Annem Bir Feylesoftu

Annelerimiz bizim ilk öğretmenlerimizdir. Doğurgandır anne. Yaratıcılığın Yüce Allah'a ait olduğu bilinciyle anne yaratıcıdır. Besleyici ve yetiştiricidir.

Anneler güzeldir. Karganın yavrusu kargaya hoş gözükmesi örneği, her çocuk için de anne güzel ve biriciktir. Anne, hele erkek çocuklar için ilk sevgilidir. İlk sevgili, ilk aşklar unutulmaz.

Anne sevgisi sadece çocukluk dönemlerine has bir olgu değildir. Etimize, kemiğimize ve ruhumuza işlenmiş tanımsız hoş bir duygudur. 'Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar.' Sözü boş yere söylenmemiştir. Savaşların en acımasız sürdüğü cephe önlerinde; Alman askerlerinin 2. Dünya Savaşında annelerini ağlayarak andıkları belgelerle sabittir.

Ben bir köy çocuğuyum. Ellili yıllarda başladı yer karasında yaşam serüvenim. Güzel yurdumun bulutlarla komşu dağlarına yakın bir köyde doğdum. Külebi'nin 'Doğduğum köyleri geceleri eşkıyalar basardı.' Dizeleri örneği köyümüzü eşkıyalar değil, aç kurtlar basardı karlı uzun kış gecelerinde. Koyunların damlarına alınmayan köpekleri kurtlar parçalardı.

Doğamız altı aya yakın beyaz karlar altında kalırdı. Altı ay içinde yaşardık ilkbahar yaz ve sonbahar mevsimlerini!

Üç mevsim içinde yıllık nevalemizi topraktan devşirirdik. Buğdaylar ağustos sonlarında sararırdı ancak. Köylüydük. Çalışkandık. Ekmeğimizi topraktan çıkarırdık en iptidai usullerle. Hayvancılık ikinci geçim kaynağımızdı. Her ailenin taşıma aracı; işin ağır yükünü çeken sarı öküzler olurdu.

Köyün varsılları hayvan ahırlarının yanındaki gübrelerin çokluğuyla değerlendirilirdi. Kalabalık sığır, manda besleyenlerin gübreliği daha hacimli olurdu elbet. Varsıllığın bir göstergesi de koyun ve keçi sayısının çokluğuyla anlaşılırdı.

Babam köyün en güzel kaval üfleyenlerden birisiydi. El ile boğa ve koçları burmasını da (iğdiş) beceren Ali ağaydı. Ağalık, beslediği koyun sayısının çoğunluğundan bir de saygın kişi olmasından kaynaklanıyordu.

Ya annem. O bir feylesoftu okuma yazma bilmeyen. Yaşar Kemal'in romanlarında betimlenen köyün doktoru, ebesi olan örnek annelerin yaşayan bir temsilcisiydi. Ya da Fakir Baykurt'un ünlü Irazca Anası kadar geçkin, becerikli, sözü dinlenen, güçlü ve kuvvetli bir kadındı.

'Her geceyi kadir bil, kapına her geleni Hz. Hızır bil.' Sözünü annemden duymuştum. Annem eller annesiydi. Kapımıza gelen hiçbir insanoğlunun elini boş çevirmezdi.

Tarlada, çayırda, bağ ve bahçede babamın can yoldaşıydı. Altı kardeştik. Bir pantolon ya da ceketten öte ikinci bir giysimiz olmazdı. Bizlere yün çorap örerdi. İğne ile yama yapardı. Tüm bu işlerin üstesinden usta bir terzi becerisiyle çıkardı.
Bizlerin ilk öğretmeniydi. Kur'an-ı Kerim'i okurdu. Dini bilgisi üst düzeyde idi. Dedem, Erzurum Medreselerinde kısa bir süre öğrenim görmüş. Büyük büyük dedem ölünce, öğrenimi yarıda bırakıp köyüne dönmüş. Annem bizlere ders niteliğinde öğütler vermeden önce, dini kıssalar anlatır, sonra da kıssaların değerlendirmesini yapıp, öğütlerini yaşamımıza katmamızı isterdi.

İlginçtir, yıllar sonra Mesnevi okudum. Annemin kıssalarının çoğunu bu eserde buldum. Demek ki, annem dedemden duymuş bu altın kıssaları. Ayrıca annem, yıllar içinde büyüklerinden öğrendiği kültürümüze has güzel hasletlerimizden sık sık örnekler vererek bizleri iyiden, doğrudan, güzelden yana davranışlar kazanmamıza olanak sağlardı.

Tüm bunların yanında, sevgisini hiçbir çocuğundan eksik etmezdi. Annem bu konuda şöyle bir kıssa anlatmıştı:

Peygamberimiz zamanında kutsal savaşlardan dönen bir sahabe, kanayan elini temizlemek için yetim bir çocuğun başına sürer. Çocuk adamın kendisini sevdiğini zannedip çok mutlu olur. Yetim bir çocuğu farkında olmadan mutlu etmenin bile, peygamber indinde bu sahabenin tüm günahlarının affına vesile olduğunu büyüklerinden duyduğunu söylemişti.

İnsanları sevmenin ve onları mutlu etmenin aynı zamanda kutsal bir güzellik olduğu bilinciyle bizleri hep severdi.

Annem başka kıssalar da anlatarak bizlere yaşam dersleri verirdi adeta bir öğretmen gibi. Ders verici bir diğer kıssası da şöyle idi:

Yine çok eski devirlerde adamın biri bir rüya görür. Rüyasında kendisini ıssız yamaçları ulu kestane ve gürgen ağaçları ile kaplı derin bir vadide bulur. Gökte güneş, beyin kaynatırcasına sıcaklık yaymaktadır. Adeta yer karasına daha da yakındır. Adam 'Buraya nereden geldim?' şaşkınlığı içerisindedir. Önünde sarmaşıklar, dikenler, böğürtlenler yürümesini engellemektedir.

Çevrede in ve cinden eser yoktur. Sanki Yusuf'un atıldığı kuyu. Vahşi bir sessizlik hâkimdir ortama. Adam çaresiz, umarsız bir patikada yürümektedir. Az ileride her tarafı dökülen yayla evi görünümünde eski bir ev görür. Çatısı göçmüş, kapısı yerlerde, içerisi koyu karanlıktır. 'Rüya bu!' Evin yanı başında kocaman bir dişi köpek upuzun yatıvermiş uyuyor. Doğumu yakın, upuzun memeleri maltız keçisi memeleri iriliğinde, sarkıyor. Bu iri köpek uyanırsa beni parçalayacak diye adam korku içinde yürürken köpeğin şişik karnından yavruları havlamaktadır. Güya seslerini duyar yavruların. Yavrular köpeğin karnından çıkıp beni parçalayacak korkusuyla oradan sessizce uzaklaşır.

Vadinin derinliklerine doğru devam eder. Amacı bir an önce düze çıkmaktır. Harcadığı çabalar sonucu susamıştır. Az ileride hafif akan bir su bulur. Kana kana içer bu sudan. Yüzünü yıkar, serinler. Bu tatlı suyun kaynağını bulmak için yoluna devam eder.

Bir de ne görsün; bir eşek ölmüş, ağzından salyalar akmaktadır. Bu salyalar suya karışmaktadır. Adamın içtiği suya tatlılık veren eşeğin ağzından akan salyalardır.

Adam bu rüyasının yorumunu; 'O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.' Diye Yaşar Kemal'in anlattığı iyi insanlar örneği bir ulu kişiye sorar. Ulu kişi rüyayı şöyle yorumlar:
'Köpekle ilgili yorumum şu: Gelecek çağlarda öyle kuşaklar türeyecek ki, anne-babalarının altın değerindeki öğütlerini dinlemeyecekler. Büyüklerin sözlerini kaale almayacaklar. Büyükler susacak küçükler konuşacaklar. Kelli felli kişiler, yazarlar, sanatçılar, şairler peynir ekmek yercesine yalan söyleyecekler. Söyledikleri yalana önce kendileri inanacak, velhasıl yalan söylediklerinin farkına varmayacaklar.'

Eşekle ilgili rüyanın tabiri de şöyle:

'Yine zaman gelecek, insanlar hakkı olmayan değerlere el uzatacaklar. Haram mal yiyecekler. ‘Devletin malı deniz, yemeyen domuz' örneği halkın emeğini sömürecekler. Semizleşecekler. Enseleri kabaracak. Mideleri genişleyecek. Şık elbiseler giyecekler. Fakat yedikleri haramın farkına varamayacaklar. Haramı helal gibi tatlı tatlı yiyecekler.'

İşte annem böylesi dini kıssalarla bizlere helal ve haram olgusunu anlatırdı. Bir bahçeden izinsiz bir elma yemenin bile haram olduğunu üstüne basa basa söylerdi. Bir çocuğa komşunun kümesinden bir yumurta çalmanın yanlış bir eylem olduğu anlatılmaz ve de sırtı sıvazlanırsa bu çocuğun ileride yavuz bir hırsız olacağının önü açılmış olur derdi. Komşu hakkına saygı göstermemizi sürekli salık verirdi.

Büyüklere saygılı olmamızı, küfür söylemememizi tembih ederdi. Evimizde dedikodu yapılmasına katiyen izin vermezdi. Kişiliğimin oluşmasında özellikle annemin altın değerindeki öğütlerinin yerini hiç yatsayamam.


Yıllarca okullarda eğitim camiasında bulundum. Kitaplardan edindiğim etik değerlerle birlikte annemin öğütlerinden de hep yararlandım. İnsanları hep sevdim. Paylaşımcı olmaya çalıştım. Empati duygumu kişisel ilişkilerimde azami kullandım. Zaman zaman iyi niyetimin kurbanı oldum. Bu bağlamda dayanılmaz acılar da yaşadım.

Hz. Mevlana örneği; 'Hamdım, piştim, yandım.' Düzeyine yaklaştığım kanısındayım. Bu uğurda pek çok hayal kırıklıkları yaşamanın da kaçınılmaz olduğunu yaşayarak öğrendim.

27 Ocak 2017 7-8 dakika 208 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 7 yıl önce

    Anneler gerçekten flazof gibiler.👧

    Kaleminize sağlık. Güzel bir öykü olmuş.👧