Amerikalı 28
-Komutan abi birilerinin burada kalması lazımdı.Yarın değişecektik,değişe değişe nöbet tutacaktık.
Öteki dişlerinin arasında tıslayarak konuştu.
-Biz seni öldürdük sanıyorduk.O mermi sağanağından kurtulabileceğine hiç ihtimal vermedik.
Suat başını sallıyordu.
-Siz ustura Necmi' nin kabilesindendiniz değil mi.
Sırık başını salladı.
-Lan davarlar adam liderinizi öldürdü be ne kansız adamsınız siz.
-Biz de böyle komutan abi,düşenin dostu olmaz,vurulmasaydı...
Suat sandalyeye oturdu.Niyazi ile göz göze geldiler.Niyazi kaşını yukarı kaldırdı.Öldürme demek istiyordu herhalde. Ya da o öyle anladı.Açıkta olan gözünü kırptı.Niyazi'ye merak etme öldürmeyeceğim demişti,ya da başka bir şey anlamıştı.Niyazi yüzyılımızın armağanı cankurtaran cep telefonunu çıkarttı.156 imdat jandarmayı aradı..Beklemeye başladılar.Suat sordu
-Bu Amerikalının odası nerede ?
-Yukarıda.
-Gösterin bakalım neresi.
Adamların suratlarındaki yaralar pıhtılaşmaya başlamıştı.Birbirlerinin peşi sıra yürüdüler.Niyazi tabancaları topladı.Uzun koridoru kat ettiler. Tahta tırabzanlara tutunarak üst kata çıktılar.Yat, tam bir yüzen saraydı.Ağaç oymalı kapılar, işlemeli sütunlar, ağaca has o kokuyla bir harmanlanmış, havada kekremsi bir tat bırakmıştı.Reçinenin o baş döndüren mayhoş kokusu , anılarında çocukluktan kalma Kızılay gençlik kamplarını hatırlatmıştı.Çam kokan koğuşlar,yürümekle bitmeyen yemekhane...Bu koku birden onu alıp çocukluk yıllarına götürmüştü.Suat bazen kendi hafızasına hayret ediyordu.Onu birden bulunduğu ortamdan alıyor otuz yıl evvelki anılarının arasına götürüyordu.Böyle flaş patlar gibi ani ve etkili.Şimdi Amerikalının odasının kapısındaydılar.Kapı kilitliydi.Niyazi sert bir omuz darbesi ile kapıyı açtı.İçeri girdiler.Oda lüks bir otel odasından farksızdı.Odadan ziyade büyük bir salondu.Bir köşede cibinlikli oymalı işlemeli bir yatak bulunmaktaydı.Tam karşısında son sistem bir bilgisayar,üstünde de plazma tv bulunmaktaydı.Yerde boydan boya serili ibrişim İran halısı ve duvarda camları örten renk uyumlu perdeler vardı.Diğer köşedeki deri koltuklar ve amerikan bar da bay Amerikalının lüks eksiklerini tamamlıyordu.Duvarda ise bir harita asılıydı.Bu harita Suat'ın dikkatini çekti.Bu harita onların kullandığı 1/25.000 ölçekli paftaların aynısıydı .Bölgeye dikkatle baktı.İşte onların bölgesiydi.Bay Amerikalının uğraştığı büyük hazinenin peşinde olduğu yerin haritası...Kendi karakolunun sorumluluk alanını gösteriyordu.Dumanlı tepeye baktı,herhangi bir işaret göremedi.Demek ki koordinatlar halen bilinmiyordu.Ancak karakolun batısında bir nokta dikkatini çekti.Kırmızı asetatlı kalemle yuvarlak içine alınmıştı .Noktaya dikkatlice baktı.Bu bölgenin yüksek tepelerinden birisiydi.Diğeri dumanlı tepe olduğuna göre geriye bir tek nokta kalıyordu Şifrede bahsedilen gerçek ,çoban...tabii ya bu Suat'ın nasılda aklına gelmemişti.Bu şifreci grid kuzeyi kastediyordu.Haritanın üst sağ kenarında bulunan ve yönüne koymak için kullanılan nokta...Ne kadar da kolaymış meğer diye içinden geçirdi.Üç noktayı haritanın üstünde zihninde yerleştirdi.Üç noktanın kesiştiği yer...buna inanamadı.Açıkta olan gözünü ovuşturdu .Niyazi ise olanları garip bir yüz ifadesi ile seyrediyor,Suat'ın yüz ifadesinden olayı çözmeye çalışıyordu.Suat ise şaşkınlıkla haritayı incelemeye devam ediyordu.Kamaraların camları mavi kırmızı ışıklarla aydınlanmaya başladı.Jandarmalar gelmişti.İçeri giren başçavuş selam verdi.Jandarmalar adamları aldılar devriye arabasına götürdüler.Niyazi Suat'ı dürttü.
-Ne bulduğunu halen anlatmayacak mısın?
-Anlatayım Niyazi.Bu adamlar üç şifreli yazıtın peşinde değiller miydi?
-Evet.
-İkisi bizdeki paralarda yazıyordu.Diğeri ise Amerikalının elindeydi.Bak bu Amerikalının elindeki şifrenin koordinatı.Hani şu ağaç tablette olduğunu varsaydığımız.Katrancı dağının zirvesi.Bizdekilerin ise biri Dumanlı dağın zirvesini gösteriyordu.
-Ama üçüncüsü belli değil.
-Az evvele kadar belli değildi.Hatırlarsan gerçek,çoban gibi şeyler yazıyordu.
-Evet hatırladım.
-Tamam işte bu haritanın sağ üstünde yönüne koymak için kullandığımız kuzey noktasını ifade ediyor.Hani yıldan yıla sapma gösteren. Grid kuzeyi gerçek kuzeye çevirdiğimiz.Hatırladın mı?
-Evet hatırladım.
-İşte sana üç nokta.Sonuç ne biliyor musun?
-Ne abi.
-İşte bu üç noktanın oluşturduğu üçgenin açı ortayı ...
-Yani?
-Bak.
Eliyle gösterdi.Niyazi gülmeye başladı.
-Yok canım daha neler.
-Evet koordinatlar bizim karakolun bahçesini gösteriyor.Adam şifreyi de hiç o kadar karışık yapmamış aslında ,birileri tarafından bulunsun çözülsün diye yapmış.
-Amerikalı desene boşuna uğraştı.Karakola girip kazı yapamazdı ya.
Kahkahalarla gülmeye başladılar.Yeni gelen başçavuş olanlara hiçbir mana verememiş gülenlere bakıyordu.Polisler de az sonra yat a doluştular..Suat sordu.
-Amerikalıya haber uçmuştur değil mi?
-Çoktan...
-E nasıl yakalayacağız bu adamı?
- Şu yattan bir çıkalım da düşüneceğiz.
Yürüyerek dışarı çıktılar.Yatın içi dışı polis jandarma doluydu.Arama yapıyorlardı.
Turistik teknelerdekiler, yat sahipleri, meraklılar toplanmış bir hale oluşturmuşlardı.Olan biteni anlamaya çalışıyorlardı.Kalabalığı yardılar.Arabalarını park ettikleri alana doğru yürüdüler.Kaldırıma oturdular.Olay hiç bilinmezden bu noktaya gelmişti ama henüz bitmemişti.Sıra Amerikalıyı yakalamaya gelmişti.Suat'ın telefonu çalmaya başladı.Ona ait bir telefon ve melodi olmadığı için Suat hiç umursamıyordu.Niyazi seslendi.
-Baksana telefonuna.
-Ne..Benim telefonum mu çalıyor.Ben de seninki çalıyor sanıyordum.
Cebinden telefonu çıkarttı.
-Efendim?Enis sen misin? Nerden bulacağız şimdi televizyonu....Ya ...tamam şimdi bakıyoruz.
Niyazi iyice meraklanmıştı.
-Ne olmuş ?
-Bizim Amerikalı televizyonda açıklama yapıyormuş.Bir televizyon bulmamız lazım.
-Bak şu ilerde kafeterya var.Koş.
Yerlerinden fırladılar.Kanallar arasında hızlı bir gezinmeden sonra işte Amerikalının resmi karşılarındaydı.Televizyonun altında Roma'dan canlı telefon bağlantısı yazıyordu. Haber spikeri soruyordu.
-Tarihi eser kaçakçılığı ve adam öldürmekle suçlanıyorsunuz ne diyeceksiniz
-Hanım kızım ben şu an görüyorsunuz ki Roma'dayım.Uluslararası takı fuarı için bir hafta önce geldim,halen de buradayım.Bütün bunlar bana kurulmuş bir komplodur.
-Peki efendim kim size komplo kurmuş olabilir?
-Taktir edersiniz ki ben rakipsiz bir iş adamıyım.İllaki benim bir takım düşmanlarım olacak..
-Şu an Türkiye'de aranmaktasınız ne zaman geleceksiniz?
-Ben hiçbir zaman Türk adaletinden kaçmadım,elbetteki emniyet güçlerimiz tarafından bir davet olursa ilgili mercilere gider ifademi veririm.Ama şimdilik öyle bir çağrı gelmedi.
Niyazi Suat'ın yüzüne baktı.
-Yalan söylüyor,bu pez...nk halen Türkiye'de .Belki de Antalya'da...
-G..tü nasıl kurtarırım derdinde abi.
Yeniden sustular.
-Sayın Melekoğlu yatınıza el konulması hakkında ne diyeceksiniz.
-Olabilir dediğim gibi ben Türk adaletine sonsuz güveniyorum,el de koysalar geri teslim edeceklerdir.Hanım kızım benim şimdi kapatmam lazım bir baloya davetliyim de...
Telefon kapanmıştı.Bu sefer Niyazi'nin telefonu çalmaktaydı.Arayan Alay komutanıydı. Niyazi telefonu ikiletmeden açtı.
-Emredin komutanım...Yanımda komutanım...Emredersiniz komutanım
Ahizeyi eli ile kapattı.
-Alay komutanı seni istiyor.
Suat telefonu kulağına dayadı.
-Emredin komutanım...Sağolun komutanım.Hemen geliyoruz komutanım.
İliştiği oturaktan kalktı.Niyazi sordu:
-Ne oldu ne diyor?
-Acele bizi makamına çağırıyor.
-Hadi gidelim o zaman.
Arabaya bindiler.Şehrin doğu çıkışındaki Alay binasına doğru yol aldılar. Alay binasının bütün ışıkları yanmaktaydı.Suat Niyazi'yi dürttü.Bizim Alay fener alayı olmuş sanki.
-Valla öyle.
-Şube müdürleri bize ne kaydırıyorlardır ha,bizim yüzümüzden mesai yapıyorlar ya.
.Niyazi arabayı Alay binasından uzak bir alana,karanlığa park etti. Kol kola girdiler. Nizamiyeyi geçtiler Ana binaya yürümeye başladılar.İkisi de birbirinden perişan görünüyordu.Bunu içeri girerken duvarda asılı olan boy aynasından fark ettiler.Suat'ın surat iyice yamulmuştu.Adam sıfatından çıkmak üzereydi.Uzun koridorları katederek Komutanın odasına doğru ilerlediler.Açık büro kapılarından bakan meraklı gözlerin atışı altındaydılar.İkisi de umursamadan yürüdüler.Niyazi saatine baktı.Suat'a sordu:
-Saat kaç olmuş biliyor musun?
-23.00 olmuş.
Kapıda sekreter karşıladı onları.Sürekli çalan telefonlardan bir türlü konuşmaya fırsat bulamıyordu.Bir ara boşluk buldu.İkisine bakarak
-Komutan sizi bekliyor.
Dedi.Niyazi Suat'a,Suat Niyazi'ye baktı,gülümsediler.Şöyle hafifçe bir başlarını salladılar. Suat kapıyı tıklattı.İçeriden gür bir ses yanıt verdi.
-Geeeell.
İçeri girdiler.Sert bir selam verdiler.İkisi de esas duruşta durmakta zorlanıyordu.Alay komutanı ikisinin de yüzüne baktı.Bu bakışma otuz saniye kadar sürdü.Suat'a bakarak sordu.
-Ne oldu senin yüzüne?
-Dayak yedim komutanım.
-Neden beni aramıyorsunuz kardeşim olan bitenden haberim yok.
-Komutanım ben bütün gün bu adamların elindeydim.Akşama doğru ellerinden kaçabildim o sebeple size haber edemedik.
-Ya sen Niyazi sen neden haber vermiyorsun?
-Komutanım Suat'ın esir düştüğünden haberimiz yoktu.Dediği gibi birkaç saat evvel haberimiz oldu.
-Suat neden bu adamların suratını dağıttın.?
Yatta sopaladığı adamları kastediyordu.
-Komutanım onlar beni bu hale getirdiler,ben de onları bu hale getirdim.Bu gün beni öldüreceklerdi...hıncımdan yani...
-Ya öyle şey olur mu? Mahkemelerde sürünürsün kim kurtarır seni...
Ayağa kalktı.Boyu üç metreyi aşan geniş masasının etrafından dolaştı.Suat'ın yanına yaklaştı.Suratına baktı.
-Seni fena benzetmişler.Keşke senin karakolu biraz daha takviyeleseydik. Bölük komutanın da izne gidecek zamanı buldu.
-Sorun yok komutanım.Hallolmayacak bir şey yok.
-Anlatın bakalım neler oldu bitti.Vali bey on dakikada bir beni arayıp bilgi istiyor .
Suat üç gündür olan biteni sırsıyla hiçbir ayrıntıyı atlamadan anlattı.Alay komutanının yüzü aydınlanmıştı.Suat biraz soluk aldıktan sonra
-Komutanım son olarak bu Amerikalıyı yakalamak kaldı.Ben Roma'da olduğuna inanmıyorum.Pasaport şube bir kontrol yaparsa çıkış tarihi belli olur.Ayrıca havaalanını acilen kontrol altına aldırırsak uçamaz.Yani yakalanması an meselesi.
-Demek Kral Cherci'nin mezarı karakolun bahçesindeymiş ha.
Gülmeye başlamıştı..
-Tamam Suat vakit geçirmeden ilgili yerlerle irtibat kurun.Benim şimdi Vali ile görüşmem lazım.
Selam verdiler dışarı çıktılar.Niyazi Suat'ın koluna girdi.
-Gel abi benim odaya gidelim oradan gerekli telefon görüşmelerini yaparız.
-Bir geçmiş olsun ,bir oturun bile demedi iyi mi
-Boşver takma kafanı biz bu işi kimse için değil vatanımız milletimiz için yapıyoruz.
-Öyle takmıyorum zaten.
-Gel sen benim oda şurada.
Köşeyi döndüler.Üç küçük masalı dar odaya girdiler.Oda boştu.Suat sordu:
-Nerede senin elemanlar?
-Hepsi görevde.Müdürden başka kimse yok.
Suat sandalyeye kendini zor attı.
-Bu adam işlerin bu hale gelebileceğini hiç hesap etmemiştir değil mi?
-Hiç sanmıyorum.
Suat gözlerini kapattı.Başı dönüyordu.Son üç günde yaşananlar inanılır gibi değildi.Ellerini cebine soktu.,başını oturduğu koltuğun arkalığına dayadı.Vücudu isyan etmek üzereydi. Niyazi ona acıyan gözlerle bakıyordu.İçeri giren çaycı getirdiği çayları masanın üzerine bıraktı.Dahili telefonun cırlaması ile sıçradı.Niyazi ahizeyi kaldırdı.Telefonu Suat'a uzattı.
-Seni arıyorlar.
-Kimmiş.?
-Senin karakoldan herhalde Enis.
Suat telefona uzandı.
-Efendim Enis?.İyi çok iyi....Üç gündür yapmadığım şeyi yap.Sağlam bir sorgula bana bilgi ver.
Telefonu Niyazi'ye uzattı.Yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi.
-Ne oldu neden gülüyorsun?
-Erkan'ı yakalamışlar.
-Nerede?
-Kasabanın çıkışında.Bizim arabaya otostop yapmış.
-Ha ha ha ha...
-İşin ilginci ne diyormuş biliyor musun?Ben deliyim benim cezai ehliyetim yok doktor istiyorum diyormuş.
-Belliydi zaten onun kırık olduğu da biz anlayamadık.Basiretimiz bağlandı işte.
-Yok yok bu iş sana çok yaradı.Şevval hanımı ayarladın işte fena mı.
-Ya onu da alet ettik bu işe
-Boşver takma kafana. Kimse ona bu işleri zorla yaptırmadı ya.
-Dur ben bir arayım bakayım ne yapıyormuş.
-Saat geç olmadı mı?
-O uyumaz hemen....Alo? İyi geceler..Nasılsın?Uyuyor muydun?Ben mi...İyiyim,sağol.Ne haberi?Söyle bakalım..Ha..ha..ha..Boşu boşuna uğraşmışız değil mi?Sen nereden öğrendin? Kendimi affetireceğim. Nasıl neden. Seni böyle boş işlerle uğraştırdığım için.Bir akşam yemeğine ne dersin?Anlaştık.Ben seni arayacağım.Hadi iyi geceler.
Telefonu kapattığında bütün dişleri sayılabiliyordu.
-Maşallah maşallah Allah muhabbetinizi daim etsin.
-Sağol benim dostum.Şevval bu adam hakkında bir araştırma yapmış.Herif Manisa Ruh ve sinir hastalıkları polikliniğinin daimi neferlerindenmiş.
-Biz neden bu bilgiye ulaşamadık.?
-Sen sağlık üzerine mi araştırma yapıyorsun.Sadece sabıka kaydına bakıyorsun.O hastaneleri araştırmış.Bil bakalım Erkan'da ne rahatsızlık varmış?
-Ne ?
-Şizofren.
-Allah'ım yarabbim bize hiç akıllılar denk gelmeyecek mi?Nedir bizim bu akıl fukaralarından çektiğimiz ya.
-Bilemezdik ki abi, belki de mezarlıktaki cinayeti de bu işledi ,ya da gördü ya da hakikatten ruhsal görü..
-Sonra da kendi kendini ihbar mı etti?
-Olabilir.Bu hastalar bazen böyle birkaç kişiliğe bürünebilirler ve birbirlerinden haberleri olmaz.
-Amerikalı ile ne alakası olabilir?
-Deli işte ne alakası olacak .Görürsek kendisine sorarız....
KISIM 15
O esnada başka bir telefon konuşması başka bir odada yankılanıyordu ve bu konuşmaların kimler arasında geçtiğini ne Suat ne de Niyazi asla bilemeyeceklerdi.Telefonun diğer tarafındaki ses canımlı cicimli konuşmaya devam ediyordu.
-Peki bunun karakol bahçesi olduğunu başka kimler biliyor canım.
-İkisi,sadece ikisi...
-Emin misin?
-Evet kesinlikle.
-Bak beni afişe ettiler canım.Hani bunlar salaktı.Bir iş beceremezlerdi.
-Valla bende şaşırdım.
-Nasıl hallolacak bu iş canım kardeşim.
-Biz bu kralın mezarını aramıyor muyduk?Sonuç olarak bulduk.Daha ne.
-Ulan salak! Ben bunu devletin hazinesine mi gitsin diye buldum.
-Bana bak kiminle konuştuğunu unutuyorsun.Senin çanına ot tıkarım.
-Tamam canım ben bazen öyle sinirleniveriyorum işte...
-Düzenek hazır .Halledeceğiz dedim.Sen bekle...
KISIM 16
Niyazi ile Suat yorgunluktan olacak bir süre masanın başından kalkamamışlardı.Çaylar gitti nes kahveler geldi. Kapanan şuur kafein ile açık tutulmaya çalışılıyordu.Suat Niyazi'ye seslendi.
-Çok oyalandık.Gidelim abi
arkası yarın....