Amerikalı 27
-Herhalde Sabancıların ya da Koçlarındır.
-Yanlış bilemedin.Türkiye'de bilinmeyen o kadar çok gizli zengin var ki. İstanbul'daki bir armatöre ait.Adını hiç duymadım.Antalya'daki ise sıkı dur
-Sıkıyım.
Niyazi'nin yüzünde hin bir sırıtma ilk göze çarpan şeydi.. - ALTINMELEK mücevheratçılığın sahibi Mehmet MELEKOĞLU' nun şirketine ait.
-Elbette ya magazin programlarında bu dallamanın oğullarını hep gösteriyorlar playboy diye. Amerikalının oğlu filan falanla diye tabi ya ben bunu nasıl düşünemedim.
-Düşünemeyiz çünkü herif suratını hiç televizyonlarda göstermiyor.Gazetelerden kaçıyor.O kadar medyatik değil.Hatta hiç göstermiyor.Ama şimdi yakayı ele verdi.
-Abi bu adamın hiç mi resmi yok bir bulsana.
-Tamam arama motorlarına girelim bakalım Mehmet MELEKOĞLU yazalım veeee işte olan biteni döksün.Bak İstanbul'daki 2005 takı fuarında boy göstermiş.
Bilgisayarı Suat'a doğru çevirdi.Suat resime dikkatlice baktı.
-Evet işte bu,işte bu adam.
Suat'ın yüzünde güller açıyordu.Ayağa kalktı.Kolundaki serumu çıkardı.Kolundan kan fışkırdı.Niyazi hemen atıldı.
-Abi sen ne yapıyorsun.
-Bir şey olmaz.
Yatak çarşafını aldı iğne deliğinin üzerine tampon yaptı.Dolaptaki eşyalarını giyinmeye başladı.Niyazi'nin telefonu bir kez daha çaldı.Niyazi telefonu açmadan Suat'a uzattı.
-Müdürün arıyor.
-Ver bakalım o ne bulmuş.
Telefonu açtı.Yüzünde bir gülümseme ile kapattı.Niyazi'ye bakarak
-Goldenangelson kuyumculuk şirketine ait bir telefon.
-Bak seen.
-Adam bizi uyutmuş ki ne uyutma.
Suat ayakkabısının bağcığını bağladı.Koridora çıktılar.Suat kolunu çarşafa iyice dolamıştı.Hemşire ile karşılaştılar.Hemşire Suat'ın kolundan tuttu.
-Nereye Suat bey bu gün müşahede altındasınız beyin kanaması geçirme riskiniz var.Hiç bir yere gidemezsiniz.
Suat kibarca hemşirenin kolundan tuttu.
-Gitmemiz gerek acele olarak şu kolumdaki deliği tıkarsanız memnun olurum.
Hemşire baş edemeyince kabul etmek zorunda kaldı.Koşarak pansuman odasına gitti. Suat ve Niyazi hızlı adımlarla Erkan'ın odasına daldılar.Uçuşan perdeler onlara kuşun kafesten uçtuğunu müjdeliyordu.
-Adam tam bir profesyonel ,içimize girerek kaleyi son ana kadar içerden fethetmeye çalıştı.
-Olay açığa çıkınca da aynen arazi oldu.
Camın kenarına geldiler.Çarşaflardan yapılmış ip aşağıya sarkıyordu.Koğuş ikinci katta olduğu için zaten aşağıya inmek özel bir maharet gerektirmiyordu.Bir kez daha aldanmışlardı. Suat Niyazi'ye baktı ve güldü.
-Parapsikoloji ha..peh...
-Abi ben yine de Şevval'e inanırım ama...
-Ciddi ciddi dinlediniz bir de adamı.
-Sanki sen dinlemedin.
-Evet ben de dinledim ve kendimi acayip atlatılmış hissediyorum.Ama bu çekirgenin son zıplayışıydı.Artık kucağımıza düşmesi an meselesidir.
-Biz bunları fark ettiysek onlarda anlamışlardır ve kafesten kaçmaları an meselesidir.Antalya sahil güvenlik ile irtibata geçelim bakalım kotra dönmüş mü yuvasına.
Suat'ın gözleri kapıdaki nöbetçileri aradı.Jandarmalarda komutanlarının peşinden içeri gelmişlerdi.Yüzlerindeki şaşkın ifade korkuyla karışmıştı.Suat hiddetle bağırdı
-Ben ne dedim size.Ben size ne söyledim.
Jandarmalar başlarını önlerine eğmiş sessizce beklemekteydiler.
-Oyalanmayın gidin etrafa bakın çok uzaklaşmış olamaz.
Koşarak çıktılar.
-Bana bakın çok da fazla uzaklaşmayın aynı şey Rüstem'in de başına gelmesin.
Hemşire elinde bir tepsi ile içeri girdi.Suat vakit geçirmeksizin kolunu sıyırdı.Çarşafı bir kenara koydu.Hemşire pıhtılaşmak üzere olan yaranın üstünü gazlı bez ile sardı plaster ile tutturdu.
-Bu işinizi görür Komutan bey.
-Teşekkür ederim hemşire hanım.
Koşar adım dışarı çıktılar.Hastanenin giriş kapısında içeri girmekte olan Enis ile karşılaştılar. Suat şaşırmıştı.
-Hayırdır Enis senin ne işin var burada?
-Komutanım tabanca istemişsiniz.
-Haa tabi ya getirdin mi.Ver.Şarjörleri de ver
İki yedek şarjörü de cebine koydu.
-Enis'ciğim şu cep telefonunu da alayım.Bana bundan ulaşırsın tamam mı.
-Nereye gidiyorsunuz komutanım.?
-Amerikalı kuşunu kafeslemeye.Küçük kuş Erkan'da kafesten uçtu,onu da yakalamak sana düştü.Daha yeni arazi olmuş hastane civarındadır.Önce otogara bak sonra yolu kapattır.Tüm yollar kontrol altına alınsın.
-Tamam komutanım ben onu bulurum.
Suat'ın başının ağrısı kulaklarından dışarı fışkırıyordu.Niyazi'nin arabasına yöneldiler.Niyazi gülerek konuştu.
-Benim arabayı beğenmezsin ama tepesinden de hiç inmesin.
-Kim demiş senin arabayı beğenmem diye uçan otomobil senin araba uçan oto.Hadi arasana şu Antalya sahil güvenliği,hatta il merkezdeki karakol komutanını arat bir ekip göndersin limana baktırsın.
Niyazi bir yandan arabayı çalıştırmaya gayret ediyor diğer yandan telefon ile konuşuyordu.Araba il'e doğru yola koyulmuştu.Suat sabırsızlanıyordu.Bu iş bu gün çözülmeliydi.Suat'ın telefon çaldı
-Efendim muhtarım...evet benim telefon kayboldu...iyi yapmışsın ...evet Enis'in telefonu bende ...bir şey mi diyecektin....Dinliyorum.Süheyl'in hakkında mı..hani şu mezarda öldürülen çocuk ha..kimle...Karadal'la mı...anladım tamam,bende öyle tahmin etmiştim zaten.Çorbacı mı dedin...biliyorum, o da öldürüldü.Tamam muhtarım sağolasın,bir şey duyarsan yine beni bu numaradan ara oldu mu.Hadi kal sağlıcakla...
Telefonun kapanması ile Niyazi'nin konuşması bir oldu.
-Ne oldu abi arayan kim?
-Cinayetin işlendiği köyün muhtarı.Bu ilk öldürülen biri vardı ya Süheyl UYGAR diye...işte onun komşu ilde hangi çete ile işbirliği yaptığını öğrenmişte onu söylüyor.
-Kimle?
-Tabi ki Karadallarla ve çorbacı ile...Puzzle tamamlanıyor,her şey yerli yerine oturuyor..
-İş şimdi bu Amerikalıyı kafeslemekte.
-Nereden geliyor bu Amerikalı lakabı.
-Abi duyduğum kadarı ile bu herif küçük yaşta bir şekilde Amerika'ya kaçıyor,sonrası bildiğin sıradan hikaye işte...Benzincide çalışıyor,araba yıkıyor,kuyumcularda çalışıyor,halıcıda çalışıyor,bir de bakmışsın bu günlere gelmiş zengin olaraktan...
-Bu adam hazinenin peşinde olduğuna göre çok kıymetli bir şeyler olmalı,kaç kişi öldürüldü bu iş için yahu.Şayet bir şekilde ben de ellerinden kaçmasaydım kesinlikle bu adamın varlığından kimsenin haberi olmayacaktı.Ama eksik kalan bir şey daha var.Amerikalı bana profesör Lost diye birinden bahsetti.Bu otuz bin dolar onunmuş.1960 lı yıllarda buralarda yasal kazılar yapmış falan.
-Eee?
-Bu hocaya bir telefon açalım da bakalım soralım.Profesör Lost'u tanıyor muymuş?
-Hangi hocaya?
-Ya üniversitede Sabri hoca yok mu,hani bölgede kazı yapanların başı o.
-İyi sen bilirsin bir faydası olacaksa neden olmasın?
Bu konuşmalar arasında Suat numarayı ezberden çevirdi.Sami Hoca ile konuşmaya başladı.
Telefonu kapattı.
-Abi düğüm çözülecek inşallah .Sami hoca bu profesör Lost'un adını çok duymuş,araştırmalarını okumuş ama yüz yüze bir türlü görüşememişler.Zaten Lost buradayken o daha öğrenciymiş.Araştıracak bakalım beni arayacak.
-İnşallah hadi bakalım Abi bu Amerikalı senin peşini bırakır mı sanıyorsun?
-Sen benim bu adamın peşini bırakacağımı mı sanıyorsun?
-Yakalayacağız dostum sen az sabırlı ol.
-Bak telefonun çalıyor.
Niyazi telefona cevap verdi.Kapattığında yüzü gülüyordu.
-Yat limana az önce girmiş şimdi oradaymış.
-Bak bu çok iyi.
-Abi bu adamın ne yapacağı hakkında bir fikrin var mı?
-Kaçacak,yurt dışına kaçacak.
-Bence de.Ta ki ortalık sakinleşinceye dek.
Niyazi'nin araba asfalt yolda uçarmışçasına ilerliyordu.Suat oturduğu koltuğu yatırdı,arkaya kaykıldı.Bütün vücudu ağrıyordu.Hiç bir ağrı kesici acılarının dinmesini sağlayamamıştı.Niyazi Suat'ın haline acıyarak baktı.
-Dostum sen biraz uyu istersen ben seni uyandırırım.
-Tamam...kaç gündür uyumuyoruz biz?
-3 gün mü oldu?
Suat bayılmıştı.Niyazi konuşmadı.Arabanın radyosunu açtı.Canlı bir müzik duyuldu,dokuz sekizlik ritmik bir melodi....Elleri ile direksiyona vurarak tempo tuttu.
KISIM 14
Niyazi arabasını marinanın otoparkına park etti.Suat arabanın durması ile gözlerini açtı.
-Ne oldu geldik mi?
-Evet geldik.
-Amma uyumuşum ha.
-Bak bakalım senin yat hangisi tanıyabilecek misin?
-Ne kadar çok yat var burada.Böyle bilemem ki inelim.
Kıçtan kara yapmış yatların arasında ilerlemeye başladılar.Yüzlerce irili ufaklı yat limanda bağlı durmaktaydı.Suat tabancasını çıkartmış gecenin karanlığına güvenerek baldırının hizasında taşımaktaydı.Az ilerde yatı fark eti.Yat karanlıkta daha bir haşmetli gözükmüştü gözüne şimdi.Sokak lambalarının ışımadığı noktaları gözeterek yatın dibine kadar geldiler.Görünürde kimseler yoktu.Usulca hiç ses çıkarmadan basamakları tırmandılar.Yattan içeri girdiler.Kamaralardan birinin ışığı yanmaktaydı.Başka da hiçbir yaşam belirtisi yoktu.Civardaki yatlardan kahkaha sesleri yükselmekteydi.Marina aslında çokta tenha sayılmazdı.Niyazi'de tabancasına davrandı.Kamaranın kapısına kadar geldiler.Kapı aralıktı.İki kişi bir masanın etrafında oturmuş kağıt oynuyorlardı.Bira şişeleri açık ve yarılanmıştı.Suat tabancasının horozunu çekti,içeri girdi.Niyazi'de peşinden daldı.Adamların yüzü kireç gibi olmuştu.Bu kör kamara lambası bile onların ten rengini belli etmeye yetiyordu.Suat önce hiç konuşmadı.Eli tetikteydi.Namlu adamlardan yakın olanının kafasını gösteriyordu.Niyazi kapıyı kapattı.Adamlar ellerini havaya kaldırdılar.Niyazi konuştu.
-Bu ne şaşkınlık beyler,insan misafirine böyle mi davranır.Nasıl ev sahibisiniz öyle?
Adamlarda en ufak bir kıpırtı yoktu.Gözlerini Suat'a dikmiş öyle bakıyorlardı.O bakışları ilk kez gören biri belki bunlar boş boş bakıyorlar diyebilirdi ama o bakışlarda çok anlam yüklüydü.O bakışlarda 'Biz ettik sen etme abi manası vardı .B.knu yiyeyim abi bizi öldürme manası vardı.Sen bizi yanlış anladın aslında biz melaike gibi adamız manası vardı.Kısacası bizi öldürme ağabey manası vardı.Bizi öldürme...
Suat'ın açık kalan gözünden dışarı fışkıran öfke dizginlenemeyen bir sel gibi adamların üstüne akmaktaydı.Hiç konuşmuyordu.Adamlarda konuşamıyorlardı.Bu bakışlar bir otuz saniye kadar devam etti.Niyazi seslendi.
-Sen yakışıklı...şimdi çok yavaş bir şekilde, sahip olduğun silahını belinden çıkart masanın üstüne koy....Aferin...söz dinleyen adamları severim ben.
Adam tabancasını çıkarttı masanın üstüne koydu.Suat halen adamlara bakmaktaydı.Muhakkak ki zihninde bin bir çelişki birbirini kovalamaktaydı.Şu an şu iki insan müsvettesini öldürmeyi o kadar çok istiyordu ki bunu kelimelere dökmenin imkanı yoktu.Bu isteği anlatamazdı.İçinden dua ediyordu.Ne olur söz dinlemesinler silahlarına sarılsınlar ikisini birden temizleyeyim ne olur.Ama ikincisi de uslu bir çocuk gibi tabancasını masanın üstüne koydu.Bunlar yetmezmiş gibi paçasında sakladığı komando bıçağını ve ceketinin iç cebindeki 6.35mm lik tabancasını da bıraktı.Adamlar belli ki sonlarının gelmekte olduğunu düşünmekteydiler.Niyazi ikisini de aradı.
-Evet beyler elleriniz başınızın üstünde sen onun önünde ileri bakarak dizlerinizin üstüne çökün.Birbirinizi görmeyin bakayım aferin size.Sen sırık...kıçını kaldır bakayım.İyice.
Niyazi adamların dengelerini iyice bozacak hale getirtti.Öndeki arkasındakini göremeyecek şekilde birer metre arayla yerde durmaktaydılar.Suat Niyazi'nin bu sert tavırları karşısında rahatlamıştı.Adamlar talim yapar gibi itaat halindeydiler.Uzun olanın karşısına geldi.Eli halen tetikteydi.Niyazi'ye bakarak:
-Abi ben bu herifleri geberteceğim.
Niyazi Suat'ın bu halini hiç sevememişti.Blöf mü yapıyor yoksa gerçek mi bir türlü kestiremiyordu.Sükunetini bozmadı.Suat namlusunun ucu ile adamın burnunu dürttü.
-Beni hatırladın mı lan sen?
Adam renksiz bir sesle homurdandı.
Suat öfkeyle adamın yanağına tabancanın kabzasını vurdu.Yarılan yanaktan etrafa kan fışkırdı.
-Ne dedin ulan sen...Beni hatırladın mı?
Adam konuştu.
-Hatırladım komutan abi.
Niyazi ayağı ile dürttü.
-Ellerini başının üstüne koy.
Suat haykırdı.
-Nereden hatırladın pezevenk.?
-Abi hani sana sabah ilk yardım yapmıştım ya..
Suat bağırıyordu.
-İlk yardım ha...
Bir kez daha tabancanın kabzasını adamın kafasına vurdu.Adam iyice sersemlemiş görünüyordu.
-Ben ...ben...sana ilk yardım..
Burnunun üstüne düştü.Ayaklarının önünde küçük bir kan gölü oluşmuştu.Öteki korku ile olanlara bakmaktaydı.Bu sefer de Suat onun başına dikildi.
-Ya sen beni hatırladın mı or..u çocuğu.
-Siz jandarmasınız,bizi öldüremezsiniz,bu yaptığınız işkence,benim haklarım var,avukat...
Suat bir tekmede adamı yere serdi.Ayağındaki ayakkabının ucu ile adamın burnuna patlattı.
-Al sana avukat...Sen beni hatırladın mı..
Adam ağzı kan torbası doğrulmaya çalıştı.
-Hatırladım seni dövende benim suya atanda...
-Aferin hafızan çalışmaya başladı.
Bir tabanca kabzası da bunun kafasına ekledi.Şimdi ikisi de yan yana yerde yatmaktaydılar. Suat bağırdı.
-Kalkın lan kalkın o...pu çocukları..
Adamlar az önce aldıkları pozisyonu yeniden aldılar.Niyazi belindeki kelepçeyi çıkarttı.İkisini aynı kollarından birbirlerine bağladı. Masonet kelepçenin boşluğunu aldı,kelepçeyi adamların bileklerine oturttu.Suat'a baktı.
-İşlem tamam abi.
Suat'ın öfkesi biraz olsu yatışmıştı.Ama Amerikalı ya sakladığı nefret halen taptaze ve sıcacıktı.Daha sakin bir ses tonu ile konuşmaya başladı.
-Amerikalı nerede?
Adamlardan ses yoktu.Birbirlerine baktılar ama konuşmadılar.Suat -Beyler sizi öldürmeme ramak kaldı.Son kez soruyorum,Amerikalı nerede?
Sırık lakabını taktıkları uzun boylu adam konuşmaya başladı.
-O gitti komutan abi.
-Nereye gitti.?
-Bize bir şey söylemedi,gitti .
-Neyle gitti?
-Abi sen kaçtıktan sonra helikopter istetti.Bir süre seni aradı helikopterle bulamayınca da gitti.Bize de dönün dedi.Hepsi o kadar.
Adamın açılan yanağından dışarı fırlayan elmacık kemiği parlıyordu.
Suat Niyazi'ye baktı.
-Sen ne diyorsun inandın mı?
-Bilmem
-Ben pek inanmadım .
Sırık yemin etmeye başladı.
-Valla doğru söylüyorum abi.
Yanındakini dürttü.
-Konuşsana lan anlatsana komutana.
İkincisinde hiç ses yoktu.
-Bu da biliyor komutan abi biz geri döndük o helikopter ile gitti.
-Daha kalabalıktınız nerede diğerleri?
-Hepsi dağıldı abi biz nöbetçiyiz
-Nereye dağıldılar lan?
-Hücrelerine abi.
Niyazi şaşırmıştı.
-Ne diyorsun lan sen.
-Öyle abi Antalya'da kalınan bazı evler var herkes dağıldı. Patrondan haber gelinceye kadar gizlenecekler.
-Siz niye burada kaldınız?
arkası yarın...