Akdeniz'de Bir Çin Lokantası
Mersin’de portakal çiçeği kokuları ve deniz kokusunun düet yaptığı bir bahar akşamıydı. Hava kararmaya yeni yeni başlamış, gökteki parçalı bulutlardaki kızıllık, şehrin üzerinde gece lambası etkisi yaratmıştı. Akşam trafiğinin bulvarlarda fazlasıyla hissedildiği bu günde, caddelerde ve sokak aralarındaki çatal bıçak sesleri kulağımı çınlatmıştı. Korna, rüzgâr ve insan seslerinin baskın olduğu bu ortamda desibeli bunlara nispeten daha düşük olan bu sesleri duymam, kulağımda bir filtre olmasından kaynaklanmamıştı. Apaçık bir acıkmanın belirtisiydi bu. Üstelik apartman dairelerinden gelen envai çeşit yemek kokuları, karnımın gurultusunu daha bir arttırmıştı. Acıkmak için ortamda namüsaitlik yoktu. İvedi olarak bir şeyler yemeliydim.
Kushimato sokağı çevresinde yemek yiyecek bir öğrenci lokantası ararken yakın ahbabım Kaplan’a denk geldim. Bu ne güzel bir tesadüftü! Kaplan, bir kafeteryada tek başına oturmuş filtre kahvesini yudumluyordu. Bu sırada gözleri uzaklara dalmıştı. Yüzünde somurtkan bir ifade; kulağında bluetooth kulaklık… Belli ki kendini hüzzam şarkılara vermişti. Bu ahval içerisinde karşılaşmıştık. Beni görünce yüzü gülümsedi. Uzun süredir görmemişti. Dertleşecek bir dost aradığı halinden belliydi. Kafeteryaya yanına gidip sıcak bir tokalaşma faslından sonra bir müddet meşgalelerimiz hakkında konuştuk. Neden keyifsiz olduğunu sordum. İlkin açıklamak istemese de daha sonra içini döktü.
- Acıktım Emir. Sabah kahvaltısını sağlam yapmamışım. Bu, erken acıkmama sebep oldu.
- Hadi ya! Ben de acıktım. Yemek yiyecek bir yer arıyorum.
- Ben de arıyorum. Daha doğrusu düşünüyorum. Hep tantuni, kebap veya ciğer yiyorum. Farklı bir lezzet arıyorum. Hep bu değil, bu değil diyorum.
- Ben ne olsa yerim. Kurt gibi açım Kurt.
Acıkma muhabbetine bir müddet ara verdikten sonra eskileri yâd ettik. Yaklaşık yarım saatte maziyi tazeledikten sonra günümüze dönüp, acıkmış olduğumuz gerçeğiyle yüzleştik. Bu yarım saatlik sohbette içtiğim bir fincan, salep bana açlığımı unutturacak değildi. Hemen mekândan ayrılıp sokak aralarında yiyecek bir yerler aradık. Kısa sürede de bulduk. Kushimato sokağının iki sokak ötesinde öğrenci kitlesine hitaben açılmış bir Çin lokantası, bizi epey şaşırtmıştı. Ucuz bulup hemen girdik. Mönü her ne kadar kısıtlı olsa da böylesi bir çeşitliliğin şehrimizde var olmasından kıvanç duyduk. Menüde sadece Çin makarnası(Noodle) ve yüksük çorbasının bir benzeri olan wonton çorbası vardı. Bu küçük butik lokantada sadece 2 kişi çalışıyordu. 20 metrekarelik birkaç iskemle ve masadan ibaret bu lokantada Çin makarnası siparişimizi verip beklemeye koyulduk. Vok tavası içerisinde haşlanmış makarnanın et, sebze ve soya sosuyla bir cümbüş içerisinde alevlendirilip pişirilmesi, bizi adeta büyülemişti. Önce gözün doyması demek böyle bir duyguydu. Bu besleyici yemek nihayetinde masamıza geldi. Hemen yemeye başlayıp, açlığımızı bertaraf ettik. Noodle yerken bir taraftan da alışkanlıktan olsa gerek ayranımızı yudumluyorduk. Yemek bitince ve açlığımız dinince hafif tatlı bir uyku hali belirmişti. Bu, benim hep aşina olduğum bir duyguydu. Kaplan’ın da yüzüne renk gelmiş, sırıtmaya başlamıştı. Belli ki o da doymuş ve bir sarhoşluğa kapılmıştı.
Bu köhne Çin Lokantası, uzun yıllar Çin’de okumuş Mersin’li bir girişimci tarafından bireysel çabalarla Kushimato sokağına yakın, kiraların yüksek olduğu bir muhitte, belki de Japonlara nispet yapmak için açılmıştı. Belki bir müddet sonra arz talep dengesinden dolayı kapanacak ve tüketiciler tarafından hatırlanmamak üzere unutulacaktı; ama Kaplan ile yediğim bu akşam yemeği hep hatırımda kalacaktı.
Emir Erten