve ben okula gidemiyordum. Bu yüzden canım arkadaşım Sezin ise öğretmen oluyordu, hayalimizde.
Dokuz kardeştik biz, beş kız dört erkek. Ben evin en büyük beşinciydim. Benden sonra dört kardeşim daha vardı ta ki bir önceki sene pekte amansız olmayan bir hastalıktan dolayı kaybettiğimiz, benim küçük meleğim 1,5 yaşındaki Nurcan yaşamını yitirene kadar.
Annem yaşasaydı acaba Nurcan da yaşar mıydı?
Annem onu doğururken yaşamını yitirdiği için mi o da yaşayamadı?
Annem onu mis kokan koynuna hiç bastıramadığı için mi onu erkenden yanına çağırmıştı?
Sorular büyütüyordum kafamda.
Karla kaplıydı yollar Nurcan ateşler içinde yanıyor ve ağlıyordu o ağladıkça kar daha da hızlı yağıyordu. Kar hızını artırdıkça içimdeki alev kor oluyor yüreğimi yakıyordu. Yapamamak hiçbir şey, bu kadar acı olamamalıydı. Bir can değil miydi istenen, altın tepsi ile sunuyordum ellerimle ama olmuyordu. Almıyordu kimse beni onun yerine.
Ağlamayı bir an kesti Nurcan, dileğim kabul mü olmuştu acaba? Gözlerimi sonsuza bıraktım, birden değişti renkleri, dünyanın.
9 kardeştik yine ama. Artık 4 kız 4 erkek 1 de melek.
Köyümüzde ilkokulun olması nedeniyle ben ve tüm kardeşlerim ilkokulu okuduk. Fakat ortaokul ve lisenin köye 30 km ilerde bir kasabada olması, köydeki maddi durumu iyi olan aileler dışında kimsenin öğrenim hayatını devam ettirmesine imkân sağlamıyordu. Sezin ile kurduğumuz hayalin dışına çıkacak olursak, benim en büyük gerçeğim doktor olamamak değil, çok istememe rağmen okuyamamaktı.
Bir kaç dönüm tarla, birkaç büyük ve küçükbaş hayvan, yaz boyunca üretir kış aylarında tüketirdik. Bu kısır döngü gibi görünen hayat mücadelemiz, belki hayatımızı idame ettirmemize yetiyordu ama hayatın bu hızlı debisi içerisinde bizden alıp götürdüklerini, bize hissettirmemek adına, gözlerimizi bağlamak yerine, bizi bu imkânsızlığın otağına prangalamak yolunu seçmişti adeta.
Babam kaderi kabullenmek olarak algılıyordu. Bize de sık sık bu konuda öğütler veriyordu. Çok zaman kızıyorsam da, yaşadığı bu kadar kötü duruma karşın hala başı dik hala çocuklarının başında hala ayakta durabiliyor olması, onun kaderi kabullenmek değil de, aslında kendi içerisinde geliştirdiği bir savunma mekanizmasından ibaret olduğunu yansıtıyordu belleğime.
Annemin ismi Nur'du. Babam ilk kez bir çocuğuna ismini kendisi vermişti. Bizim meleğimiz Nurcan. Canımdan cansın diye severdi, onu. Kardeşler arasında ilgisini şeklen ifade edebildiği tek kardeşimizdi. Nurcan'ın hayata annem gibi erken veda etmesi ardından, babamın sesini hiç duymadım desem yeridir. Suskunluğa sığındı. Kendi sesinden korkar hale geldi, bilemiyorum ama hissettiğim kadarıyla bu şey korkmaktan daha beterdi.
Aradan geçen 17 seneden sonra bugün, geriye baktığımda evimizin önünde duran o arabanın hayatımdaki büyük değişikliklerin müjdeleyicisi olduğunu, o anda hiç fark edemediğimi anlıyorum.
Hatta beni ve küçük kardeşim Veli yi alıp götürmek isteyen dayıma düşmanca gözlerle baktığımı. Annem ve Nurcan'ın acısından henüz kendimi sıyıramamışken, tüm ailemi kaybetmek zorunda bırakılmanın verdiği sancı şuan itibariyle izleri geçmişte olsa, hala kalbimin üzerinde buram buram sızlamakta.
Kızım bu sizin için en iyisi, okuyacak ve dilediğiniz gibi bir yaşam süreceksiniz derken babam. Gözlerinden düşen damlaların, o büyük 2 aşkını kaybettiği ve inadına akmasına izin vermediği gözyaşlarıyla beraber o güne sakladığını ve aslında akmak isteyen nehrin önündeki engeli kaldırınca, bir nehirden nasıl bir okyanus gibi çağlayabilirin, en acıklı göstergesiydi. Islanan haykırışları hala ve her yağmurda sel olup beni o güne o ana sürüklemekte.
Bu gün. Ben, Dr. Hazan BEYAZ olabilmemin ardında yatan acıların en önemli kısmını omuzlarında taşıyan babamı geçen sene kaybettim. Son nefesinde, bana elveda derken ne kadar mutlu olduğunu, aslında bu gidişin diğerleri gibi ayrılık değil kavuşmak anlamına geldiğini söyledi.
Sezin, can arkadaşım. Birkaç tehlikeli nöbetten sonra tedavisinin orada gerçekleşmeyeceğini anlayan babasının verdiği ani bir kararla, aynı şehrin başka yakalarında olsak da beraber olma imkânının mutluluğunu yaşabildik. Kurduğumuz hayallere, yaptığımız biraz değişikliklerle kaldığımız yerden devam ettik. Dün beraberdik inşaat mühendisi Sezin ile ve ?hastane okul' adı altında bir projenin son ayrıntılarını gözden geçirdik.
Annem Nur, meleğim Nurcan ve babam. Hissettiğim kadarıyla yeniden kurmaya başladılar geçmişimizi. Tepelerden akıp soframıza, tenceremize ve kaşıklarla içimize çektiğimiz o yabansal rüzgârların hiç tükenmediği evimizdeler şimdi.
Tersine işlemesi için dua ettiğim bu zaman tüneli içerisinde. Umudum o ki acılarımız mutluluğa dönüşecek, ölümlerimiz doğuma. Babamın dediği gibi bu yollar artık ayrılığa değil kavuşmalara vesile olacak. İmkânsızlıklarımız da batan güneş, filizlenmiş onlarca başakla beraber sonsuz birlikteliğimize, hiç batmamak üzere doğacak.