Adonis
Bir Garip Zer Hikayesi
Sana yapmak istediklerimi kendim anlatmayacağım. Tüm anlatılarımı Tanrı üzerinden yapacağım. Bak o zaman gör nasıl akıllı olduğumu.
Ey cehalet! Seni sevmediğimi söylemişler. Hepsi yalan… seni o kadar çok sevmeseydim, yanında kalır mıydım hiç?
***
Zaman… anasının Zer’i daha doğurmadığı zamandı ortalık çok kaba ve karışıktı, karışıklıkta “gebe” olmanın iyi bir şeyler doğurabileceği düşüncesine kapıldı, bu pekala insanlar için fırsata dönüştürülebilirdi. Kim, neye, nereye gideceğini pek bilmiyordu. Sosyal anarşi yani kabalık hüküm sürüyordu kimileri buna özgürlüğün olgunlaşmış “en üst hali” diyorlardı. Yanlarında Pombei’nin deformal sapkın çocukları bile vardı.
Zaman çok net olmamakla birlikte milattan 1000 yıldan daha öncesine dayanıyordu. Ayrıcalıklı kesim “mülk, yönetim ve yönetim düşüncesini elinde bulunduran kesim” kendilerini aşağı olandan ayırdılar, her yönüyle yukarının en azından açılmış şeklinin bir iz düşümü ve bir benzeri olarak gördüler. Sonraları bunlara Arisler, dediler.
Bu büyük kargaşayı savaşa çevirmek ayrıcalıklı kesim için yönetilebilir bir şey olarak görüldü. Ortaya bu savaş fikri atıldı, böylece Arisler’in tek taraflı savaşı başladı bu öyle bir savaştı ki tarih boyunca hep sürdü, kimse farketmedi. Arisler yaşamı satın alanlardı ve bunu çok ucuza yapıyorlardı hatta hiç alım maliyeti bile yok denilebilirdi.
Çok ilginç bir şey yaptılar Arisler, kendileri için bu bereket savaşını “din” haline getirdiler. Halk, bir tür sidikten oluşan içkiler içiyordu. Bunu da deve, sığır gibi hayvanlar kurban olarak seçiliyor, bunlardan elde edilen içkiler üretiliyordu. Bunu Haoma adlı ritüelle yapıyorlardı, kurbana bir otla yapılan ilacı yutturduktan sonra bir tür fermente oluyordu idrarı. Bunu kutsal içki diye içiyorlardı, Arislere şükranlarını sunuyorlardı tapınak ve sunaklarında.
Bir kadın, yaşlılığa yakınca bir kadın, gebe kadın bundan rahatsızdı… kendini gelecekte gelecek olan “Meryem” gibi hissediyordu kendi bedeninde. Bakire doğuruşu yapmayacaktı çünkü onun bir kocası vardı, Hintli bir “fakir”di… Bu yüzden bakire değildi oğlu da ilahi özellikleri taşımayacaktı. Ancak ters yüz edilmiş zamanın “Mesih”i olabilirdi hepsi o kadar.
Zer’in anası zamanından önce sancılandı… Şifacı ve tedavi edici kadınlar otlarla rahatlamaya çalışırken, Zer her olup biteni anlıyordu. Duyuyor, görüyor, hissediyor ama konuşamıyordu, acı verici ve sancılıydı doğuşu kendisi için. Zamanın akışkanlığını hissedene kadar suskun kalacaktı kutsal kasede şifacı kadınların her türlü eziyetlerine rağmen.
Falcılar Arislerin kulağına bir anarşistin daha doğduğunu söylediler lakin öyle böyle değil Hintlinin karısından doğacak bu anarşist “töre”yi değiştirebilecek yetenekte olacak. Kanlı kurbanlarımızı ve Ponteon’un total değişimini yapan gücümüzü elimizden alacak.
Arisler, falcıları küçümseyerek sırıttılar…
“Peh!... Biz Asuralar ve Devaları da yanımıza çekmişiz üstüne de “sidik içkisi” içirdik miydi halka… anarşistin feriştahı gelsin isterse, neyi nasıl değiştirecekmiş, bu Zer oğlan.”
“Siz bilirsiniz ulu Aresler… Lakin bana da az kulak verseniz iyi olurdu, dedi falcılardan biri. Hintli’ nin karısı yaman avrat, o bir çok “ışık”a da gebe benden söylemesi…”
“Falcı mısınız kahin misiniz neyseniz, siz danışmanımız değilsiniz ki bize akıl veresiniz. İşimize burnunuzu sokmayın… siz bizim diyeceklerimizi halka “gaipten haber” verenlersiniz. Siz, bizi gelecekte gelecek olan Firavun’la karıştırdınız herhalde Musa’da bizim Yusuf’ta. Bizler zaman farkını silicileriz…”
Ve Zer İran’da doğdu…karanlık ürktü, ürken karanlık ışığa alan açtı, bu alanı iyilik kapladı. Çok çabuk serpildi Zer.
Zer yeni yetmeliğe adımını atınca çevresine kendisi gibi kanı bitlenen, enerjisi kabaran, palazlanmış gençleri topladı. Vaazlar vermeye başladı, çok hızlı yayılan Tanrısız bir cemaat oluşturdu.
“ Arislerin işi iş değil… gidişat kötü reform gerek yenilik gerek bir de bize yutturdukları haomayı reddelim. Reddelim ki halk haomanın etkisinden kurtulup kendine gelsin.”
Zer’in babası ticaretle uğraşırdı gelirleri orta sınıfın haylice üstüydü, eğitimi zamanına göre az buz değildi epeyce mürekkep yalamışlığı vardı. Bu gelişmişlik oğluna olan öz güvenini de tetikliyordu.
Bir gün yola çıktığı ticaret kervanı, haber salınan haramilerin sinsi saldırısına uğrayınca Zer, parasız pulsuz ve de babasız kaldı.
Karalar bağlamak alt sınıflara özgüdür, onlar ya dizini döverler ya kızını ya da kızanını…alt sınıfın gelişmişlik gösteren fırlamaları var ya… Hah işte onlar, her şeyi tehdit eder hale gelirler. Bunlar en tehlikeli insan tipidir, efendiler korkar hep tiplerden ve dizlerinin dibinden ayırmazlar, düşmanım gözümün önünde olsun misali.
Arisler ne bilsin yıllar sonra ta… elli kuşak ötesi torunlarının böyle söyleyeceğini…saflık işte.
Taş evin yüksek duvarla çevrilmiş avlusunda acılarını içine gömen Anası Zer’e sordu.
“ Ne düşünüyorsun?”
“Bak anacığım! Bizler bedelimizin karşılığı değiliz. Evrende hiç bir şey saçma ve değersiz değildir kötülük bile…her şey kendisiyle değerlendirilir.” Bunu Zer değil Zer’e ben söyledim…İlerde çok işine yarayacak.
Anası “Anladım oğul, dedi. Hadi var git işine, tuttuğun altın olsun gadasını aldığım gurban olduğum, ayağına taş değmesin de şunu da unutma, harfler bilimi ve sayılar bilimi diye bir şey var desem senin zihninde “ne” canlanır.”
“Ana gız… bu dediğin gelecekte benden araklayacakları yeni eflatunculuğun ana kümesini oluşturan idealar değil mi?”
“Öyle amma Arisler çoktan kapmış bu fikri.”
Haydaaa…nerden çıktı ya hu bu. Deme öyle… adamları neredeyse haklı çıkaracaksın.
“Vallaha, diyom beri bak. Bir konunun aslı astarını anlamak için o konu ile ilgili orjinale bağlı ek düşünceler üretmek yerine yapay olana bakıp üst olanı anlamaya çalışmak insanı yanılgıya götürür. Ek düşünceler, o konuya nüfuz etmenin en doğru yoludur. Bu düşünceler analitik de değildir. Alt ögeler analitiktir.”
“Hoppala yavrum yaz geldi bu laflar “bayağı”lara zor geldi.”
“Bu söylediğimizi anlamak bazı beyinlerde özel bir güçlük oluşturabilir fakat bu bizim söyleyiş tarzımızdan değil kişinin kendisini “görünen”i dışsal olarak yorumlama yeteneğine mahkum etmesinden kaynaklanır. Bunu inkar beyhudeliktir, be oğul.”
“Anacığım senin arifliğin benim alimliğimle birleşmeli yani diyorsun ki Pisagor, Timaos adlı eserinde konunun acunbilimsel (kozmolojik) bölümünü değil fikirler kuramı (idea varsayımları) ile ilgilenmiştir.”
“Hadi var git işine o zaman oyalanma.”
Zer harekete geçti… Bir halt yapacağından değil ya.
İnsansı Tanrılar olan Areslere savaş açtı. Monoteizmi ve düalizmi yaymaya başladı. Areslerin organik aile bağlarını ortaya dökerek onların Tanrılar olmadığını bir kan bağı ile de desteklenen organizasyon birlikteliği olduğunu halka anlattı. Yanı başına topladığı sofistleri bile ağzı açık kaldı, hayranlıkla onu dinliyorlardı.
“Lan, dedi. Bunlarda bi numara yok sizi kandırıyorlar.”
Areslere, Alamut kalesinin Hasan Sabbah’ı olmamak için Budist metinlerin “Yasht” (Tanrılara yönelik ilahilerini) söyledi. Karanlık çoğalan ışıktan ürktü… Karanlık sönmeye başladı.
Zer sofistlere döndü, “halk ukalalığı”nın tipik örneğini sundu.
“ Bakın gördünüz mü beş dakkada karanlığı nasıl da kıstım.”
Aresler “Vela havle, çekti. Al başına belayı”…demediler.
Üzerimde büyük bir gerginlik vardı, halka acıyanlar bana kızıyorlardı. Lakin bilge ruh insanların mantıklarını çekti üzerinden ve bana “hadi gel buraya bak şu insanlara,” dedi zihnimdeki bilgileri hatırlatarak. Gördüğüm şey beni biraz gerdi ve ürküttü geriye sadece hayvanlar kalmıştı “kendisi”ni terk eden insanlardan. Bir karınca kolonisi izlemiştim, onlara benziyorlardı diyecektim ama bünyelerindeki “insan virüsü”nü hatırladım her an pasif evresini tamamlayabilirdi.
Pazarın kapısına dayanmış kısacık etekli, kargacık burgacık yüzü boyalı karman çorman ruhuyla Ce’vriye’yi gördüm ağlamaktan sümükleri su gibi olmuş, sürmeleri çenesine kadar sızmıştı. Beni fark etti gözyaşını gizlemeye çalışırken.
“ Sen benden zamane küçüğüsün Mehmet amca ama söyle Edjer’e ( tarihteki ilk kominist terörist) Mani hepimizi kandırdı.”
Ne olursan ol. Sen benim geçmişimsin… kurtulmak ne zor ama ben böyle bir şey istemiyorum zaten… bu yüzden beyaz gölgeler etrafımda dolaşırken birikimlerinden dolayı kendilerine “yüksek haz”cılar denilen sosyal sinobistler, bizleri siniklerin kokusu kadar sevmiyorlar. İçlerindeki bu nefret kendi gözlerini bile yakıyor ve sonra uyanıştan bahsediyor aptallar.
Ce’vriye üzülme sen…Yiğit savaşçıların içkili eğlenceleri tez biter ve kendilerine çabuk gelirler. Seni o kült’e evirenlere tepki olarak soyunduğun bedenin Aresler karşısında “yoldaş”larının utanç belgesi olarak duracaktır.
Onlar “orfik devrim”in piçleri bile olamazlar.
Zer’in karma onuru bile bunları kurtarmaya yetmedi. Dünyadaki kötülük problemini tümellik olarak inançların içinde görenler tekil çözümler üretmekten dahi acizdir.
Ce’vriye, yoksa Ce mi demeliyim, bak sana ne anlatacağım… iyi dinle bizim kız. İntikam mı intihar mı sen karar ver.
Evrene yüklü olan kötülük problemini yok edecek olan “yedi yardımsever ölümsüzler” ruhu şunları söylüyor.
“İyi düşünce…”
“Kusursuz gerçek…”
“Arzu edilen ağırbaşlılık…”
“Yardımsever dindarlık…”
“Bolluk…”
“Ölümsüzlük…”
Bunlar yedi ahlaki tercihlerdir. Büyük müjdeleri haber veren “bilgici” Kerdir, gerçekte ise O ateş rahiplerinin ele başıdır.
Kerdir, Zer’in bıraktıklarını onarma adına hareket eden Erdeşir’i dost kabul ederek Mani’ye ulaşır ve hapse attırarak işkencelerle öldürtür. Ve böylece Kerdir’in korkunç devri başlar, ilginç olan neydi biliyor musun… Kerdir’de, Arislerdendi. Ve iyilik adına hareket ediyordu…
Her iyilik adına hareket eden iyi değildir. Bazense kötülük kendini ortaya saçsa bile o iyilik olarak algılanır.
Arisler meydanda toplanmış halka seslendiler, ellerinde kutsal idrar vardı.
“Biz sizi kandırdık ve aldattık.”
Müthiş bir alkış koptu, sanki yer yerinden oynadı.
“ Siz, bizim kölemiz olan aşağılık yaratıklarsınız.”
Yine çılgınca alkışlandı Arisler.
Zavallı Zer kazandığını zannettiği anda kaybetti. Kendileri için harekete geçtiği “halk”a çok güvenmişti…
Zer dedi ki “ben bu kadar basit miydim ki yanıldım yoksa benim yenildiği mi düşünen beyinleriniz mi basitti.”
Bu söz; büyük, gizemli bir sözdü…
Cemaatinin başına tekrar geçti “Tanrı ne derse onu yapacağım.”. Lakin Tanrı, kendisini tanımayan Zer’e bir sınava tabi olması gerektiğini söyledi.
“ Yaptıklarım için bana eziyet mi edeceksin?”
“ Yarattıklarıma yapmaları gerekenler için yardım etmek varken neden eziyet edeyim ki? Eylemi yaratan benim…”
“Haklısın…”
“Yapman gereken şu; Zürvan’ı ikna et. Benim huzuruma öyle gel.”
Zer çaresizlik içinde bu şartı kabul etti.
Zürvan cismani bir varlık değildi ve çok zeki idi. İnsansı da değildi… Tanrı’ya bin sene kurbanlar kesmişti.
Tanrı’dan oğul istiyordu. Zürvan ışıksıydı (nurani) bu isteği karşılıksız kalmadı. Rahmi iki oğula gebe kaldı, “Ahura Mazda ve Ehrimen” doğdu ikiz olarak. Zürvan insansı olmadığı için cismani de değildi bu yüzden doğan iki oğul liderlik yarışına değil “ilahlık” yarışına giriştiler. Yarış o kadar şiddetlendiki akıl almaz şeyler yapıyorlardı.
Ahura Mazda ortalık yerde Zürvan’ın rahmini açacağını böylelikle ona daha yakın olacağını Ehrimen’e söyledi.
Sır; taşımayamayanlar için büyük bir yüktür.
Ehrimen, Ahura’ya pis kokular sürer, Zürvan’da bu pis kokuları ve karanlığı reddeder.
Zürvan’ın pis kokulu ve karanlık olarak nitelendirdiği Ahura Mazda, Ehrimen’e yenilir. Ehrimen’in dokuz bin yıllık hakimiyet dönemi başlar. Her ikisine de Tanrısallık atfedilir. Ama Ahura Mazda sırasını beklemektedir.
Olup biteni izleyen Zer, her iki özelliği de öğrenir. Zervan’ı dünyanın bilge kişisi yapacağına dair söz vererek onu kendisine kefil olması için ikna eder. Oysa Zervan, Zer’den sonra yaratılmıştı.
İnsan olma özelliğine kavuşan Zer’in bir yanında Ahura Mazda diğer yanında Ehrimen vardır artık.
O, aşağıya inmiş ve her yönü kendisinde toplamıştır, açık bıraktığı ya da kapsamadığı bir alan yoktur. İradesi ile “isteyen ve toplayan” sorumludur, sorumluluktan kaçamaz.
Tanrı, Zer’e Arisler’e karşı kendisinin yanında olmayacağını bildirdi. Çünkü kendisinin aynı zamanda Arislerin de Tanrısı olduğunu ama Zer’in karşısında da olmayacağını söyleyerek tarafsızlığa çekileceğini söyledi. Zamanı ve mekanı size bırakıyorum, dedi.
Tarafsızlık büyük bir yardımdır aslında… Lakin bir kararı başkaları adına vermek ve bu yardımı başkaları adına kullanmak büyük bir bencilliktir. Bu sözde yanlışlık yoktur…
Ve böylece Zer ile Arisler’in savaşı yeniden başlar.
Ce yüzüme tuhaf tuhaf baktı.
“İyi de bunun benimle ilgisi ne?”
“Eben Iraz var ya konu komşunun evine sığınmış son dönemlerinde.”
“ E…”
“ Her öksürdüğünde bulurlarsa bir bandırma (bir tür lokum) parçası vermişler zavallıya oysa diyabetmiş kendisi zaten şeker hastalığından ölmüş.”
“ İyi işte gebermiş çektiklerimin “nedensel karı”sı.”
Acının niteliği önemlidir niceliği değil. Niceliksellikle birlikte acı sadece özneler için ortadan kalkar, nesnelliğe dönüşürse acı nitelikleşir.
Ne garip değil mi acıları öznelerin beklentileri üretir. Kaynağı öznenin kendisidir, tıpkı kötülükler gibi.
İnsansı idealler peşinde koşanların cemaatleri Tanrısızlaşırlar ve Ehrimen’e oyuncak olurlar, kendi içlerindeki savaşı bile yönetmekten aciz olanlar başkalarının içlerindeki savaşlarına yardım etmeye koşarken başka bir şeye dönüştüklerini bile fark edemeden bundan garip evrimsel bir haz alırlar.
Önce Ehrimen’e değil Ahura Mazda ya ulaş ki, Zervan’ı anlayasın. Böylelikle iyilik kazansın…
Falcılar iyice huzursuzlanmıştı, bir kez daha Arisleri uyarma ihtiyacı hissettiler.
“ Ürettiğiniz Atlaslar yoruldu, belleri iki büklüm oldu ve Zer gitgide güçleniyor.”
Arisler toplantıdan yeni çıkmışlardı ve yine alaycı idiler.
“ Ey falcı başı “yol” nedir bilir misiniz?”
“ Evet, dediler. Sayın Aresler.”
“ İşte biz o yolların da efendisiyiz… zaman farklılaştırıcı ve yol çizicileriz.”
“ Ama efendim Zer çok güçlü”
“ Siz masallarımızı anlatmaya devam edin, düşünmeyin. Zer’in bizim için kötülük üreten akıl verici şeytanı bizim iyilik meleğimizdir. Biz onları sadece Zer’e değil iyilik ve inanıcıların peşine de takarız, umduğumuz yararlanmaya ulaşırız veya hayal kırıklığına uğrarsak bu peşine takmaları yapanın Tanrı olduğunu söyleriz.”
Falcılar sustu… bizler cahiliz ulu Arisler bizleri bağışlayın. Biz sadece halka inanacakları şeyler söyleyen “bakımdar ve ileticileriz” bundan ibaretiz irademizi bile size teslim ediyoruz.
Zer dünyanın üzerine çıktı bir elinde monoteizm diğerinde düalizm vardı. Arislere bağırdı.
“İnsanlık tam olarak “karşıtlığı” anlayınca elimde tuttuklarımı üzerinize atacağım. Ve Cevriye ayağa kalkacak.”
Tanrıya döndü.
“ Ben sözümü tuttum.”