Ana,annemiz,annelerimiz
Faniler arasında en muazzez varlık ana. O yerde, gökteki bir baş ve cennet ayaklarının altında. Pabucunun tozu göze sürme kadar aziz ve. o ayaklara sürünen yüzler arş eşiğindeki başlar kadar yüce... Ana inleyen varlık, bütün bir hayat boyu inleyen ve sulayan... O'nun analığı evlatla kaim; «anam» deyen biriyle... Evlat olmayınca ana, ana değil; ya «anam» demeyince... Ananın emeli bir evlat, bazen da başka birşey... Mana gibi, ruh gibi, ideal gibi birşey...
Ana var, dünyaya getireceği yavruyu hak yoluna adar. Ana var, bir yavru ister, ister de elde etmeden inkisar içinde gider. Ana var, izah edemeyeceği yavru'nun hesabiyle iki büklüm olur ve «keşke daha önce ölüp de unutulup gitseydim» der. Ana var, evladıyla abideleşir, başı semaya ulaşır. Ana var, evladıyla derbeder ve bed-nam olur. Ana var, firavun otağında bir millet'in gözdesi. Ana var, Nebi hücresinde şeytan bendesi. Ana var sessizdir, belirsizdir, meçhuldür; fakat güller, çemenler yetiştirir. Ana var, destanlara sığmaz; a zihinlerde, sinelerde göklerdedir, Ana var, kâğıttadır, kalemdedir, romandadır.
Toprak, tohuma ana; kaynak, çağlayana; Havva insanoğluna; Meryem bir Ruh'a; Âmine bütün bir hakikat'e, varlığının sırrına, surların özüne...
İyisi de var, kötüsü de ana'nın; iyisine canlar feda; ya kötüsüne, talihsizine ne demeli... Evladından yana gülmemişe gün yüzü görmemişe...
Ana-evlat iki vücut bir ruh; o. vücudundan bir parça, kucaklarda dilruba emekleyen yumurcak ve nihayet birbirini takip eden ayrılışlarla, ana için sineyi yakan bir kor, kalbe saplanan bir mızrak.
Gelişme dönemi, tahsil hayatı, askerlik çağı, bunların her biri ananın yüreğini ağzına getiren bir ızdırap dönemeci. Ana her zikzakta bir sürü göz-yaşı döker... Okuma ayrılığına, izdivaç ayrılığına ve askerliğe... Ana daima ağlar, daima buhurdan gibi tüter. Teselli bulup durduğu olduğu gibi, sel sel olan gözlerinin yaşında boğulduğu da olur. O mukaddeslerine, vatanına, namusuna kurban verdiği yavrusunu armağan sayar ve teselli olur. Ya bir hiç uğruna ölene... İşte burada ananın dili tutulur. Evet, o küffara karşı şehit olan evladına koşmalar dizer, ninni söyler, onlarla avunur. (Burası Yemen'dir, gülü çemendir, giden gelmiyor acep nedendir, acep nedendir.) Gözlerde şehit silueti kulakta Cennet ırmakları gibi Onun sesi; «Küffar Kırım'ı aldı anam, Düşman yurduma daldı anam, ırzım paymal oldu anam, Ben oraya giderim.» Kırım'da küffara iltihak eden de var; Plevne'yi unutup Tuna'da tenezzühe çıkan da var, işte ananın belini büken de bunlardır. Eski kurbanın düşmanı, yeni kurbanın dostu; ne desin ana. bu girift bilmeceye...
Vay benim talihsiz anam! Kalbi rahatsız anam; kaddi bükülmüş göz- teri dolmuş anam; dizine vurup saçını yolan anam; kim etti bunları sana, kim kıydı kalbinin semeresine, gözünün nuruna. Kıralım o elleri, su serpelim ateşine... Artık ağlama anam; gözyaşlarında meydana gelen bulutlar, ta arşa kadar yükseldi. Bak şimdi orada şimşekler, burada rüşeymler; dağınık kâkülünü düzeltmek için sana koşuyorlar... Biz hepimiz senin feryadına koşuyoruz. Dudağımızda kurtuluş nağmesi, elimizde Yusuf'un gömleği, Çin-t cebinine, yaşaran gözlerine sevinç müjdesi ile geliyoruz. Sessiz infiallerin dinsin diye, kanayan yaraların onulsun diye, bütün bir mücrimler topluluğu adına afv dileyip eşiğine baş koyduk anam.