Alper'in hikayesi / Çocukluk işte / İstanbullu

Biz, pazar yerlerine hava karardığında giderdik çocukluğumuzda, ben pazarların akşamları kurulduğunu sanırım, çocukluk işte...

Annem usulca sokulur bir şeyler konuşurdu pazarcılarla, sonra sebze meyve kasalarının yanına giderdik, kolumdan tutar çekerdi, diğer elinde kirli pazar çantamız, doldururduk ne bulursak...

Okula başladım sonra, zor da olsa gidiyordum, çünkü ayakkabılarım her zaman delikti, utanıyordum, çocukluk işte...

Mahallenin en yoksulu bizdik sanırım, kimsenin durumu iyi değildi ama bizimkisi hiç iyi değildi, kötünün kötüsü durumlar yani. Babam bir dolmuş hattının değnekçiliğini yapıyordu, çünkü çalışamaz durumda engelliydi. Dolmuşçu esnafının insafına kalmış artık, ne verirlerse. Verdikleri ancak babamın sigarasını karşılamaya yetiyordu. Onun bu durumundan da utanırdım, çocukluk işte...

İlkokul öğretmenim vardı, Salih hoca, beni severdi, o da yokluktan gelen bir insandı, bana anlattıklarından anlamıştım o yaşımda. Bazen durumu iyi olan velileri çağırırdı okul çıkışlarında, anlatırdı durumumuzu, defter, kalem, silgi gibi küçük yardımlar içindi bu buluşmalar, bu durumdan da çok utanırdım, çocukluk işte...

Bir gün okuldan dönüş yolunda rastladım Hasibe teyzeye, duruşum o kadar kötü olmalı ki yanından geçerken "du bakem bi sen" dedi. O da sevdi beni sanırım, sayesinde haftanın bir kaç günü simit alma ve yeme şansım oldu. Ne zaman elini uzatsa kara önlüğümün cebine atardı bir kaç kuruş, bu da utandırırdı beni, çocukluk işte...

Çocukluk işte diye biten cümlelerinin bir takıntısı olduğunu düşünmeye başladım Alper'in ama haklı yanları da yok değildi, devam ettim dinlemeye...

İlkokul bittiği zaman anladım hayatın daha da acımasız olduğunu. Küçük yaşlarımda bir beklentisi olmayan ailemin, benden küçük olan beş çocuğu daha vardı yani kardeşlerim ve hepsi bakıma muhtaçtı. Annemin gittiği gündelikçilik işlerinden aldığı paralar kursağımıza bile yetmiyordu. O yaşlarda anladım bir şeyler yapmam gerektiğini fakat ne yapabilirdim, işte onu bilmiyordum.

Mahallenin alt yanındaki bakkala yardım ederdim arada bir, çalışmama rağmen verdiği bir kaç parça çikolatayı alırken de utanırdım, çocukluk işte...

İlk yaz tatili bittiği dönemlerde kapımız çaldı bir gece yarısı, Salih hocaydı gelen evimize, sağ olsun unutmamıştı beni. Oturup anlattı hem anneme, hem babama benim okumam gerektiğini, anladılar mı, anlamadılar mı orasını pek bilmiyorum ama orta okula kaydım için bizzat gelip aldı götürdü beni Salih hoca. Haftanın üç günü okula gidiyor, iki günü kendimce ne iş bulursam çalışıyordum. Müdür çağırmış Salih hocayı, devamsızlıktan okuldan atılacağımı söylemiş, konuştu benimle, aksatma okulunu devam et dedi, dedi demesine de, evde aç olan kardeşlerime de ekmek lazımdı, bunu söylerken de utandım Salih hocaya, çocukluk işte...

Bir akşam vaktiydi, halde kendimden ağır kasaları indirmeye yardım etmiş eve dönüyordum, sokağın başına geldiğimde kalabalık bir topluluğun evin önünde olduğunu gördüm, koşarak vardım evin önüne, bir polis tuttu kolumdan, sokmadı beni içeriye, babam annemi bıçaklayarak öldürmüş, sonra da kendi kalbine saplamış bıçağını, sonradan öğrendim bunları ve utandım yapılanlardan, çocukluk işte...

Koşarak ayrıldım evin önünden, bir daha da gitmedim mahalleye "ben İstanbulluyum diyenlerden daha İstanbulluyum" diyor, arada bir Alper laflarının arasında.

Ne anne kalmış artık hayatında, ne baba, ne kardeş, o gün bu gündür sokakların adamı olmuş. Her şeyini kaybetmiş, zaten var olan şeyler de ne kadar onunmuş belli değil elbet ama söyleyemedim o'na...

Kaybetmediği tek şey utangaçlığı olmuş, hala çok utangaç ve ürkek aynı çocukluğunda olduğu gibi...


Teşekkür etti kahvaltı için, yine utangaçtı...

Kahvaltı yaptıktan sonra vedalaştım kendisiyle, adres sormadım, nasıl olsa bir gün yine karşılaşma şansımız vardı, nede olsa, o daha İstanbullu...

09 Kasım 2017 3-4 dakika 29 öyküsü var.
Yorumlar (2)