Ah Doris Ah

Murat, elli yaşlarında, evli iki çocuk babasıydı. Emekli olmasına rağmen hâlâ özel bir şirkette işçi olarak çalışıyordu. Küçük oğlu Sinan, liseye yeni başlamış, büyük oğlu Mehmet üniversiteye hazırlanıyordu. Mehmet'in üniversiteyi kazanması için evde hummalı bir çalışma vardı. Hem dershaneye gidiyor, hem çok zayıf olduğu derslere eve hoca geliyordu. Bu masraflar Murat'ı oldukça zorlasa da oğullarının geleceği her şeyden önemliydi onun için.

Yastık altındaki gizli hazinelerini, ağır ağır harcamaya başlamıştı bile. Artık daktilo dönemi bitip, bilgisayar dönemi başlamıştı. Murat da oğullarına ders çalışmaları için hemen bir bilgisayar aldı. Oğlanlar artık derslerini bilgisayarda hazırlayıp, yazıcıdan kolayca çıkarabiliyorlardı. Ne olduysa, eve internet alındıktan sonra olmuştu...

Çocuklar ?aradığımız her bilgi elimizin altında olacak, anında ulaşacağız, kimseye ihtiyacımız olmayacak.' Diye ısrar edince, ?her şey çocuklar için' diyen Murat, hiç düşünmeden eve interneti aldı. Daha önceleri, bilgisayarın başına sırayla oturan çocuklar, artık hiç kalkmayıp, ?yok sen oturmayacaksın, yok ben oturacağım' kavgalarına başlamışlardı. Murat ise, henüz internetle tanışmadığı için, çocukların neden kavga ettiklerini bir türlü anlayamıyordu. Kavgaların ardı arkası kesilmeyince, bir bilgisayar daha alıp, sorunu kökten çözmüştü Murat; fakat bu defa da oğlanlar odalarına kapanınca, anne ve babası çocukların yüzüne hasret kalmıştı.

Karı-koca kendi kendilerine vakit geçirmeye çalışıyorlardı; ama oğullarının da bütün gece o bilgisayarların başında ne yaptıklarını açıkça merak etmeye başlamışlardı. Bir akşam Murat, sessizce küçük oğlu Sinan'ın odasına konuk oldu; ama Sinan bilgisayarda kız arkadaşı Bahar'la cam sohbeti yapıyordu, babasının hemen arkasında olduğunu görmedi. Birbirlerine öyle güzel aşk sözcükleri fısıldıyorlardı ki, Murat, bir an yıllar öncesine dalıp gitti.

O yıllarda Karadeniz'in ücra bir köyünden İstanbul'a yeni göç etmişler, liseye İstanbul da başlamıştı. Murat hem çevreye, hem okula ayak uydurmaya çalışırken, bir de yabancı dille cebelleşmeye başlamıştı. Ne kadar uğraştıysa, yabancı dili bir türlü çözememişti. Bu konuda okulda tek sayılmazdı da. Onun gibi hatırı sayılır çocuk bu derste zorlanıyordu. Okul bu duruma bir çözüm arayışına girdi ve hemen bir çözüm buldu. Çocukların öğrenmeye çalıştıkları dile göre yabancı çocuklarla mektup arkadaşlığı ayarladı. Murat'ın payına da İsveçli Doris düştü.

Murat'ın heyecanına diyecek yoktu. Hem bir kız arkadaşı olacaktı, hem de mektup arkadaşı sayesinde yabancı dili daha çabuk öğrenecekti. Böylelikle bir taşla iki kuş deyimi gerçekleşmiş oluyordu. İlk iş olarak İngilizce bir sözlük alıp, okunaklı bir mektupla kendini tanıtarak verilen adrese ilk mektubunu postalamak oldu. Mektup gitmiş ve heyecanla cevap bekleme devri başlamış oldu. Nihayet beklenen mektup geldiğinde, elleri titreyerek mektubu açmış ve içinden mektupla birlikte, sütun bacaklı sarışın bir afet resmi çıkınca heyecandan bayılacak gibi olmuştu.

Defalarca mektubu okumaya çalıştı ama mektuptan pek bir şey anlayamadı. Sözlük yardımıyla, anlayabildiği kadarını anladı. Fotoğrafı evire çevire inceleyip iyice baktı ve hemen detaylı bir mektupla cevabını yolladı; tabi kendi fotoğrafını da koymayı unutmayarak. Bu durum onda yabancı dil öğrenmek isteğini iyice kamçıladı. Demek ki öğretmenler doğru yoldaydı ve çocuklara yabancı dili bu şekilde sevdirmeyi başarmışlardı. Murat, Doris'le, askere gidinceye kadar mektuplaşmayı sürdürdü. Askere giderken adresini almayı unuttuğu için, bir süre mektuplaşmaları kesildi; ama izne gelince doğru odasına ve mektuplarına koştu. Bir an önce mektuplarına kavuşup, yenilerini yazmak istiyordu. Ne olduğunu anlamadan bu kıza vurulmuş, onsuz yapamayacağını düşünmeye başlamıştı. Koştu koşmasına da mektupların yerinde yeller esiyordu. Hemen anasına sordu:
-Ana, benim odamda mektuplar vardı, onları ne yaptın anam?

Anası, oğlu askere gidince odasını bir güzel toplamıştı. Kendi deyimiyle, dip bucak temizlemiş ve bir sürü ıvır zıvır atmıştı. Bu ıvır zıvırların içinde Murat'ın mektupları da vardı. Annesi düşündü ve hemen cevabını verdi:

-Ne mektubu oğul? Odandan bir çuval künge, gübür çıkardım. Ne bulduysan doldurmuşsun, bak ne güzel tertemiz oldu odan.

Murat yere çöktü, hayalleri avuçlarının arasından uçup gitmişti sanki. Ağlamak istedi, ?ah Doris ah, ben seni nasıl bulacağım şimdi?' hışımla anasına bağırdı:

-Ne çöpü ana, mektuplarımı atmışsın!

-Aman oğul, altı üstü kağıt değil mi? Yazıver yenilerini.

Murat'ın çırpınması boşunaydı, annesi bir türlü anlamıyordu ya da anlamak istemiyordu. Böylelikle Doris'le olan mektup arkadaşlığı da tarihe karışmıştı. Doris'e ulaşmak için ne kadar çabaladıysa da ona ulaşamamış, bulamamıştı. Murat askerden dönüşünde annesinin bulduğu bir kızla evlenip yuvasını kurmuş, Doris defteri böylelikle kapanmıştı. Şimdi oğlu Sinan'ı kız arkadaşıyla sohbet ederken görünce, hemen aklına sevgili Doris'i gelmişti. Aslında hiç unutmamıştı ya...

Murat oğluna görünmeden gerisin geri odasından çıktı; ama ertesi gün tekrar odasına girip, internet hakkında bir sürü soru sormaya başladı:

-Anlat bakalım oğul, bu internet denilen şey ne işe yarıyor? Bir de bana tarif et bakalım.
Sinan hemen bir sandalyeyi babası için getirip, babasını yanına oturtarak anlatmaya başladı:

-Bak baba, önce ne bulacağız ona karar verelim. Mesela; Atatürk nerde ve hangi tarihte doğdu? Hemen google yazıp tıklıyoruz. Bak gördün mü, hemen çıktı. Ekrandaki bilgileri gören Murat hayretler içersindeydi:

-Vay be! Sahiden de hemen buldu be! Hadi başka bir şey bul. Şunu mesela, ananın yaptığı baklavalar hiç Antep baklavasına benzemiyor, Antep baklavası tarifi ara.

Sinan Antep baklavası tarifi diye yazıyor ve anında ekranda.

-Ne güzel şeymiş şu meret kutu ya!
Aslında sormak istediği konu çok başkaydı ama bir türlü konuya girip soramıyordu.
-Başka bir hüneri var mı bu meret kutunun oğul?
Oğlu babasına bakıp:
-Olmaz mı baba... Bak şimdi, Facebook diye bir site var, orada eski arkadaşlarını bulduğun gibi, yeni arkadaşlarda edinebilirsin.
Murat heyecanlanmıştı:
-Sahi mi lan? Nasıl olacak o?
-İstersen Facebook seni üye yapayım, eski okul arkadaşlarını bulursun olur mu baba?

Murat'ın da duymak istediği sözler tam da bunlardı. Kalbi heyecanla çarpmaya başladı ve:
-Yap bakalım oğul, liseden bir sürü arkadaşı kaybettim. Hepsi de çil yavrusu gibi dağıldılar. Belki içlerinden bazılarını bulursam ne iyi olur.
Sinan hemen babasını Facebook üye yapıp, babasına siteyi nasıl açıp kapatacağını öğretti. Arkadaş olarak da birkaç kişiyi ve kendini ekledi. Murat sevincinden sabahı zor etti, oğlu okula gidince, doğruca oğlunun odasına koşup bilgisayarı açarak Facebook şifresini yazarak sayfaya girdi ve, ana sayfaya heyecanla yazmaya başladı.
?Sevgili Doris, seni yıllardır aramama rağmen, senden otuz yıldır haber alamıyorum. Seni hiç unutmadım. Adresini ve mektuplarını bir şekilde kaybettim ve bağlantımız koptu. Şimdi tek umudum burası. Beni görürsen cevap yaz. Seni çok özledim Dosri çok!'

Murat yazıyı bitirince heyecanla paylaş seçeneğini tıklayıp Doris' den gelecek cevabı beklemeye başladı. Akşam Sinan okuldan gelip bilgisayarı açınca, ana sayfada babasının paylaşımını okuyup şok oldu ve hemen babasını yanına çağırdı.

-Baba, bu da ne?
-Ben onu sen okuyasın diye yazmadım ki, Doris okuyacak. S..tir oradan eşek sıpası, benim Facebook neden karıştırıyorsun bakalım.
-Ama baba, sen onu ana sayfada paylaşmışsın, ben değil herkes okuyacak. Şöyle yapacaktın...
Diye gösterirken, annesi odaya girdi:
-Baba oğul ne yapıyorsunuz bakalım siz? Sesiniz ta salona kadar geliyor. Doris de kim?

Murat afallayıp, eli ayağına dolaştı. Ne yapacağını nasıl cevap vereceğini şaşırdı. Zaten Doris kayıptı, şimdi bir de kıskanç karısını kaybedebilirdi. Bir an sustu; ama kadın susmuyordu:

-Doris kim dedim size?
Sinan baktı ki bir aile faciası yaşanmak üzere, kıvrak zekâsıyla hemen bir çözüm üretti:
-Doris mi, benim Facebookdan arkadaşım.
-Nasıl arkadaşmış o?
-Aman anne! Sen de her şeyi büyütüyorsun, sadece Doris değil ki, benim birçok arkadaşım var.
-Şimdi anlaşıldı, bu meretin başından niye kalkmadığın!
Karısı odadan çıkıp gittiğinde, Murat derin bir nefes alıp:
-Ah be oğul, beni büyük bir sıkıntıdan kurtardın, dile benden ne dilersen.

Sinan arkasına yaslanıp bir süre düşündükten sonra, yüzüne muzip bir tebessüm takınıp:
-Araba!
-Ne!

28 Ocak 2011 8-9 dakika 13 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    Çok nefis anlatmışsınız baba oğul dayanışması tebessüm ettirdi Emeğinze bin sağlık.. Kutlarım içtenlikle.

  • 14 yıl önce

    Güzel bir öyküydü ve günümüzde yaşanılası gerçeklerdi...

    Dil işlevliği çok güzel kulanılmış ve diyalogların yerinde yazıldığı etkin bir yazı.

    Beğenerek okudum

    Sevgili Emine şairimizi yürekten kutluyorum

    Selamlıyorum