Arjanti
Ön not:
Bu öykü gerçek bir hayat hikayesidir.
Arjanti
Evden eve nakliyat yapan şirketlerden birinin kamyonu Bakırköy'de Hat Boyuna açılan sokaklardan birine ağır ağır giriş yapıp Muazzam Hanımın yeni aldığı evinin önünde durdu.
Taşıyıcılar bir an önce işlerini bitirmek istercesine hummalı bir çalışmaya girişmişlerdi ki; onları camdan izleyen Muazzam Hanımın sesiyle bir an duraksadılar.
-Eşyalarımı taşırken çok dikkatli olun ve hiçbir eşyama zarar vermeyin.
İşçiler hep bir ağızdan;
-Tamam tamam siz merak etmeyin diyerek işlerine döndüler.
Muazzam Hanım 81 yaşındaydı ve 5 oğlundan ikisini kaybetmişti. 6 ay önce vefat eden oğlu ve geliniyle 30 yıl birlikte oturmuşlardı. Oğlu ölünce gelin ayrı eve çıkmak istemiş ve evden ayrılmıştı. Muazzam Hanım da artık o evde oturmak istemediğini diğer çocuklarına söyleyince Bakırköy'deki bu ev satın alınmış ve buraya taşınmasına karar verilmişti.
Muazzam Hanım 81 yaşında olmasına rağmen her işini kendi görebilen ve tüm ailede saygı gören bir kadındı. Yeni evinde yalnız yaşamaya karar vermişti. Çocukları ne kadar ısrar etseler de onlardan biriyle kalmayı kabul etmemişti.
Yeni evinde sokağa bakan büyük bir salon ve arka tarafta 2 yatak odasıyla bir de oturma odası vardı. Mutfak ona yetecek kadar büyüktü. Yuvarlak bir masa yerleştirecek ve yemeğini orada yiyecekti.
Taşıyıcılar büyük bir hızla eşyaları ait oldukları odalara bıraktıklarından evde bulunan 2 oğlu ve onların eşleri hemen eşyaları yerlerine koyup içlerini yerleştirmeye başlamışlardı bile...
Büyük eşyalar taşınmış geriye torbalar kalmıştı. Taşıyıcılar yine hızlı hareketlerle kamyondan poşetleri alıp daireye getiriyorlar ve onları kapıda karşılayan Muazzam Hanımın yönlendirmesiyle ait oldukları odalara bırakıyorlardı. Neredeyse tüm eşyaların taşınması bitmek üzereydi.
Taşıyıcılardan biri eline 6-7 poşet alıp son eşyaları da daire kapısına kadar çıkarmış ve içeri girmeye çalışırken Muazzam Hanım ona çıkıştı;
-Ben size eşyaları dikkatli taşıyın demedim mi? Şimdi düşüreceksin elindekileri ve hepsi bir yerlere dağılacak.
Poşetleri taşıyan adan;
-Merak etme anneciğim ben düşürmem diyerek içeri geçti. Aceleyle arka odaya doğru yürürken poşetlerden biri kapının koluna takıldı ve yırtıldı.
Taşıyıcı adam poşeti kapının kolundan kurtarmaya çalışırken de poşet tamamen yırtılıp içindekiler yerlere saçıldı.
Muazzam Hanım öfkeyle bağırdı;
-Ben size dikkat edin dememiş miydim?
Annesinin öfkeli sesini duyan en küçük oğlu Hakan hemen o bölgeye geldi. Yerlere saçılan şeylere baktığında birden çok şaşırmıştı...
Onlarca siyah Beyaz fotoğraf koridora dağılmıştı. Bir kısmı sararmış bir kısmı da artık sararmaya yüz tutmuştu.
Hakan eğilip hemen fotoğrafları yerden toplamaya başladı. Annesi daha fazla kızmadan hızlı hızlı tüm fotoğrafları toplarken hiçbirine bakamamıştı.
-Anne merak etme hepsini topladım. Nereye koymamı istersin?
-Benim yatak odamdaki etajerin en altına koy. Hani o anahtarlı olanın... Diye cevapladı Muazzam Hanım.
Hakan yatak odasına geçti ve annesinin bahsettiği etajerin başına geldi. Anahtarla alt kısmını açtı ve fotoğraf dolu poşeti düzgünce yerleştirmek için eğilirken fotoğraflardan bir kaçı poşetten yere düştü. Hakan hemen fotoğrafları aldı ve bu defa gözlüklerini takıp onlara baktı.
-Aman Allah'ım ben bu fotoğrafları hiç görmedim diye kısık bir sesle söylendi ve Annem neden bunları hep sakladı ve bize hiç göstermedi acaba? Diye düşünmeden edemedi.
Kapıyı kapatıp tüm fotoğrafları yatağın üstüne döküp bakmaya başladı.
-Bunlar babamın gençlik fotoğrafları diye kendi kendine söylendi. Fotoğrafların arkasına atılmış tarihlere göz gezdirdi. En eskisi 1927 en yenisi ise 1939 yılına aitti.
Hakan fotoğrafları elinden bırakamıyordu ki içeriden Muazzam Hanımın sesiyle irkildi.
-Hakan ne yapıyorsun sen orada? Çabuk gel de buradaki işlere yardım et.
-Tamam anne hemen geliyorum.
Hakan tüm fotoğrafları başka bir poşete doldurdu ve diğer poşetin içine de birkaç eşya atıp etajere yerleştirdi. Fotoğrafları koyduğu poşeti daha sonra almak üzere yatağın altına doğru itti. Etajerin alt dolabını kitledi ve anahtarını getirip Muazzam Hanıma verdi.
Muazzam Hanım anahtarı alıp hemen göğsüne soktu.
O gün akşama kadar tüm eşyalar yerli yerine yerleştirilmişti. Hakan abisine de söylemedi. Ancak aklı hep o fotoğraflardaydı. Bunca yıldır annesinin hep sakladığı ve onlara dahi göstermediği fotoğraflar...
İş bitince dışarıdan yemek söylediler ve daha sonra da çaylarını içip evlerine dönmek üzere kalktılar. Hakan kimseye çaktırmadan yatağın altına ittiği poşeti aldı. Paltosunu kolunun üstüne atınca poşet belli olmuyordu.
Hakanın içinde garip bir heyecan vardı bir an önce eve varıp o fotoğraflara bakmak istiyordu...
*
Yıl: 1913
Yer: Trabzon ? Kavak Meydanı mahallesi
Binali Bey; annesi, eşi, 3 oğlu ve bir kızı ile birlikte yaşamaktadır.
Takvimler ilkbaharın kendini gösterdiği ve eriklerin çiçek açtığı zamanı gösterirken İki katlı evin üst yatak odalarından birinde telaşlı ve heyecanlı bir gün yaşanmaktadır. Sevim Hanım gelininin başında beklemektedir. Birden gelin çığlık çığlığa bağırmaya başlayınca Sevim Hanım odadan fırladığı gibi alt kattakilere seslenir:
-Çabuk Feraye Ebeye haber verin gelin gız doğirdi doğuracak.
Mahallenin ebesi Feraye Hanım ailenin tüm çocuklarını dünyaya getirmişti. Eve gelince koşar adımlarla üst kata çıktı. Sevim Hanım onu görünce;
-Çabuk ol Feraye, gelinin suyu geldi. Aman bir terslik olmasın yoksa Binali bizi öldürür.
Feraye ebe konuşacağına yol ver bana da geçeyim dercesine baktı Sevim Hanımın yüzüne ve söylendi:
-Tamam tamam sen merak etme. Siz hele beni bir rahat bırakın da işime bakayım.
*
Bir süre sonra;
-Hadi gözünüz aydın. Tekne kazıntınız nur topu gibi bir oğlan diye içeriden seslendi Feraye ebe.
-Ohhhh çok şükür kurtuldu Ayşe gız diye sevindi Sevim Hanım.
Oğlan oldu haberini yazıhanesinde bekleyen Binali Beye iletmek işi bebeğin abisi Hamdiye düşmüştü. Yıldırım gibi koşarak babasının yanına gitti. Kan ter içinde kalmıştı. Soluk soluğa;
-Baba bir oğlun daha oldu diyebildi.
Binali Bey gururla gülümsedi ve ardından toparlanıp yazıhanesini kapatıp Hamdi ile birlikte evine gitti. İçeri girdiğinde bebek yıkanmış, kundaklanmış bir vaziyette hazırdı.
Binali Bey Ayşe'nin elini tuttu ve;
-Bana bir oğlan daha verdiğin için sana çok teşekkür ederim Ayşe dedi.
Ayşe gelin zorlukla gülümsedi.
Binali Bey oğlunu kucağına aldı. İçinde garip bir heyecan vardı. Gerçi haksız da sayılmazdı. Tam 25 yıl sonra bir kez daha babalık hissini tatmıştı.
Bebeğin kulağına eğilip ezan okudu ve bebeğe verdiği adı 3 kere tekrar etti.
İsmail, İsmail, İsmail...
*
Yıl: 1923
Yer: Trabzon ? Yeni Cuma mahallesi
Cumhuriyetin ilanı Trabzon'da da büyük sevinçle karşılanmıştı. Kasım ayının bitimine doğru Adem Beyin evinde heyecanla Sabire Hanımın doğum yapması bekleniyordu. Ailenin ilk çocukları kızdı ve 4 yaşındayken ağır bir kızamık geçirerek vefat etmişti.
Doğum anı gelip çatmıştı. Yılların ebesi Nuriye Hanım Sabire Hanımın başındaydı ve doğum için her şey hazırdı.
*
-Müjdeler olsun. Alın size bir kız daha...
Sabire Hanımın kaynanası hemen içeri girip bebeği yıkamaya koyuldu. Ardından da hemen kundağına sardı ve Adem Beyin eve gelmesi için haber salındı.
Adem Bey eve geldiğinde kızını kucağına aldı sonra eşinin yanına gitti.
-Sabire, ilk kızımızın nüfus kağıdı duruyor. Kayıtlardan da sildirmemiştik. Onun adıyla yaşasın isterim. Hem senin de acın belki biraz daha hafifler. Hem de Cumhuriyetin ilanından sonra böyle bir isim kızımıza yakışır.
-İyi düşündün Bey diye cevapladı Sabire.
Böylece yeni doğan bebek doğduğunda 4 yaşında olmuştu!
Ablasının adı olan Muazzam onunla birlikte yaşayacaktı.
*
İsmail'in tekne kazıntısı olarak doğumu ailede büyük sevinçle karşılanmıştı. Tabiri yerindeyse el bebek gül bebek olarak büyütüldü. Abilerinden ikisi hakimdi ve İsmail'in tahsiline çok önem veriyorlardı.
Cumhuriyetin ilanından sonra Trabzon'da çok olumlu gelişmeler yaşanmış ve doğu ,Karadenizin bu şirin kenti Cumhuriyetin ilkelerine kısa sürede intibak etmişti.
İsmail Cumhuriyetin ilanında 10 yaşını tamamlamıştı ve gençlik yıllarına adımını Atatürk ilke ve inkilaplarını benimsemiş biri olarak atmıştı. Lise yıllarında giyimine kuşamına çok önem veren başarılı bir öğrenciydi. Bütün arkadaşları onu çok seviyordu.
Liseyi bitirdiğinde abisi bir gece onu karşısına aldı ve konuşmaya başladılar.
-İsmail senin de Hukukçu olmanı istiyorum. Ne dersin?
-Ben de çok istiyorum abi.
-O zaman seni Ankara Hukuk Mektebine gönderelim.
-Çok sevinirim abi.
O geceden sonra tüm hazırlıklar yapılmış ve sonunda İsmail Ankara'nın yolunu tutmuştu. Başarılı bir öğrencilik hayatından sonra Trabzona döndü ve Avukat olarak iş hayatına atıldı.
İsmail çok sosyal bir gençti. Trabzon'daki tüm etkinliklerin içinde mutlaka yer alırdı. Çok şık giyinişi nedeniyle arkadaşları ona Arjanti lakabını takmıştı ve ondan sonrasında hep bu adla anıldı.
Arjanti İsmail...
Arjanti İsmail, Hamdi abisinin çocuklarıyla aynı yaştaydı. Abisinin çocuklarından biri erkek diğerleri kızdı. En çok onun gibi Hukuk okuyan Kamil'le anlaşıyordu. Kızlardan ise Yaşar ona tüm sosyal hayatında eşlik ediyordu. Şehir Klubündeki tüm davetlere, Cumhuriyet şenliklerine v.s. hep beraber gidiyorlardı.
Abisinin diğer kızlarından biri olan İnci ise Trabzon Kız Enstitüsünü bitirmiş ve 2 yıl sonra aynı okulda öğretmen olarak göreve başlamıştı. İsmail arada bir okula uğrar ve okul çıkış İnci'yi de alıp birlikte evlerine giderlerdi.
*
Muazzam ailenin tek kızı olarak büyüdü. Siyah gözleri ve çok güzel bir yüzü vardı. Evin her şeyiydi. Sabire Hanım onun gözünün içine bakardı. Babası ise uyuduğunda odasına girer ve yanaklarından 4-5 defa öperdi. Muazzam çocuk yaşında olmasına rağmen bunu fark etmişti. Artık geceleri yatağına yatıyor ve uyur gibi yaparak babasının gelip onu öpmesini bekliyordu. Bazen babası geç kalınca da uyuyup kalıyor ve sabah uyandığında uyuya kaldığı için kendine kızıyordu.
Muazzamı ilkokula geç vermişlerdi. Herkes 7 yaşında başlarken o nüfus kağıdına göre 10 yaşında ilkokula başladı. Çünkü o ablasının nüfus kağıdını kullanıyordu.
Annesi Sabire Hanım onun mutlaka okumasını ve iyi bir tahsil yapmasını istiyordu. Muazzam ilkokulda çok başarılı bir öğrenciydi. Arkadaşlarıyla uyumlu, evde annesine her fırsatta yardım eden bir kızdı. Ortaokulu da başarıyla tamamladıktan sonra annesi Sabire Hanım Muazzamın geleceği konusunu eşiyle konuşmak için uygun bir zaman kollamaya başladı.
Bir akşam eşi eve çok keyifli dönmüştü. Yemekten sonra Sabire Hanım konuya girdi;
-Bey, Muazzam ortaokulu bitirdi. Çalışkan ve terbiyeli bir kız olarak tüm öğretmenlerinin takdirini kazandı. Ben onun okumaya devam etmesini çok istiyorum.
-Ben de öyle düşünüyorum Sabire ama lise evimize çok uzak düşüyor. Bu kız karda kışta oraya kadar her gün nasıl gider gelir. Ben bırakmaya kalksam dükkanı kim açacak bilemiyorum. Ayrıca okul çıkışı da gidip alıp eve bırakmam neredeyse imkansız.
Sabire Hanım duruma üzülmüştü.
-Bey istersen ve iznin olursa bir de Muazzama soralım mı? Bakalım o ne diyor?
-Olur Sabire, çağır gelsin bakalım.
Sabire Hanım bir solukta üst kata çıkmıştı.
-Muazzam çabuk aşağıya gel baban seninle konuşacak.
-Ne oldu ki anne? Ben bir şey yapmadım diye korkuyla cevapladı Muazzam.
-Yok kızım yok, boşuna korkma. Baban başka bir şey söyleyecek sana.
Muazzam yüreği küt küt ata ata merdivenleri indi.
-Buyur baba, benimle konuşmak istemişsiniz dedi.
Babası ayakta tir tir titreyen Muazzama baktı ve hafifçe gülümsedi.
-Otur bakalım Muazzam senle biraz konuşalım.
Muazzam babasının oturduğu sedire yakın bir yere sandalyeyi çekti ve heyecanla onun diyeceklerini beklemeye başladı.
-Bak kızım, ortaokulu da bitirdin. Biliyorsun ki Trabzon'da kızlar en çok ortaokula kadar okurlar ama ben tahsiline devam etmeni istiyorum. Annen de bunu çok arzu ediyor. Ancak lise bize çok uzak ve ben senin tek başına okula gidip gelmen konusunda endişeliyim. Karı var kışı var. Soğuğu var çamuru var. Ne yapacağımızı bilemedim. Sen ne dersin? Tahsiline devam etmek ister misin? Edeceksen liseye tek başına nasıl gidip geleceksin?
Muazzam başını önüne eğmiş babasının dediklerini dikkatle dinliyordu. Babasının sustuğunu ve ondan cevap beklediğini görünce;
-Siz bilirsiniz babacığım dedi.
-Muazzam ben senin düşünceni öğrenmek istedim kızım.
-Baba ben liseye gitmek istemiyorum.
Muazzamın söylediklerine babası çok şaşırmıştı. Okulunu çok seven ve çok da başarılı bir öğrenci olan kızının tahsiline devam etmek istememesine bir anlam verememişti.
-Muazzam sen söylediklerinden emin misin kızım diye bir kez daha sordu ve kızının cevabını almak için yüzüne baktı.
Muazzam başını öne eğmişti.
-Muazzam başını kaldır da yüzüme bak kızım dedi babası.
Muazzam bir eliyle annesinin elini tutuyordu. Heyecanı hala geçmemişti.
-Baba dedi usulca, izniniz olursa ben başka bir okula gitmek istiyorum.
Babası şaşırmıştı.
-Kızım başka nerede okuyabilirsin ki?
Muazzam sustu ve kısa bir sessizlikten sonra babasına yüzüne bakıp usulca konuştu.
-Ben Kız Enstitüsüne gitmek istiyorum...
*
Trabzon 1935...
Muazzam ertesi sabah okula başlayacaktı. Günler önce annesiyle alışverişe çıkmış ve okul için ne gerekiyorsa tedarik edilmişti. Akşam yemeği sonrasında erken yatmak istedi. Önce babasının sonra da annesinin ellerini öpüp hayır dualarını alarak odasına çekildi.
Sabah erkenden kalkıp okul formasını giyindi ve aynada uzun uzun kendine baktı. Muazzam hızla serpiliyordu. Artık genç kızlığa adımını atmıştı.
Okulun ilk günlerinde hocalarının dikkatini çekmeyi başarmıştı. Gerek meslek dersleri gerekse de diğer derslerinde çok başarılı bir öğrenciydi. Ödevlerini zamanında yapar ve kusursuz bir şekilde hazırlardı.
Daha ilk yılında çok güzel elbise modelleri çizmeye başlamıştı ki bu da meslek dersi öğretmeninin dikkatinden kaçmamıştı.
- Aferin sana Muazzam. Çok güzel işler yapıyorsun.
-Teşekkür ederim hocam diye usulca cevaplamıştı ama yüzü de utancından al al olmuştu.
-Sadece öğrenciliğin değil Hanımlığınla da örnek oluyorsun. Hep böyle devam et kızım.
-Sağ olun hocam diyebildi...
Muazzam eve geldiğinde o gün neler yaptıklarını annesine anlatırdı. Sabire Hanım da biricik kızının başarısından gururlanır ve her anlatışından sonra sarılıp onu uzun uzun öperdi.
Muazzam'ın hayatı evden okula ve okuldan eve geçiyordu. Okuluna asla geç kalmadığı gibi okul çıkışı da bir an önce evine dönerdi.
İlk iki yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Okuldaki 3.yılına başladığında artık genç kız olmuştu. Kara gözleri, uzun siyah saçları ve dupduru yüzüyle herkesin dikkatini çeken bir güzelliğe sahipti.
3.sınıfa başladıktan 2 ay sonra okul müdürü ayrılmış ve yerine öğretmenlerden İnci Hanım atanmıştı. İnci Hanım Muazzam'ın en sevdiği öğretmenlerden biriydi. Meslek dersi öğretmeni olarak o da Muazzam'ın çalışkanlığını ve diktiği elbiseleri çok beğeniyordu.
*
Trabzon 1939...
İki üç yıl sonra Arjanti İsmail kısa zamanda Trabzonun en iyi avukatlarından biri olmuştu. Mesleğinin yanı sıra sosyal hayatta da girişimci ve önder nitelikte birisi olarak tanındı. Hafta sonları Şehir Klübündeki toplantı ve partilere katılırdı. Bu partilerde yanında hep kuzeni Dr. Yaşar vardı...
İsmail en küçük kardeş olmanın ve 25 yıl sonra dünyaya gelmenin tüm nimetlerinden faydalanırdı. 1930 ' lu yılların sonlarında altında arabası olan 2-3 kişiden biriydi. Abisi elde avuçta ne varsa onun için harcamaktan mutlu olurdu. İsmail ailenin sanki dışa vurumu gibiydi.
Cumhuriyet ağırlığını tüm yurtta olduğu gibi Trabzon'da da kendini hissettiriyordu. Halk yeni rejime çabuk adapte olmuştu. Her yerde Türk bayrakları hala asılıydı. Okuma yazma kurslarına ilgi büyüktü.
Şehir baştan aşağı büyük bir değişimi yaşıyor ve ahali fakirliğe, yokluğa rağmen hayata hep umutla bakıyordu.
İsmail'in evinde kaldığı abisinin eşi bir akşam kocasıyla baş başa kaldığında ona konuşacak şeyleri olduğunu söylemişti.
-Bey benim sana söylemek istediğim şeyler var.
-Buyur Hanım hayırdır. Anlat bakalım.
-Bey, İsmail artık evlilik yaşına geldi. Sen de biliyorsun ki o kolay kolay birini beğenmez ve de evlenmez. Şimdi yaşadığı hayattan çok memnun ama yarın birine kapılıp gider. İyisi mi biz ona helal süt emmiş birini alalım.
-İyi de Hanım kimi bulacağız ki?
-Ben diyorum ki kardeşimi İsmail'e alalım. Ben onunla şöyle bir konuştum. Sen bilirsin abla dedi.
-Vallahi Hanım ben İsmail'le bir konuşurum. Hayırlısıysa olur.
Yengesi Nefise Hanım'ın kız kardeşi İsmail'den 10 yaş büyüktü. Bu nedenle abisi bu konuyu İsmail'e nasıl açacağını bir türlü bilemiyordu.
Bir gün abisi İsmail'i bürosundan aradı.
-İsmail nasıl gidiyor işler?
-İyidir abi.
-Bu akşam Şehir Kulübü'ne gidecek misin?
-Hayırdır abi neden sordun?
-Ben de geleyim senle. Beraber yeriz akşam yemeğini.
-Abi sen kulübe hiç gelmezdin ki. Ne oldu böyle?
-Bir bakayım nasıl bir yer diye merak etmiş olamaz mıyım?
-Tamam abi, o zaman yedide orda buluşalım.
-Olur, görüşürüz İsmail...
İsmail bu konuşmaya bir anlam verememişti. Abisi bir kere bile Şehir Kulübü'ne gelmemişti. Niye gelmek istedi acaba diye düşündü. Belki Yaşar'ın haberi vardır diyerek elini telefona attı.
-Alo Yaşar, nasılsın bugün?
-İyiyim İsmail. Sen nasılsın?
-Ben de iyiyim, daha doğrusu az öncesine kadar iyiydim.
-Hayırdır İsmail. Bir sorun mu var?
-Aslında yok ama garip bir şey oldu. Abim aradı ve bu akşam Şehir Kulübü'ne beraber gidelim dedi.
-Babam! Şehir Kulübü'ne gidecek! Yok yok İsmail şaka yapıyorsun sen!
-Vallahi Yaşar. Belki senin haberin vardır diye sorayım sana dedim.
-Hiç haberim yok.
Saat yediye on kala bürosunu kapatıp çıktı. Yine son derece şık giyinmiş. Üzerinde harika duran bir elbise, yakasında mendili ve başında fötr şapkasıyla Arjanti İsmail , Uzun Sokak'ta yürümeye başlamıştı.
Kulübe vardığında abisinin ondan daha erken geldiğini gördü.
-Erken gelmişsin abi?
-Öyle oldu. Duruşmalarım erken bitti. Ardından işleri de çabuk yapınca ben de çıktım.
-İyi etmişsin abi, buyur oturalım.
Cam kenarında bir masaya oturdular. Abisinin yüzünde heyecanlı ve bir o kadar da sıkıntılı bir ifade vardı. Çok fazla konuşmadan yemeklerini yemeye başladılar. Arada bir havadan sudan konuşuyorlardı. İsmail bu konuşmalarının ardının nereye varacağını kestirmeye çalışsa da bir yere ulaşamıyordu.
Yemeğin sonuna doğru abisi konuya girdi.
-İsmail seninle bir konuyu konuşmak istiyorum.
-Efendim abi, seni dinliyorum.
-Senin artık evlenme zamanın geldi. İşin gücün yerinde. Dün gece de yengenle konuştuk biraz.
-Ne konuştunuz abi?
-Yengen dedi ki; İsmail'in evlenme zamanı geldi de geçiyor. Ona uygun birini bulalım.
İsmail bir an duraksamıştı. Yengesini iyi tanırdı. Çünkü onun elinde büyümüştü. İçini bir sıkıntı bastı.
Abisi konuşmasına devam etti;
-Yengen Mürvet'i sana vermek istiyor.
İsmail şaşırmıştı. Nasıl olurdu ki. Mürvet'e abla diyordu. Mürvet ondan 10 yaş daha büyüktü. Abisine saygısızlık yapmak istemiyordu ama bu asla olamazdı. Yine de bir bahaneyle geçiştirmek istedi;
-Abi ben daha askere gitmedim biliyorsun.
-Olsun İsmail. Şimdi nişan yaparız, askere gidersin. Dönüşte de evlenirsin.
Sonrasında soğuk bir ortamda işlerden konuştular. Yemekleri bittiğinde de kalkıp evlerine gittiler.
O günden sonra İsmail hep yüzü asık dolaşmaya başladı. Yaşar'la sohbetlerinde bile artık yüzü gülmüyordu. Bu arada İnci de çok genç yaşta olmasına rağmen boşalan müdür kadrosuna tayin edilmişti...
*
Enstitü'de her sene sonunda bir defile hazırlanır ve öğrenciler diktikleri kıyafetleri cansız mankenler üzerinde tanıtırlardı. Bunların satışından da okula katkı sağlanırdı.
Sene sonu defilesine sadece son sınıf öğrencileri katılabilirdi. Bu bir yerde mezuniyetlerini ve diplomalarını hak edişlerini gösterirdi...
Okulun ilk yarısının sonlarına doğru İnci Hanım koridorda Muazzam'la karşılaşmış ve ona şöyle demişti;
-Muazzam, bu yılki sene sonu defilesine sen de bir elbise hazırla.
-Ama Müdire Hanım sadece son sınıf öğrencileri katılıyor ona.
-Sen hazırla dedim işte o kadar diye biraz da kızarak söylendi İnci Hanım.
Muazzam'ın heyecandan eli ayağı titremeye başlamıştı. Okul çıkışı koşar adımlarla eve gitti.
-Anneee diye seslendi.
-Ne var kızım bir şey mi oldu?
-Yok yok anne ben iyiyim ama sana anlatacaklarım var.
Muazzam ardından olan biteni annesine aktardı. Sabire Hanım kızının başarısından dolayı gözyaşlarını tutamadı.
-Hadi bakalım Muazzam. Göreyim seni kızım. En güzelini sen dik.
Muazzam o günden sonra yeni bir model bulmak için saatlerce düşünmeye başladı. Okul dışında tüm zamanını defileyle geçiriyordu.
Her gece rüyalarında bir sürü modeller çiziyor ve elbiseler dikiyordu...
Zaman hızla geçmiş ve hazırlanan elbiselerin Müdire Hanım'a sunulma zamanı gelmişti.
Muazzam o sabah okul formasını daha da özenle ütülemişti. Saçlarını güzelce taramış ve hazırladığı elbiseyi çok dikkatli bir şekilde masanın üstünden alıp okulun yolunu tutmuştu.
Öğle tatilinden hemen sonra derse girmeden Müdire Hanım'ın odasına gidip elbiseyi göstermeye karar verdi.
Müdire Hanım'ın odasının kapısına geldiğinde kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Derin bir nefes aldı ve kapıyı üç kere tıklattı.
-Girin...
Muazzam yüzü al al odaya girdiğinde İnci Hanım'ın konuğunun olduğunu fark etti.
-Affedersiniz Müdire Hanım, ben daha sonra geleyim.
-Yok yok Muazzam gel içeri kızım.
Muazzam ürkek adımlarla içeri girdi. Yandaki yuvarlak masanın üzerinde elbisenin paketini açmaya başladı. Bu arada İnci Hanım da yanına kadar gelmişti. Elbiseyi omuzlarından tutarak İnci Hanım'a göstermek istedi.
İnci Hanım;
-Üstüne tut da öyle göreyim kızım dedi.
Muazzam odadaki misafirden utanmıştı ama gene de Müdire Hanım'ın dediğini yaptı.
İnci Hanım biraz geriye çekilerek yüzünde beğenisini anlatan bir ifadeyle uzun uzun baktı. Tam bir şey söyleyecekti ki konuğunun sesi duyuldu.
-Bu harikulade bir elbise İnci...
*
Muazzam gayri ihtiyari olarak başını sesin geldiği yöne doğru çevirmiş ve hemen arkasından da önüne eğmişti.
İnci Hanım;
-Muazzam aferin sana kızım. Çok beğendim. Şimdi elbiseyi burada bırak ve dersine dön sen dedi.
Muazzam hemen odadan dışarı çıkıp koşar adımlarla sınıfına gitti.
Eve geldiğinde annesine olanları anlatırken o kadar çok heyecanlıydı ki Sabire Hanım;
-Dur kızım dur. Heyecandan öleceksin. Hele bir su iç de gel ve öyle devam edersin dedi.
Muazzam sudan bir iki damla içti ve annesinin ellerine sarıldı.
-Anne çok heyecanlandım o anda. Müdire Hanım da konuğu da çok beğendiler.
*
Günler günleri kovalamış ve nihayet mezuniyet balosu günü gelmişti. Bir gün öncesinden Şehir Kulübünde hazırlıklar tamamlanmış ve elbiseler cansız mankenlere giydirilmişti. Aylar süren hazırlıklardan sonra tüm mezun olacak öğrencilerle birlikte Muazzam da çok heyecanlıydı. Vali ve Belediye Başkanı ile Garnizon Komutanı da bu toplantıya katılacaklardı.
O sabah Muazzam çok erken uyandı. Okul formasını yeniden elden geçirdi. Kahvaltıyı hazırlayıp annesine seslendi;
-Anne hadi kalk geç kalacağız.
-Saat kaç Muazzam?
-Yedi buçuk oldu anne
-Kızım toplantı saat ikide değil miydi?
-Evet anne ikide
-Eeeee o zaman bu saatte ne işimiz var ki bizim.
Sabire Hanım Muazzam'a böyle demişti ama arkasından hemen yatağından kalktı ve kızının yanına geldi.
-Çok heyecanlısın güzel kızım. Şimdi kahvaltını yap ve sakinleşmeye çalış.
-Tamam anne gayret ederim. Zaten ben mezun olmayacağım için heyecanlı olmama da gerek yok. Nasılsa 'En İyi Elbise Ödülü' de mezunlar arasından seçiliyor. Seni de boş yere erken uyandırdım.
-Ziyanı yok kızım. Senin heyecanını paylaşmak uykudan daha güzel.
*
Muazzam ve annesi Şehir Kulübüne vardıklarında içerisi hınca hınç dolmuştu. Zorlukla bir kenara iliştiler.
-Haklıymışsın kızım keşke daha erken gelseydik.
-Olsun anne biz buradan da seyrederiz. Mezunlar önde olmalı. İnşallah seneye ben de orada olacağım.
-İnşallah kızım.
Az sonra kürsüden anons yapıldı ve Vali Bey açılış konuşmasını yapmaya başladı. Muazzam ve annesi pür dikkat Vali Bey'in konuşmasını dinliyorlardı. Vali Bey konuşmasını bitirince okul müdürleri İnci Hanım kürsüye geldi ve öncelikle Valiye sonra da konuklara teşekkür ederek konuşmasına başladı.
İnci Hanımın konuşması bitince konuklar ayakta alkışladılar ve sonrasında Vali Bey elbiselerin sergilendiği salonun kapısında hazırlanan kordelayı kesti. Ardından da konuklarla birlikte elbiselerin gösterildiği salona girdiler.
Muazzam ve annesi ise kalabalığın biraz daha dağılmasını beklediler. Yarım saat sonra onlar da salona girdiler.
Muazzam önce diğer elbiselere baktı ve ardından kendi elbisesinin olduğu yere doğru yöneldi. Elbisenin olduğu yere geldiğinde çok şaşırmıştı. Elbisenin üstünde bir not vardı.
'Satılmıştır...'
-Anneee çabuk buraya gel diye seslendi.
Sabire Hanım hızla kızının yanına gitti.
-Ne oldu Muazzam?
-Anne baksana elbisem satılmış.
-İyi kızım da ne var ki bunda! Onlar satılmak için buradalar.
-Anne diğerlerine de baktım ama onlarda etiket yoktu. İlk satılan elbise benimkisi olmuş.
Sabire Hanım bu sefer şaşırmıştı.
-Vallahi ben de şaşırdım şimdi kızım diyebildi.
*
Aradan 30 dakika daha geçmişti. Tüm konuklar gösterilen elbiseleri izlemiş ve hemen hemen tüm elbiseler satılmıştı. İnci Hanım sonuçtan memnun bir şekilde konuklarıyla tek tek ilgileniyordu.
Kürsüye gelen okul Müdür Yardımcısı Afet Hanım öncelikle katılan konuklara sonra da mezun olan öğrencilere teşekkür edip başarılar diledi ve sözlerine şöyle devam etti;
-Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın konuklarımız ve sevgili kızlarımız. Şimdi 'En İyi Elbise ödülü' nü takdim etmek üzere Sayın Valimizi sahneye davet ediyorum.
Vali alkışlarla sahnedeki yerini aldığında Afet Hanım konuşmasına devam etti.
-Sevgili misafirlerimiz şimdi de 'En İyi Elbise Ödülü'nü kimin kazandığını açıklamak üzere okul müdürümüz İnci Hanımı davet ediyorum.
İnci Hanım kürsüye doğru yürürken tüm salonda nefesler adeta tutulmuştu. Müdire Hanım elindeki kağıda bakmadan konuklarına dönüp konuşmasına başladı;
-Sayın Valimiz ve değerli konuklarımız. Trabzon Kız Enstitüsü 1939 yılı mezuniyet töreninde her sene verilen 'En İyi Elbise Ödülü' nü bu yıl kazanan öğrencimizin adını açıklıyorum.
Salonda herkes büyük bir sessizliğe gömülmüştü. Mezun olan kızlar ön tarafında büyük bir heyecanla sonucun açıklanmasını bekliyorlardı.
Muazzam da annesinin elini sıkı sıkı tutmuş ve hangi ablasının kazanacağını büyük bir merakla bekliyordu.
-En İyi Elbise Ödülü ödülünü kazanan öğrencimiz dedi ve derin bir nefes aldı İnci Hanım. O anda salonda herkes adeta sus pus olmuştu...
-En İyi Elbise Ödülünü kazanan öğrencimiz... Muazzam Sönmez...
*
Sabire Hanım Muazzam'ın başında ağlaya ağlaya kızına sesleniyordu.
-Kızım, Muazzam'ım kendine gel. Aç gözlerini yavrum.
Muazzam yavaş yavaş kendine geliyordu. İlk gördüğü kişi Doktor Yaşar'dı.
-Nasıl oldun Muazzam?
-İyiyim doktor Hanım
-Peki, şimdi biraz kalk ve şöyle otur bakalım.
-Nasıl isterseniz efendim.
İnci Hanım da Muazzamın başına gelmişti.
-Kızım iyiysen Vali Beyi bekletmeyelim.
-Olur Müdire Hanım.
Muazzam Vali Beyin elinden ödülü nasıl aldığını ve sonra nasıl sahneden indiğini hayatı boyunca hiç hatırlamadı.
*
Trabzon 1940
Yaz tatili çabuk bitmiş ve okulların açılmasına 10 gün kalmıştı. Muazzam Enstitüdeki son yılı için tüm hazırlıklarını tamamlamış olarak okuluna gideceği günü sabırsızlıkla bekliyordu.
Okul başlayıncaya kadar kalan 10 günlük bölümde sürekli yeni modeller çizmeye gayret ediyor ve arkadaşlarına elbiseler dikiyordu. Sabire Hanım onun böylesi güzel elbiseler dikmesinden çok mutlu oluyordu. Bir gün kahvaltl sonrasında Muazzama seslendi;
-Kızım bana da bir elbise diker misin?
-Sen istersin de dikmez miyim anne?
-O zaman hazırlan da gidip uygun bir kumaş beğenelim.
-Tamam anne hemen giyiniyorum.
Anne-Kız birlikte Uzun Sokağa gittiler ve her zaman kumaş aldıkları Hasbi Beyin dükkanına girdiler.
-Hoş geldin Sabire Hanım
-Hoş bulduk Hasbi Bey. Yeni gelen elbiseliklerinden göster de kendime göre bir şey seçeyim.
-Peki Sabire Hanım, şöyle gelin.
Hasbi Bey yeni gelen elbiselik kumaşlardan 5-6 tanesini uzun tezgahın üstüne tek tek yaymaya başladı. Muazzam her açılan kumaşı dikkatle inceliyordu.
-Var mı beğendiğin bir şey diye sordu Sabire Hanım kızına.
-Ben bunu beğendim anne. Sana bunu alalım.
-O çok genç işi be kızım.
-Sen de daha gençsin annem. Hadi hadi kabul et de bunu alalım. Bak ne güzel bir elbise olacak.
Sabire Hanım Muazzamın beğendiği kumaştan aldı.
Muazzam 3 gün annesinin elbisesiyle uğraştı. 3.günün sonunda elbiseyi bitirmiş ve güzelce ütülemişti.
-Anneeeeeee, yemem piştiyse biraz yukarı gelir misin?
-Tamam kızım geliyorum diye cevapladı Sabire Hanım.
Ağır adımlarla tahta merdivenleri çıkıp üst kattaki Muazzamın odasına girdi.
-Annem hadi giy şu elbiseyi. Bakalım beğenecek misin?
Sabire Hanım Muazzamın elindeki elbiseyi görünce küçük dilini yutacak gibi oldu.
-Kızım bu ne güzel bir elbise olmuş. Ama baban bana bunu hayatta giydirmez.
-Sen hele bir giyin şunu da babamı halletmesini bana bırak.
Sabire Hanım elbiseyi giyip uzun uzun aynada kendine baktı. İlk defa bu kadar uzun süre ayna karşısında kalmıştı. Sonra Muazzama sarılıp onu yanaklarından öptü.
-Güzel kızım, bu hayatımda giydiğim en güzel elbise. Ellerine sağlık.
-Güle güle giyin annem. Ben sana daha ne güzel elbiseler dikeceğim.
*
Nihayet okulun başlama günü gelmişti.
Muazzamın içi içine sığmıyordu. Sabah erkenden uyanıp okul kıyafetlerini yeniden ütülemişti. Sabire Hanım da kalkmış ve kızını uğurlamak için aşağıya inmesini bekliyordu.
Muazzam az sonra alt kata inip annesinin elini öptü ve hayır duasını alıp okulun yolunu tuttu.
Okulun bahçesinde arkadaşlarıyla hasret giderdi.
Zilin çalışı Muazzamın hayatında yeni bir dönemin başladığının da işaretiydi.
*
Muazzam yine okulun en başarılı öğrencisi olmayı başarmıştı. İlk dönemim ortalarına doğru İnci Hanım sınıflarına gelmişti. Kızlar ayağa kalktılar. İnci Hanım oturun çocuklar dedi ve devam etti.
-Kızlar, bu yıl ki sene sonu balosu için daha erken hazırlıklara başlayacağız. Herkes dikeceği elbisenin modeli hakkında karar versin ve hafta sonuna kadar çizdiğiniz modeli odama gelerek bana gösterin.
Muazzamın gözüne uyku girmiyordu. Ne yapıp edip en güzel modeli çizmeli ve yine 'En İyi Elbise Ödülünü' kazanmalıydı. Günlerce modeller üstüne çalıştı ve sonunda içini rahat ettirecek bir modelde karar kıldı.
Sabah okula gittiğinde hemen müdire Hanımın odasına yöneldi. Kapıyı yavaşça çaldı.
-Girin diye seslendi İnci Hanım.
Muazzam saygılı bir şekilde başını uzattı.
-Müdire Hanım müsaitseniz size dikeceğim elbisenin modelini göstermek istiyorum.
-Gel içeri Muazzam. Bakalım nasıl bir şey düşündün.
Muazzam içeri girdiğinde müdire Hanımın bir misafiri olduğunu fark etmişti. Bir an göz göze geldiler. Bu adam geçen yıl müdire Hanımın odasında gördüğüm adama benziyor diye kendi kendine söylendi.
İnci Hanımın masasının yanına geldiğinde ellerinin titrediğini fark etti. Bu durumu İnci Hanım da fark etmişti.
-Heyecanlanma Muazzam. Sen mutlaka güzel bir model çizmişsindir. Hele bir göster bakayım bana.
-Buyurun Müdire Hanım diye zorlukla cevapladı Muazzam.
İnci Hanım modeli uzun uzun inceledi sonra misafirine döndü.
-Sen de bakmak ister misin?
-Olur bir bakayım dedi konuğu ve modeli incelemeye başladı. Bir süre sonra;
-İnci bu kızınız çok maharetli biri. Ben çok beğendim dedi.
-Ben de çok beğendim. Aferin Muazzam sana. Hadi bakalım yine çok güzel bir elbise dik bize.
-Elimden geleni yapacağım efendim. Şimdi izninizle sınıfıma döneyim.
-Tamam kızım hadi geç kalma.
Muazzam kapıdan çıkar çıkmaz koşar adımlarla sınıfına gitti.
*
Aradan 10 gün kadar bir süre geçmişti.
İnci Hanımın misafiri yine okula gelmişti.
-Sen son zamanlarda beni çok özlemeye başladın sanırım diye muzipçe güldü İnci Hanım.
-Bilirsin seni çok severim ben İnci.
-Evet bilirim ama her yere de Yaşar ablamla gidersin. Bu nasıl iş İsmail?
-Aman dur kızma. Tamam söz. Bir akşam da seninle gideriz.
O günden sonra İsmail fırsat buldukça çay içmek bahanesiyle İnci Hanıma gelmeye devam etti.
-Yarın okul çıkışında seni almaya geleceğim.
-Nereye gidiyoruz İsmail?
-Sürpriz olsun sana.
-Peki, öyle olsun bakalım.
Öbür gün okul çıkış saatinden 5 dakika önce gelip bahçede İnci Hanımın çıkmasını beklemeye başladı.
Zil alçınca kızlar birer ikişer bahçeye inmeye ve oradan da çıkış kapısına yönlenmeye başladılar. İsmail fark ettirmeden kızlara bakıyor ve gözleri Muazzamı arıyordu. En sonunda Muazzam'da bahçeye inmiş ve ağır adımlarla çıkış kapısına doğru yönelmişti. İsmail onun ilgisini çekebilmek için Muazzamın önüne geçti ve
-İnci Hanımı gördünüz mü? Diye sordu.
Muazzam hafifçe başını kaldırdığında bir kez daha göz göze geldiler.
-Hayır görmedim dedi ve hızlı adımlarla kapıya doğru gitti.
İsmail arkasından doğru bakıyordu ki İnci Hanımın sesiyle irkildi.
-Sen niye burada bekliyorsun ki beni! Neden odama gelmedin?
-Geç kaldım. O nedenle odana gelmedim. Burada seni bekledim.
-Öyle olsun bakalım diye yine muzipçe güldü.
O akşam İsmail Garnizonda bir yemeğe davetliydi ve o davete İnciyle birlikte gittiler.
*
Muazzam eve döndüğünde, bahçede gördüğü İnci Hanımın misafirinin ona bakışını unutamamıştı. İçinde garip bir şeyler hissetti...
*
Muazzam okuldan çıkıp evine doğru gidiyordu. İsmail'de 10-15 metre gerisinden onu takip etmeye başlamıştı. Muazzamın nerede oturduğunu öğrenmek istiyordu. Yaklaşık 20 dakika sonra Muazzam evine vardığında İsmail o yoldan gidiyormuşçasına yoluna devam etti. İstediğini elde etmişti...
*
İsmail bir ay kadar sonra abisine telefon açıp onunla konuşmak istediğini söyledi. Abisi de akşam evde konuşuruz dedi ama İsmail evde değil seninle büronda konuşmak istiyorum diyince o zaman saat 5 gibi gel dedi abisi...
İsmail tam beşte abisinin bürosuna gelmişti.
-Ooooo bu ne dakiklik İsmail. Hoş geldin bakalım.
-Hoş bulduk abi.
-Gel otur şöyle.
İsmail abisinin gösterdiği yere oturdu. Abisi zile basıp iki çay söyledi ve sonra İsmail söze girdi.
-Abi hani bana evlilik yaşın geldi demiştin ya?
-Evet demiştim. Nihayet kabul ettin mi?
-Neyi kabul ettim mi abi?
-Yengenin kız kardeşiyle evlenmeyi.
-Yok hayır abi.
-Eeeee öyleyse kimle evleneceksin ki? Başka birini mi bulalım sana?
-Yok bulmayın abi. Ben bulacağımı buldum.
-Kimi buldun İsmail. Çatlatma insanı da söyle.
-Abi, İnci'nin okulunda son sınıfta bir kız var. Ben onu çok beğendim ve onu sevmeye başladım.
-Kimin nesidir? İnciyle konuştun mu hiç?
-Hayır abi konuşmadım. Sen konuşur musun?
-Olur peki akşam konuşur öğrenirim İnci'den. Ama yengen bundan hiç memnun olmayacak.
İsmail daha sonra bu konuya hiç girmedi ve bir süre sonra da abisinden izin isteyip kalktı.
*
O gece Hamdi abisi konuyu önce eşi Nefise Hanıma açtı. Nefise Hanım çok sinirlenmişti.
-İsmaili ben büyüttüm ama o beni dinlemiyor öyle mi?
-Hanım öyle deme. İsmaili bilirsin. Başına buyruk biridir o.
-Hayır efendim. O Mürvet'ten başaksıyla evlenemez. Hakkımı helal etmem ona bilsin.
Hamdi Bey üstelemedi ama canı da bir hayli sıkılmıştı. Yemekten sonra da İnci'yi odasına çağırdı ve ona İsmailin beğendiği kızı sordu.
-Baba çok efendi ve çalışkan bir kız. Bildiğim akdarıyla da ailenin tek kızı.
-Kimlerdendir kızım? Bilir misin?
-Babası kasap Ethem Bey baba. Belki bilirsin Pazar yolunda dükkanı var.
-Yok çıkaramadım ben İnci.
O geceden sonra Nefise Hanım İsmail'le konuşmamaya başladı. İsmail ne kadar saygı gösterse de yengesi yüzüne dahi bakmıyordu.
Bir akşam yengesi mutfaktayken İsmail yanına gitti.
-Yenge benle neden konuşmuyorsun sen?
-Bak İsmail. Seni ben büyüttüm ama sen benim sözümü dinlemiyorsun.
-Ne söyledin de yapmadım ki yenge?
-Ben sana kız kardeşimi vermek istediğimi Hamdi abine söyledim ama sen oralı bile olmadın. Ya Mürvet'le evlenirsin ya da bir daha benimle konuşmazsın.
-Sen bilirsin yenge dedi İsmail ve mutfaktan çıktı...
*
İsmail haftada iki üç defa okul çıkış saatinde okulun yoluna geliyor ve Muazzam çıktığında ona hissettirmeden peşinden gidiyordu. Artık iyiden iyiye Muazzama sevdalanmıştı.
Okul ara tatiline girmeden birkaç gün önce akşam yemeğe oturduklarında İsmail abisine dedi ki;
-Abi ben o kızı seviyorum. Onu bana ister misiniz?
-Ne diyorsun sen diye kükredi Nefise Hanım! Ya Mürvet'le evlenirsin ya da kız isteme işini unutursun.
Hamdi Bey eşine sakin olmasını söyledi ama Nefise Hanımın durulacağı yoktu.
-Hiçbir kuvvet bana o kızı istetemez. İsmail, Mürvet'le evlenecek işte o kadar!
İsmail önce sakin sakin dinlemişti. Ama yengesinin son sözü üzerine konuşma ihtiyacı duydu.
-Siz gidip o kızı isteseniz de istemeseniz de ben o kızla evleneceğim. Bu konu burada kapanmıştır.
İsmail sözünü bitirip masadan kalktı ve hemen odasına çekildi.
Gece geç saatlere kadar Hamdi abisinin yengesiyle kavga ettiğini duysa da hiç önemsemedi.
*
İsmail kafasına koymuştu ve ne yapıp edip Muazzam'la evlenecekti.
Kızın babasının dükkanını öğrenmişti. Kaçta eve geldiğini de...
Okulun kapanmasına bir gün kala Muazzamın babası Ethem Beyi akşam evinin kapısında yakalamıştı.
-Hayırlı akşamlar Ethem Bey.
-Hayırlı akşamlar. Bir şey mi soracaksın?
-Hayır sizden bir şey isteyeceğim.
-İste bakalım neymiş isteğin bileyim.
-Ben Allahın emri peygamberin kavliyle kızınız Muazzamı istiyorum...
*
Ethem Bey;
-Sen ne saçmalıyorsun? Böyle kız mı istenir? Senin anan baban yok mu? Şimdi defol git buradan yoksa elimden bir kaza çıkacak.
Diye kararlı bir sesle konuşunca İsmail bir şey demeden hemen oradan uzaklaştı.
*
Ethem Bey konuyu eşine ve kızına söylememeyi düşündüyse de kızı adına tedirgin olmuştu.
Akşam Muazzam uyuduktan sonra olan biteni Sabire Hanıma anlattı. Sabire Hanım da çok şaşırmıştı.
-Bu nasıl şey Bey diyebildi.
-Ben de anlamadım Sabire. Adamı da ilk kez görüyorum. Gerçi iyi giyimli efendi birine benziyordu ama gene de Muazzam için endişelenmeye başladım. Sen bir Muazzama sor bakalım bildiği, gördüğü, rahatsız olduğu bir şey var mı?
-Tamam Bey sabah konuşurum ben onunla.
*
Sabah kahvaltı sonrasında Sabire Hanım konuyu Muazzama anlatmıştı.
-Hiçbir bilgim yok anne. Beni rahatsız eden biri de olmadı.
-Peki kızım. Ben okula uğrar İnci Hanımla bir görüşürüm.
Sabire Hanım öğleden sonra Enstitünün yolunu tutmuş ve soluk soluğa İnci Hanımın odasına girmişti.
-Müdire Hanım sizi rahatsız ediyorum ama konuşmam gereken bir konu var. Ben Muazzam'ın annesiyim.
-Tabii buyurun şöyle oturun. Hayrola? Muazzam'ın bir şeyi mi var?
-Onun bir şeyi yok İnci Hanım ama onla ilgili bir konu var. Bunu size iletmek istedim.
-Buyurun sizi dinliyorum.
-İnci Hanım, hepimiz biliriz ki siz çocuklarımızı her şeyden korursunuz. O nedenle de hemen gelip olanı biteni size anlatmak istedim.
-Onlar bize emanetler Sabire Hanım. Hele siz bir anlatın bakalım ne olduğunu bilelim.
Sabire Hanım olanı biteni İnci Hanıma anlatmıştı. İnci Hanım bizzat ben ilgileneceğim bu konuyla dedikten sonra Sabire Hanım izin isteyip odadan çıktı.
*
Bu konu İnci Hanımın kafasına takılmıştı. Önce kondurmak istemedi ama kişinin iyi giyimli biri olduğunu da öğrenince kafasında bir ?Acaba' sorusu oluştu.
Hemen İsmail'i telefonla aradı.
-İsmail nasılsın ben İnci
-Oooo sevgili yeğenim ben iyiyim sen nasılsın? Hayırdır sen beni arar mıydın?
-Aradım işte... Bugün işin yoksa bana uğrar mısın? Seninle konuşmak istediğim bir şey var.
-Hayırdır İnci? Telefonda söyle.
-Yok yok, yüz yüze konuşalım.
-Peki o zaman birazdan sendeyim.
-Tamam görüşürüz İsmail.
*
İsmail otuz dakika sonra gelmişti.
-Hoş geldin İsmail, buyur otur. Sana bir kahve söyleyeyim.
-İyi olur İnci. Ben daha fırsat bulamamıştım kahve içmeye.
İnci Hanım zile bastı ve gelen müstahdeme iki orta kahve söyledi.
-Eeeee İnci, ne konuşacaksın benimle.
-Şeyyy İsmail. Belki saçma gelecek sana ama bunu sormak zorundayım.
-Hayırdır İnci, merak ettirme beni de söyle bir an önce.
-Sen Muazzam'ın babasıyla konuştun mu hiç?
İsmail bu soru karşısında kıpkırmızı olmuştu.
-Şey İnci, sana doğrusunu söylemeliyim. Ben o kızı senin odanda gördükten sonra hiç unutamadım. Biliyorsun ki konuyu abime ve sizlere de açtım ama yengem karşı çıktı. Abim de bir şey söyleyemedi. Baktım olacak gibi değil gittim kendim istedim.
-İsmail sen ne yaptığının farkında mısın? Tarih böyle bir şeyi yazmamış. Sen böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Üstelik bu kız benim öğrencim. Yani bana emanet. Bu yaptığına inanamıyorum...
-Haklısın İnci, özellikle senden özür dilerim. Ama şunu bil ki ben o kızdan vazgeçmeyeceğim.
-Lütfen İsmail, böyle saçmalıklar yapma. Kızı da beni de zor durumda bırakma.
-Tamam tamam bir daha saçmalamam.
*
İsmail bu konuyu kafasına koymuştu ve ne edip edip Muazzam'la evlenecekti.
Uzun bir süre babasını etkileyecek bir akrabanın olup olmadığını araştırdı. Sonunda kızın dayısının babasıyla arasının çok iyi olduğunu ve birbirlerini saydıklarını, sevdiklerini öğrendi. Sıra o kişiyle konuşmaya gelmişti.
Konuyu abisine tekrar açtı ama abisinden olumlu bir cevap alamadı. Bunun üzerine Muazzamın dayısı Burhan Beyle bir konuşma fırsatı yaratmaya çalıştı. 3-5 gün sonra Uzun sokakta yürürken karşıdan Burhan Beyin geldiğini gördü.
-Merhabalar efendim. Ben Avukat İsmail. Vaktiniz varsa size büromda bir çay ikram edebilir miyim?
-Hayırdır İsmail Bey! Nedendir bu davet?
-Siz lütfen buyurun orda konuşalım.
-Peki.
İsmail büroya varıncaya kadar Burhan Beye bir şey söylememişti.
İçeri girmeden hemen çay ocağına iki çay söyledi ve sonra odasına geçtiler.
-Buyrun Burhan Bey şöyle oturun lütfen.
-Teşekkür ederim İsmail Bey. Doğrusu merak ettim ne konuşacağınızı.
-Çaylarımızı içelim anlatacağım size konuyu.
O arada çaylar da gelmişti. Burhan Bey İsmail'in ne söyleyeceğini merakla bekliyordu. Çaylar bitince İsmail söze girdi.
-Burhan Bey, ben enstitünün müdiresi İnci'nin amcasıyım.
-Nasıl yani? İnci Hanım sizinle aynı yaşta gibi.
-Evet ama abimle aramda 25 yaş fark var. Ondan öyle oluyor.
-Peki devam edin sözünüze.
-Ben okulda yeğeniniz Muazzamı gördüm ve de çok beğendim. Onunla evlenmek istiyorum.
-İyi de evladım bunu ailenle konuş ve onlar da gidip istesinler. Gerisi babasının bileceği bir iş. Sen bu konuyu bana neden söylüyorsun ki?
-Burhan Bey, ben konuyu aileme açtım. Yengem kız kardeşinin benimle evlenmesini istediği için hemen karşı çıktı. O nedenle de Muazzamı istemeye gitmiyorlar. Ben de cesaretimi toplayıp Ethem Bey'den kızı istedim ama beni kovdu.
-Sen neler diyorsun İsmail Bey oğlum. Bu yapılacak bir şey mi? İyi kurtulmuşsun Ethem'in elinden. Yoksa hiç iyi şeyler olmazdı. Allah korumuş seni evladım.
-Ne yapabilirdim ki başka? Muazzamı kaçırmaktan başka çarem kalmayacak bu gidişle.
-Dur evladım ne kaçırması? Hele bir dur bakalım. Sen kimlerdensin bana bir anlat hele bakayım.
-Ben Avukat Hamdi'nin kardeşiyim. Aynı zamanda Hakim Kamil'le de kardeş çocuklarıyız.
-Topal hakimden mi bahsediyorsun sen?
-Evet ondan bahsediyorum.
-Evladım aileniz Trabzon'un en bilinen ve de sevilen, sayılan ailelerinden. Ama bu her şeyi halletmiyor.
-İşte ben de bu yüzden sizinle konuşmak istedim. Çok araştırdım ve Ethem Beye bu konuyu benim için söyleyebilecek tek kişinin siz olduğunuzu öğrendim. Lütfen bana yardım edin.
-Hele ben bir düşüneyim. Bir ara tekrar uğrarım konuşuruz. Şimdi ben kalkayım.
-Çok teşekkür ederim Burhan Bey. Allah sizden razı olsun.
*
Burhan Bey öbür akşam Sabire Hanıma uğradı ve İsmail'le konuşmalarını aktardı.
-Sabire efendi bir adam İsmail. İyi bir ailenin oğlu. İşi gücü de yerinde. Ethem haklı olarak kovmuş ama adamın da yapacak bir şeyi yok. Ne dersin? Ben bir Ethem'le konuşayım mı?
-Abi sen beğendiysen konuş istersen. Ama peşinen söyleyeyim Muazzam okulu bitirmeden hiçbir şey olmaz.
-Tamam tamam sen merak etme. Muazzama'da bir şey söyleme. Kafası karışmasın kızın.
-Tamam abi.
*
Burhan Bey İsmail ve ailesini elinden geldiğince araştırmıştı. Herkes olumluydu aile için. İçi rahat etmişti.
Cuma namaz sonrasında Ethem Beyin kasap dükkanına gitti.
-Oooo Burhan, sen buraların yolunu bilir miydin?
-Namazdan sonra bir den aklıma esti. Sana bir uğrayayım edim Ethem.
-İyi ettin iyi ettin. Oğlum hemen iki çay kap gel bakalım bize...
Çayları içerken Burhan Bey Ethem'in keyifli olduğunu gördü ve konuyu orada açmaya karar verdi.
-Ethem, geçenlerde Muazzamı istemişler senden. Hiç bahsetmedin.
-Sen nereden duydun bunu?
-Sen benim nereden duyduğumu bırak da söyle bakalım ne oldu.
-Ne olacak kovdum. Allah'tan hemen arkasını döndü gitti de elimden bir kaza çıkmadı. Tövbe tövbe. Bu mübarek günde gene sinirim tepeme çıkacak.
-Ethem dur sinirlenme şimdi. Seninle konuşacaklarım var.
-İyi o zaman söyle bakalım.
Burhan Bey olanı biteni aktardı. Ethem Bey önceleri Nuh deyip peygamber dememişti ama Burhan Beyin ailesiyle ilgili söylediklerinden sonra biraz yumuşamıştı.
-İyi de Burhan nasıl olacak bu iş. Ailesi gelmiyorsa kim isteyecek bu kızı benden?
-Ben isteyeceğim Ethem!
Ethem Bey şaşırıp kalmıştı.
-Burhan sen iyice araştırdın mı? Bak sonra senden sorarım hesabını.
-Tamam be Ethem. Ben sevdim adamı. Yarın uğrayıp konuşayım. Sonra da onunla beraber bir akşam sana gelelim.
-Allah Allahhhh. Bu nasıl iş dedi Ethem Bey ama Burhan Beye de karşı koyamadı.
*
-Selamın Aleyküm İsmail Bey oğlum.
-Ooooo Burhan amca buyur buyur.
-Sana iyi haberlerim var evladım.
İsmail heyecandan yerinde duramıyordu.
-Nedir Burhan Bey amca?
-Muazzamın babasıyla konuştum ve onu ikna etmeyi başardım.
-O zaman hemen gidip tekrar isteyeyim.
-Dur be evladım sen nereye gidiyorsun?
-İyi de size söylemiştim. Ailem gitmez istemeye.
-O zaman senle ben gidip isteyeceğiz.
İsmail neredeyse düşüp bayılacaktı.
*
Okulda ilk dönem sonra ermiş ve karneler alınmıştı. Muazzam okul birincisi olarak takdirname aldı. O gece babası ona hasır bilezik hediye etti.
Okulun ikinci yarısının başlamasına 2 gün kala Sabire Hanımın evinde hummalı bir temizlik vardı. Muazzam buna pek bir anlam verememişti.
-Anne, Bayram değil seyran değil niye böyle büyük temizliğe kalktın ki sen.
-Yarın akşam önemli bir misafirimiz var kızım.
-Kim gelecek anne?
-Akşama söylerim kızım. Hadi şimdi elele bitirelim şu temizliği.
*
Ertesi akşam Burhan Bey yanında İsmail'le Ethem Beyin kapısına geldi. İsmail'in elinde çikolata kutusu ve söz bohçası vardı. Gerçi daha kız istenmemiş ve bir sonuca ulaşılmamıştı ama İsmail'in ısrarıyle söz bohçası da hazırlanmıştı.
Burhan Bey kapının tokmağını 3 kere çaldı. Kapıyı Sabire Hanım açmış ve misafirlerini içeriye buyur etmişti.
İsmail heyecandan tir tir titriyordu.
İçeri geçtiklerinde Ethem Bey cam kenarındaki sedirde oturuyordu. Burhan Bey görünce ayağa kalmıştı.
-Hoş geldin Burhan, sen de hoş geldin evladım.
İsmail Ethem Beyin kendisine ?evladım'demesinden çok mutlu olmuştu. Saygıyla Ethem Beyin elini öptü ve Ethem Beyin ?buyurun oturun' demesini bekledi.
-Buyurun oturun şöyle.
Burhan Bey Ethem Beyin karşısındaki sedire oturunca İsmail'de hemen onun yanına ilişti.
Sabire Hanım gelen çikolatadan ikram etti ve söz bohçasını hemen oradan kaldırdı.
Muazzam üst katta heyecandan ölecek gibiydi. Önceki akşam annesi on istemeye geleceklerini söyleyince çok bozulmuştu ancak gelecek olanın İsmail olduğunu öğrenince içinden sevinmişti. İsmaili iki kere okulda görmüştü ama hayal meyal hatırlıyordu.
Kahveler içildikten sonra Burhan Bey söze girdi;
-Ethem, Allah'ın emri Peygamber efendimizin kavliyle kızın Muazzamı oğlumuz İsmail'e istiyorum.
Ethem Bey bir süre düşündü ve sonra cevabını iletti.
-Bak Burhan, sen olmasan ben bu delikanlıyı bir daha kovardım. Üstüne bir de iyi bir sopa yerdi benden. Ama şimdi arada sen varsın. Ben kızı sana veriyorum.
İsmailin gözlerinden iki damla yaş yanaklarına süzülmüştü. Burhan Beyin dürtmesiyle hemen kendine geldi ve ayağa kalkıp Ethem Beyle Sabire Hanımın ellerinden öptü.
*
Konuklar gittikten sonra Sabire Hanım Muazzama seslendi;
-Muazzam hele bir aşağıya gel kızım.
-Efendim anne demesiyle aşağıya inmesi bir olmuştu.
-Kızım baban seni İsmail Bey oğluma verdi. Allah mesut etsin. Bak bu da söz bohçan. Hadi aç da bir bak bakalım beğenecek misin?
Muazzam bohçayı alıp masanın üstüne koyduğunda kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.
Özenle bohçayı açtığında masanın başında donup kalmıştı.
Sabire Hanım Muazzamın o halini görünce yerinden kalkıp yanına gitti. Muazzamın eli ayağı zangır zangır titriyordu. Güçlükle söylendi;
-Anne bu benim geçen sene diktiğim elbise...
*
Muazzam şaşkın şaşkın elbiseye bakmaya devam ediyordu. Sabire Hanım kızının başını okşadı ve
-Güzel kızım ilk senin elbisen satılmıştı. Demek ki İsmail Bey oğlumuz almış ve o günden beri seni sevmiş.
Muazzam utanmıştı. Başını önüne eğdi ve belli belirsiz bir sesle annesine cevap verdi.
-Anne Müdire Hanımın odasında elbiseyi görmüştü ve çok beğendiğini söylemişti. Ama ben o zaman kim olduğunu bilmiyordum.
*
İsmail sonunda isteğine ulaşmıştı.
Akşam eve vardığında konuyu hemen abisine aktardı. Abisi olan bitene inanamıyordu.
-Sen şimdi o kızı babasından istedin öyle mi?
-Ben değil dayısı istedi abi.
-Nasıl yani?
İsmail olanı biteni anlatınca;
-Hayırlısı olsun İsmail dedi.
Abisi hem sevinmiş hem de biraz tedirgin olmuştu. Nefise Hanıma bunu kabul ettirmesi zor olacaktı.
Akşam yemekten hemen sonra kahvesini içerken;
-Nefise biliyor musun İsmail evleniyor.
-İsmail evleniyor mu? Kimle?
-O sevdiği kızla.
-Ben o kızı istemeye falan gitmem bilmiş ol Bey.
-Kızı istemişler bile.
-Anlamadım Bey, nasıl yani? Kim istemiş?
Hamdi Bey İsmailin anlattıklarını aktardı. Nefise Hanım çok sinirlenmişti. O sinirle İnci'ye seslendi;
-İnciiiiiii çabuk buraya gel.
İnci annesinin sinirini iyi bilirdi. Bir solukta içeri girdi.
-Efendim anne.
-Bu işte senin parmağın var mı İnci?
-Yok anne. İsmail beğenmiş kızı ve babamın anlattığı gibi davranmış. Sonunda da ne edip edip babasını ikna edip kızı almış.
-Durun bakalım daha her şey bitmedi.
Hamdi Bey eşinin son sözü üzerine kahvesinden son b,r yudum daha aldı ve sert bir ses tonuyla konuya noktayı koydu.
-Bu iş bitmiştir. İsmaile yakışır bir düğün için ne gerekirse yapılacak.
*
İsmail'le Muazzamın düğünleri Kale Parkta yapıldı. Trabzon'un tüm seçkin aileleri düğündeydi ve hepsi de Muazzamı çok beğenmişlerdi. Nikah şahitliklerini Vali ve Muazzamın dayısı yapmıştı...
*
Düğünden kısa bir süre sonra İsmail yedek subaylığını yapmak üzere Ankara'ya gitmişti. Muazzamın yanında annesi Sabire Hanım vardı ve Muazzam hamileydi.
Kocası askerdeyken oğlu dünyaya geldi. İsmail birliğinden izin alarak Trabzona gelmiş ve oğlunu kucağına almıştı.
-Oğlumun adı Akcan Mete olsun Muazzam. Sen ne dersin?
-Sen bilirsin Bey.
İsmail bir de Trabzon hasır bilezik almıştı ve onu hemen Muazzamın bileğine taktı.
- Her oğlan doğuruşunda bir hasır bilezik alacağım sana Muazzam dedi...
İsmail 3 gün sonra birliğine geri döndü.
Sürekli mektuplar yazıyor ve ailesi hakkında bilgi almaya çalışıyordu.
Bu mektuplardan birinde oğluna hem bir şiir yazmış hem de nasihatta bulunmuştu.
Mektup şöyleydi;
Oğluma
Ankara 27.2.1943
A nkaradan ayrılıp, göreyim diye seni
K ollarımda sıkarak almak için buseni...
C in peri masalı mı; hoş geldin yuvamıza,
A nnene bir arkadaş ve hem er ordumuza...
N innileri dinlemek acep nasıl mı bana,
M ete vakitsiz, fakat anarım yana yana.
E llerin yumak gibi idi ilk gördüğümde
T aze ıtır kokusu sunuyorken içimde.
E lemlerimi sanki unutmuş oldum o an
E lveda sırasında kalbim olurken viran
R engimi alıyordu uzun gurbet acısı
G ün doğdu ocağımda ordu arabacısı
Ü zenerek armağan vermeğe seni yurda
N işanı var alnında, benziyorsun Bozkurda
E ttim sana emanet o zavallı anneni
Y ok olursam acıma sakın oğlum sen beni.
Oğluna hem şiirle hem de yazıyla seslenmişti.
İşte o yazısına da bir dörtlükle başlamışve sonra devam etmişti.
;
Bugün yurda bir bekçi sırasında duranım,
Hür sineme yan bakmak isteyeni kıranım,
Ben zaten ta!... ezelden bağrı yanık viranım
Sana duam budur ki: erken atıl hayata...
Baban
İsmail Kemal
Beli hayattır bu oğlum sende benim gibi baba, anne tanımaz olursun, Allah göstermesin. Eğer böyle bir talihsizliğe düşersen sana duam: hayata erken atılmandır. Akraba ve taallükatına hürmet, sevgi ve saygıdan geri kalma, daima doğruyu kendine şiar edin. Bu meşki okursun tekrar tekrar. Yapacağın her harekette düşün, sonra kararını ver. Ölülerin ve ceddinin haysiyet ve şerefini koru! Doğruluktan ayrılma ki örnek ol seni göremeyecek olanlara.
Annesi Muazzam bu meşki iyi sakla velev ki ben sağ olsam bile. Çünkü oğluma öğütümdür. Selam ve gözlerinden öperim.
Asker babanız
İsmail Kemal
Ve bir de not düşmüştü altına;
Şiirin baş harfleri yukardan aşağıya Akcan Mete Ergüney diye okunur.
İsmail bu mektuptan kısa bir süre sonra bir mektupta Muazzama yazmış ve ona da bir şiirle seslenmişti.
Oğlumun annesine!
9.3.1943
Ankara
Görüyorum gözümden, ne kadar uzak isen
Bir benim gurbet elde ve dahi sen Muazzam sen.
Yollar uzaklaşıyor, Çünkü doluyor günler
Aklımda çocukluğum, oynadığım oyunlar...
Bir gün azminin gelse unuttuğum acısı
Görsem de şaşacağım hakikat o mu, ben mi?
Yoksa gene mi hayal gönül arabacısı
Gömülen yüreğime onlardan bir diken mi!...
Bunları kıyas edip avunup gideceğim
Son takılan göğsüme benim nazlı çiçeğim!
Bazı acı diyerek kalbini kırdı isem
O kalbe yer eden ve yerleşen can isem!
Sayılmaz kusur asla unuturuz yerinde
En son dedim unutma bu söz kaldı derinde.
Gelir aklıma olur,olmaz iki üç kelâm
Birlikte söyleyelim Muazzam yar vesselam!...
Bir hayata bir hayat inanarak o kattı
Ona sorunca diyar ?sevgiyi benden' tattı...
Şimdi ne dese İsmail onların tesirinden
Kızım gücenme sakın bir gönül esirinden...
Hayatta acı olan bilelim ki hakikat
Benim oğlum annesi Muazzam! Ah! Muazzam!...
Bunlardan olacaksa bir derdin yâr iki kat
Ben de oğlumla bile sana diyeyim ninem...
Oğlunun babası
Ben
İsmail Kemal
*
Muazzamın bebeğine annesi bakıyordu. Muazzam anne olduğunu henüz idrak edememişti. Bebeği doğduğunda 17 si daha yeni bitmişti.
Akcan bebek bir yaşındayken boğmacaya yakalandı ve tüm gayretlere rağmen vefat etti. İşte o zaman Muazzam anne olduğunu anladı ve günlerce oğlu için gözyaşı döktü.
Bir yıl sonra İsmail askerliğini bitirip Trabzona döndü. Ve 1944 de ikinci bebekleri dünyaya geldi. Babür İmren koydular ikinci oğullarının adını ve bir hasır bilezik daha takıldı koluna Muazzamın.
Sonrasında;
1946 da Hamdi Cemal,
1949 da Mecdi Hikmet,
1953 de Binali Cihangir ve
1954 de Hakan adlı dört oğulları daha oldu.
Muazzam sadece beş erkek çocuğuyla ilgileniyordu. Evin işleri için 2 yardımcı kadın vardı. İsmail ailesi için ne gerekiyorsa yapıyor ve refah içinde yaşamaya devam ediyorlardı.
İsmail çok kazanan ama kazandığını bol bol harcayan ve tanıdık olsun olmasın herkese yardım eden biriydi. 1950 de abisi Soğuksu'da Atatürk köşkünün orda çok büyük bir arazi aldığında yarı parasını da İsmail vermişti. Karşılığında elinde hiçbir belge yoktu.
Muazzam ?bir evimiz olsun Bey' dedikçe İsmail ?Boş ver sonra alırız Muazzam' diye geçiştiriyordu.
Masal gibiydi yaşamları...
*
1956 yılının mart ayının ortalarına doğru Dr. Yaşar İsmaili aradı.
-İsmail akşam senle şehir klubune gidelim mi? Çoktandır gitmedik, ben de çok sıkıldım ne dersin?
-Olur Yaşar. Ben iş çıkışı seni muayenehanenden alırım oradan gideriz.
İsmail fazla kalmayız düşüncesiyle eve haber göndermemişti.
İş çıkışı Yaşar'ın yanına gitti ve oradan da beraberce Şehir Klubüne doğru yürümeye başladılar.
Klube vardıklarında üst kattaki kutlamaya katılacaklarını söyledi Yaşar.
Birlikte merdivenleri çıkmaya başladılar. Merdivenlerin bitmesine 2-3 merdiven kala İsmail sol tarafında şiddetli bir ağrı duydu. Yaşar bana bir şey oluyor diyebildi güçlükle.
Dr. Yaşar hemen İsmailin koluna girdi. İsmailin yüzünden terler boşalıyor ve yüzünde korkunç bir ağrının izleri belli oluyordu. Yaşar bütün gücüyle düşmemesi için gayret ediyor bir yandan da;
-Çabuk yardım edin, onu tutamıyorum diye var gücüyle bağırıyordu.
Oradakiler hemen yardıma koştular ve İsmaili iki kolundan tutup hemen üst kata taşıyıp yere uzattılar.
Dr. Yaşar bir yandan;
-İsmail kendine gel, sakın bırakma bizi bağırıyor diğer yandan da sürekli kalp mesajı yapıyordu.
*
İsmail tüm gayretleri boşa çıkarmış ve oracıkta son nefesini vermişti. Dr.Yaşar kan ter içinde kalmıştı ama çok sevdiği amcasını kurtaramamıştı.
*
İsmail'in ölüm haberinin eve ulaşması çok sürmemişti. Muazzam en küçük çocuğunu uyutmaya çalışırken evin önünde toplanan kalabalığa bir anlam verememişti. Sesler gittikçe çoğalıyordu. Sonunda kucağındaki bebeğini yatağa bırakıp camı açmış ve aşağıdaki gürültünün ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Birisi ölmüş diyorlardı ama kim?
Az sonra Sabire Hanım yukarı çıkıp Muazzamın olduğu odaya girdi.
-Anne kim ölmüş? Diye sordu Muazzam.
Sabire Hanım buz kesmiş gibi susuyordu. Muazzam hala bir şey anlamadan annesinin yüzüne bakıyordu. Tekrar sordu aynı soruyu.
-Anne kim ölmüş?
Sabire Hanım Muazzamın yanına gitti ve ona sımsıkı sarıldı.
-Başın sağ olsun kızım dedi usulca ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
-Anne ne diyorsun sen! Niye başım sağ olsun ki? Çocukların hepsi evde...
-Anne yoksa?
Sabire Hanım hala kızına sımsıkı sarılı halde ağlamaya devam ediyordu.
-İsmail öldü Muazzam...
*
Muazzam oracıkta bayılmıştı. Gözlerini açtığında tüm komşuları başındaydı. İlk annesini gördü. Sabire Hanım kızının gözlerini açtığı fark edince onun üstüne doğru kapandı.
-Ahh benim bahtsız kızım diye ağlamasını sürdürdü.
Muazzam zorlukla yerinden doğrulmuş ve boş gözlerle etrafına bakıyordu. İsmail'in ölümünü kabullenmesi çok zor olacaktı.
*
Öbür gün İsmail Boztepe'de toprağa verildi. Muazzamın isteği üzerine yanındaki yere yalancı mezar yapıldı. O mezar yeri kendisine ait olacaktı ve bu dünyada doyamadığı eşiyle yan yana yatacaktı.
İlk bir hafta gelen gidenler o kadar çoktu ki Muazzam ne olup bittiğini anlamamıştı. Hala boş gözlerle bakıyordu. O halde bile 5 erkek çocuğunu dizinin dibinden ayırmıyordu.
İsmail iyi kazanan ama kazandığını yiyen ve de fakir fukaraya çok yardım eden biriydi. Öldüğünde üstünden tam 35 kuruş çıkmıştı ve bunun dışında hiç parası ve de malı yoktu.
İsmail'in kırkı çıkana kadar babası evin geçimini üstlenmişti. Sabire Hanımda bir an olsun evden ayrılmıyordu. Kırkını takip eden gece babası Ethem Bey Muazzamın yanına geldi.
-Kızım gel hele biraz konuşalım seninle.
-Buyur baba.
-Bak kızım acımız büyük. Sen hala kendine gelemedin. Ama bir taraftan da hayat devam ediyor. Bak 5 çocuk ortada kaldı. Ben diyorum ki sen çocuklarını al ve bizim eve taşın. Artık bizle oturun.
-Sağ ol baba ama olmaz.
-Nasıl olmaz kızım! Ne yapacaksın ki sen bu evde? Ne yer ne içersin?
-Ben çok düşündüm baba.
-Ne düşündün kızım?
-Ben terziliğe başlayacağım. Çocuklarımı kimseye muhtaç etmeden büyüteceğim.
-Olmaz kızım, ne kazanacaksın ki 5 çocuğu büyüteceksin. Baksana en küçüğü daha 1.5 yaşında. En büyük desen 12 sine daha yeni girdi.
-Ben kararımı verdim baba. Yarın bu işe başlayacağım.
Ethem Bey Muazzamın kararlı konuşması karşısında susmuştu.
-Sen beni Kız Enstitüsünde okuttun baba. Bana ekmeğimizi kazanacak mesleği kazandırttın. Gerisini sen merak etme. Ben bunun altından kalkacağım...
*
Muazzam el bebek gül bebek büyümüştü ve evliliği süresince de elini sıcak sudan soğuk suya sokmamıştı. Evde 2 yardımcı kadın vardı. O sadece yemeği yapar arada sırada da kendine, annesine elbiseler dikerdi. Onu tanıyan herkes diktiklerini çok beğenir ve kendilerine de dikmeleri için rica ederlerdi ama İsmail buna asla izin vermezdi.
İsmailin ölümünün 52.gecesini takip eden sabah Muazzam erkenden kalkmış ve Singer dikiş makinasını alt kattaki büyük odaya indirmişti. Makinanın bakımını yaptı ve iyice yağladı. Sonra çarşıya gidip çeşitli renklerde iplikler, mezuralar ve gerekli diğer şeyleri aldı. Komşuları hala onu yalnız bırakmıyordu.
O gece yine 7-8 komşu kadın evde toplanmıştı. Muazzam onlara dedi ki;
-Ben kadın terziliğine başlıyorum. İsteyen olursa her türlü elbisenizi dikerim.
Komşuları önce susmuşlar sonra da hep birlikte ona cevap vermişlerdi.
-Sen hiç merak etme Muazzam. Biz tüm tanıdıklara söyleriz.
*
Kısa bir süre sonra Muazzama elbise diktirmeye gelen kadınların sayısı hızla arttı. Muazzama zaman yetmiyordu. Bir yandan çocukların her şeyine yetişmeye çalışıyor diğer yandan da habire dikiş dikiyordu.
Gece sabahlara kadar makinenin başında çalışıyordu. Bir iki saat uyuyup hemen uyanıyor ve çocukları yedirip okula gidenleri okullarına gönderiyor diğer üçünü de çalıştığı odada gözünün önünde tutmaya çalışıyordu.
Bir süre böyle devam etti. İşleri daha da çoğalınca yetiştirememeye başladı.
Bir akşam en yakın komşusu olan Seher Hanımla konuşuyordu.
-Seher ben mahallenin kızlarına dikiş öğreteceğim.
-İyi de Muazzam, sen işlerini yetiştiremiyorken bunu nasıl yapacaksın.
-Onlara ben dikiş öğreteceğim onlar da bana yardım edecekler. El işlerini falan onlar yaparlar. Evin temizliğini falan da. Ben de bunun karşılığında onlara dikiş dikmeyi öğretirim.
*
Muazzam düşündüğünü hemen uygulamaya koymuştu. Kısa sürede 5 kız öğrencisi oldu. Muazzam elbisenin modelini kesip biçiyordu ve gerisini kızlar hallediyordu. Hal böyle olunca tüm siparişleri zamanında teslim etmeyi başarmıştı.
Muazzamın diktiği giysileri Trabzon'da beğenmeyen yoktu. Varlıklı ailelerin kadınları ve kızları da ona gelmeye başlamışlardı. Nişan kıyafetleri de dikmeye başlamıştı.
Sonra bir gece kendiyle kaldığında işi daha ileri nasıl götürebileceğini düşündü. Karadenizde gelinlere AĞIRLIK dikilirdi. Mantosundan, günlük elbisesine kadar 7 çeşit kıyafet dikilirdi geline. Muazzam kararını vermişti. AĞIRLIK dikmeye yönelecekti.
Konu komşuya haber saldı ve yeni kız öğrenciler bulmalarını söyledi. 15 gün sonra evin içinde 18 kız öğrenci olmuştu. Muazzam ilk yanına aldığı kızların içinden Aybir'i kendine yardımcı seçti. Aybir hem çocukları çok seviyordu hem de Muazzam ablasına hayrandı. Diğer kızların içinden eli dikişe yatkın olanları bir kenara çekti ve onlara dedi ki;
-Kızlar hepimiz Muazzam ablaya yardım edeceğiz. Sizler meslek öğrenirken o da çocuklarının geleceğini en iyi şekilde sağlayacak. Burası hem eviniz hem okulunuz. Günlük ev işleri dahil olmak üzere her şeyi aramızda paylaşacağız.
Kızlar Aybir'in söylediklerini yapmaya başladılar.
Artık Muazzam sadece modeli kesiyor ve ilk yetiştirdiği kızlara veriyordu. Onlar da ince işlerini kendileri yapıyor ve yeni gelen kızlarda diğer işlerde onlara yardımcı oluyordu.
Trabzonun tüm köylerinde Muazzamın diktiği AĞIRLIKLAR konuşuluyordu. 4-5 ay sonra artık sadece AĞIRLIK dilmeye yöneldi. Kızların da yardımıyla atölye gibi iş çıkarıyordu.
*
İsmailin ölüm yıldönümünün gecesinde mevlit okutuldu. Muazzam aynı zamanda hafızdı. O da kadınlara mevlit okudu. Daha sonra mevlit şekerleri dağıtıldı ve herkes birer ikişer evden ayrıldı.
Muazzam çocukları uyuttu ve cam kenarındaki sedire oturdu. Komidinin üzerinde İsmailin resmi vardı. Hiç konuşmadan saatlerce ona baktı ve oracıkta uykuya daldı. Uyandığında sabah ezanı okunuyordu ve her tarafı uyuşmuştu.
*
Yıllar yılları kovaladı. En büyük oğlu Trabzon lisesini bitirdiğinde bir küçüğü Kuleli Askeri Lisesinde okuyor diğeri de Ortaokula devam ediyordu. En küçükler de ilkokula devam ediyordu.
Muazzam çocuklarını özenle yetiştiriyor ve hepsinin okuması için azami gayret gösteriyordu. En çok düşündüğü şey onların geleceğiydi ve bunun yolunun okumaktan geçtiğini gayet iyi biliyordu.
Liseyi bitiren oğlu o yıl İktisat fakültesinde okumak için İstanbula gitmişti. Böylece 2 oğlu İstanbul'da öğrenim görecekti. Ancak bir süre sonra oğlu geri dönmek istediğini ve öğretmen okulu fark derslerini vererek öğretmen olmak istediğini annesine söyledi.
-Kardeşlerim büyüyor anne. Sen artık bunlarla tek başına başa çıkamazsın. Ben de başlarında kalayım. Hem onlara göz kulak olurum hem de eve katkım olur.
Muazzam Hanım gözyaşları içinde oğlunu dinledi.
-Ama oğlum senin okulun ne olacak?
-Ben daha sonraya bıraktım üniversite okumayı anne.
*
Dediğini de yaptı ve fark derslerini vererek öğretmen oldu. Daha sonra da askere gitti İlk 4 aylık temel eğitimden sonra kalan askerlik süresini öğretmen olarak Maçka'da geçirecekti. Asker dönüşü göreve başladı. Hafta sonları eve geliyor ve kardeşleriyle ilgileniyordu. O en büyük olduğu için artık evin babası olmuştu. Tüm kardeşleri onu sayar ve ondan çekinirlerdi.
2 yıl sonra Kulelide okuyan oğlu okulunu bitirip Harp Okuluna kaydını yaptırdı. O yıl ilk defa askeri okul öğrencilerine üniversitelere girme hakkı tanınmıştı. O da sınava girdi ve Türkiye ikincisi olarak İTÜ Yüksek İnşaat Mühendisliğini kazandı. Askeriye adına okuyordu ve Kumkapıdaki Askeri Tıbbiye yurdunda kalıyordu.
2 yıl sonrada ortanca oğlu liseyi bitirmiş ve İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesini kazanmıştı. O da askeriyeye başvurdu ve abisi gibi Askeri Tıbbiye yurdunda kalarak tıp fakültesine başladı.
Muazzam en büyük oğlunun üniversiteyi bırakıp geri dönmesine çok üzülmüştü. Ne yapıp yapıp o da okumalıydı. Bir gece onu yanına çağırdı.
-Gel senle biraz konuşalım oğlum.
-Hayırdır anne bir sorunumuz mu var?
-Yok oğlum. Allaha şükür durumumuz iyi. Kimseye muhtaç değiliz.
-O zaman ne konuşacaksın benimle anne?
-Senin de üniversitede okumanı istiyorum.
-Ama anne...
-Bir şey söyleme şimdi. Otur düşün ve nerde okumak istiyorsan belirle ve bu sene sen de başla.
Öğretmenliğe devam ediyordu ve kararını da bu yönde verdi. Eğitim Enstitüsünde okuyacaktı. Durumu annesine söyledi ve o da İstanbul Ziverbey Eğitim Enstitüsüne kaydını yaptırıp İstanbula gitti.
Okul yatılıydı. Böylece üçü de kimseye muhtaç olmadan üniversite hayatlarına devam edecekti.
Muazzam Hanımın yanında kalan iki oğlundan büyüğü o yıl liseye başladı. En küçükleri de Ortaokul son sınıfa gidiyordu...
Şimdi Muazzamın önünde yeni bir yol vardı ve bunu kafasında şekillendirmeye başlamıştı bile...
*
Muazzam Hanım hayatının en önemli kararlarından birini vermek üzereydi. Bu konuyu günler boyu düşündü.
Sonunda kararını verdi...
-Hakan hadi üstünü giy seninle Yaşar halana gideceğiz oğlum.
-Bugün bayram falan değil ki anne! Neden Yaşar halama gidiyoruz?
-Ona kararımı ileteceğim oğlum. Ne de olsa babanızın tarafı da bunu bilmeli.
-Ne kararı anne? Ne yapmaya karar verdin ki sen?
-Hadi konuşma da değiş üstünü. Sen de orda öğrenirsin.
Hakan merak içindeydi ama Muazzam Hanımın kararlarına karşı fikir söylemesi pek mümkün değildi. Hemen üstünü değiştirdi ve annesiyle beraber Yaşar halasının muayenehanesine doğru yola çıktılar.
Muayenehaneye vardıklarında Yaşar Hanım çıkmak üzereydi.
-Hoş geldin Muazzam, hayırdır? Sen buranın yolunu bilir miydin?
-Hoş bulduk Yaşar. Senin konuşmaya geldim. Sana aldığım bir kararı ileteceğim de.
-Hayır ola Muazzam. Merak ettirme de söyle bakalım.
-Ben İstanbul'a gitmeye karar verdim. Üç çocuk ora da okuyor. Yurt köşelerindeler. İki üç sene sonra bunlar da okumak için gidecekler. O zaman zaten çaresiz ben de gideceğim. İyisi mi üçü de rahat etsinler. Ben okulların yarıyıl tatilinde taşınmayı düşünüyorum.
Yaşar Hanım Muazzamın kararlı konuşmasından etkilenmişti. Bir süre sustu ve sonra dedi ki;
-Bak Muazzam bugüne kadar olağanüstü bir şekilde davrandın, çocuklarına sahip çıktın ve hepsini okutuyorsun. Bu takdire şayan bir durum. Ancak İstanbul'a gitmeye kalkman bence doğru değil. Burada belli bir kazancın var. Orda ne yapacaksın? Ayrıca benden bir şey beklemeyin...
Muazzam Hanım Yaşar'ın son sözü üstüne;
-Hakan kalk gidiyoruz dedi.
Yaşar şaşırmıştı.
-Muazzam nereye gidiyorsun daha şimdi geldin?
-Benim sana söyleyecek başka sözüm yok Yaşar. Ayrıca ben buraya senden bir şey istemeye ya da senden bir şey beklemeye gelmedim. Babalarının en yakınıydın sen. Bu kararı bilmen hakkın diye düşünmüştüm. Öğrendin ve benim burada durmama gerek kalmadı.
Muazzam Hanım hemen kapıya yöneldi ve Hakan'la birlikte dışarı çıktılar.
Hakan ses çıkarmadan olanı biteni dinlemişti. Bir süre konuşmadan yürüdüler. Sonra Hakan annesine;
-Anne biz şimdi İstanbul'a mı gideceğiz?
-Evet oğlum. Abilerin orda, bizim de yerimiz artık orası olmalı.
Hakan çok sevinmişti. Rüyalarının şehrine gideceklerdi. Önce Kuleli'de sonra da İTÜ de okuyan abisi her yaz geldiğinde onlara İstanbulu anlatırdı. Onlara yeni çıkan şarkıları öğretirdi. ?Bak bir varmış bir yokmuş' adlı şarkının sözlerini hepsi ezbere bilirdi...
Muazzam Hanım ertesi gün en yakın komşularından olup daha sonra İstanbul'a yerleşen Seher Hanımı telefonla aradı ve kararını iletti. Bir ev bulmak konusunda yardımını istedi. Seher Hanım hadi sen de gel beraber bakalım dedi.
Muazzam Hanım bu arada kendi evini de satılığa çıkardı ve 3 gün sonra da İstanbul'a gitti.
Seher Hanım Muazzamı terminalden karşılamıştı. Birlikte evine gittiler.
-Muazzam iyi ettin böyle yapmakla. Ben de çok sevindim gelmene. İnşallah bana yakın güzel bir ev buluruz sana.
-Sağ ol Seher. Senden başkasına güvenip bir şey yapmam mümkün değil. Sen kardeşimsin benim. Yarın hemen bakmaya başlayalım da okulların yarıyıl tatilinde taşınmış olalım.
-Tamam Muazzam. Şimdi sen yol yorgunusun hadi erken yat da sabah beraber bakmaya başlayalım.
Muazzam Hanım Hakan'la abisini iki ayrı komşusuna emanet etmişti. Komşularına akrabalarından çok güvenirdi. Gene de yük olmak istemediğinden bir an önce işini bitirip dönmek istiyordu.
Sabah uyanıp kahvaltıya oturdular. Tam kalkmak üzereyken kapının zili çaldı. Seher Hanım kapıyı açtı.
-Ooooo hoş geldiniz çocuklar. Buyrun hemen sofraya geçin.
Muazzam Hanım üç oğlunu karşısında görünce şaşırmıştı. Onlara sımsıkı sarıldı ve hasretle öptü.
-Anne hoş geldin dedi hepsi ayrı ayrı ve ellerinden öptüler.
-Hoş bulduk çocuklar. Biz gene hep beraber olmalıyız. O nedenle de İstanbul'a taşınacağız. Hadi siz de bir şeyler yiyin de hep beraber çıkıp ev bakalım.
Kahvaltı sonrası hep beraber dışarı çıktılar. Seher Hanımın büyük oğlu daha önceden birkaç yere bakmıştı. Sonunda Fındıkzade'de yeni yapılmış bir apartmanın en üst katını beğendiler. Muazzam Hanım bir miktar kaparo bıraktı ve sözleşmeyi imzaladı. Ertesi gün de Trabzona dönmek için yola çıktı.
Trabzon'a varır varmaz çocuklarını komşularından aldı ve evine geçti.
-Hadi bakalım her şey tamam. Evimizi de aldık. Sömestr tatilinde gidiyoruz.
Hakan çok sevinmişti. Hemen annesine sarıldı ve onu uzun uzun öptü.
Bir hafta sonra oturdukları evi de sattılar. Muazzam Hanım komşularının da yardımıyla eşyalarını toplamaya başladı. Sömestr tatilinin 2.günü tüm eşyalar Salih abinin kamyonuna yüklenmişti bile. Muazzam Hanım Hakan'ı otobüsle İstanbul'a gönderdi ve kendisi de diğer oğlunu yanına alıp kamyonla İstanbul'a doğru yola çıktı. Komşularından ayrılması çok zor olmuştu. Tüm Yenicuma mahallesinde oturanlar onları gözyaşları içinde yolcu etmişti. Artık Muazzam Hanım ve çocukları için Trabzon geride kalmıştı. Onları yepyeni bir hayat bekliyordu. Yepyeni ve dipdiri umutlarla...
1968 yılının çok karlı bir Ocak gününde İstanbul'a vardılar. Yol şartları da çok kötüydü ve ancak 3 günde gelebilmişlerdi.
Seher Hanım ve çocuklarının da yardımıyla eşyalar eve taşındı ve yerleştirildi.
Ertesi sabah yeni bir dünyaya uyanmak üzere yorgun argın uykuya daldılar...
*
Ertesi sabah Muazzam Hanım gözlerini İstanbul'da açtı. Tüm çocukları yanındaydı ve yeniden hepsiyle bir arada olmaktan mutluydu.
En büyük oğlu Eğitim Enstitüsünde, onun küçüğü İTÜ Yüksek İnşaat Mühendisliğinde, ortancası Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde, dördüncüsü Vefa Lisesi birinci sınıfında ve en küçükleri Vefa Lisesi Orta bölümü son sınıfına devam ediyordu.
Üçü üniversitede okuyan beş erkek çocukla yeni bir hayata Günaydın dedi Muazzam Hanım.
*
Muazzam Hanım Trabzon'da uzun yıllar sürdürdüğü terziliği İstanbul'da yapmayacaktı. Biriktirdiği paralarla çocuklarının tahsillerini tamamlatacaktı. En büyük isteği hepsinin Üniversite mezunu olmasını sağlamaktı.
Yetmişli yıllar ülkede sağ-sol olaylarının alevlenmeye başladığı dönemlerdi. En büyük oğlu Eğitim Enstitüsünü bitirmiş ve Ağrı Kız Öğretmen Okuluna tayin olmuştu. Muazzam Hanım ilk göz ağrısını yaşlı gözlerle uğurladı.
*
Okulların devre tatiline yaklaştığı günlerden birinde Babür Öğretmen sınıfa girmek için öğretmenler odasından çıkmıştı. Zil çalmıştı ve bu nedenle hızlı adımlarla sınıfına doğru gidiyordu. Birden merdiven başında hıçkıra hıçkıra ağlayan bir öğrenciyi gördü.
-Kızım neyin var senin?
-Söyleyemem öğretmenim.
-Çabuk söyle bakayım bana neden ağlıyorsun sen?
- .....
-Hadi kızım derse geç kalacağım söyle neden ağlıyorsun?
-Öğretmenim az önce Coğrafya öğretmenim beni harita odasına gönderdi. Tam odaya girmiştim ki o da arkamdan girdi ve odanın kapısını kitleyip beni zorla öptü. Bağırırsam rezil olacağımı söyledi. Sonra göğüslerimi ellemeye başlayınca ben de var gücümle tekme atıp hemen odadan kaçtım.
-Tamam kızım sen şimdi git elini yüzünü yıka ve öğretmenler odasında beni bekle.
-Peki öğretmenim.
Babür öğretmen hemen öğrencisinin sınıfına yöneldi. Coğrafya öğretmeni derse başlamıştı. Kapıyı çalmadan içeri girdi ve ayakta ders anlatan öğretmenin suratına tokadı patlatıverdi. Öğretmen de öğrenciler de şoka girmişlerdi.
Hiçbir şey söylemeden sınıftan çıktı ve öğretmenler odasına geri döndü. Öğrencisi hala ağlıyordu. Kızı alıp okul müdürünün yanına götürü ve olan biteni aktardı. Okul müdürü hemen olaya el koydu ve müfettiş talebinde bulundu.
Bir süre sonra okula gelen müfettiş konu hakkında araştırmasına başladı. İki gün sonra emniyete yapılan bir ihbarla öğretmenlerin dolapları arandı ve Babür öğretmenin dolabında bulunan bir kitap nedeniyle hakkında soruşturma açıldı. İhbarı yapanın kimliği açıklanmasa da bunun kim olduğunu anlamak hiç de zor değildi.
Bir hafta sonra Coğrafya öğretmeni başka bir okula sürüldü. Üç gün sonra da Babür öğretmen Siirt Öğretmen Okuluna gönderildi.
12 Mart 1971 Askeri müdahalenin ardından başta Fakir Baykurt olmak üzere TÖS üyesi öğretmenler gözaltına alınmaya başlandı.
*
Hemen her hafta Babür'den mektup almaya alışkın olan Muazzam Hanım son onbeş gündür mektup gelmemesinin nedenini bir türlü anlayamamıştı. Günler günleri kovalıyor ama Babür'den haber alınamıyordu.
Tam bir ay sonra gelen haber Muazzam Hanımı yıkmaya yetti. Babür TÖS davasından gözaltına alınıp Ankara Mamak askeri cezaevine gönderilmişti. Muazzam Hanım o gece o kadar çok ağladı ki... Sabah uyandığında evdeki 2 oğlu annelerini görünce şaşkınlıktan dillerini yutacak gibi oldular. Muazzam Hanımın saçları bir gecede bembeyaz olmuştu.
*
On gün sonra Babür'den bir mektup geldi. Olan biteni anlatmıştı. Muazzam Hanım hemen Ankara'ya gitti ve Deniz Gezmiş'lerin de avukatlığını yapan Halit Çelenk'e ulaştı. Halit Bey tek kuruş talep etmeden Babürün'de avukatlığını üstlendi.
Muazzam Hanım her Salı gecesi otobüsle Ankaraya gidiyordu. Sabah sekiz gibi oto garda oluyor ordan da hemen Mamak cezaevine geçiyordu. Her hafta bir tepsi su böreği ve bir tepsi de Burmalı tatlısı yapıp oğlu ve koğuş arkadaşlarına götürüyordu. Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Uğur Alacakaptan, Mümtaz Soysal gibi aydınlarla aynı koğuşu paylaşıyorlardı.
Her akşam televizyonun başına geçip ajansı dinliyordu.
'Anayasayı tağyir tebdil ve ılgadan...' yargılananların adları sayılıyor ve Babür öğretmen hakkında da 15 yıl hapis cezası isteniyordu.'
Muazzam Hanım yine de metanetini korumaya çalışıyor ve diğer çocuklarının morallerinin bozulmamasına azami gayret gösteriyordu.
*
Aradan altı aydan biraz fazla bir süre geçmişti. Oturdukları apartmanda sadece dört numaralı dairede oturan Hayriye Hanımlarda telefon vardı. Acil durumlarda onun kanalıyla görüşme yapılırdı.
Muazzam Hanım ortanca oğluyla alışverişe çıkmıştı ve evde sadece küçük oğlu vardı.
Apartmanın aydınlatma boşluğundan seslenen Hayriye Hanımın sesini zorlukla duymuş ve hemen mutfak camına koşmuştu.
-Hakan koş size telefon var.
Hakan koşar adımlarla dört katı indi ve hemen telefona sarıldı.
-Alo buyurun.
-Kimsiniz?
-Ben Hakan Ergüney. Siz kimsiniz?
-Ben Babür öğretmenin arkadaşıyım. Babür bugün tahliye oldu, haber vereyim dedim.
-Çok teşekkürler...
Hakan sevinçten havalara uçuyordu. Hemen apartmanın girişine çıktı ve annesiyle abisinin dönüşünü beklemeye başladı. Haberi annesine direk söyleyemezdi. Muazzam Hanımın yüksek tansiyonu vardı ve aşırı heyecandan çok etkilenebilirdi.
Tıp fakültesinde okuyan abisi artık stajyer doktordu. Önce ona söylemeliydi.
15-20 dakika sonra annesiyle abisi sokağın başında göründüler. Hakan sevinçten yerinde duramıyordu. Az sonra onlarda apartmanın girişine gelmişlerdi. Hakan'daki gariplik ve coşku Muazzam Hanımın hemen dikkatini çekmişti.
-Ne o Hakan? Bu ne coşku böyle oğlum. Abin hapiste ama sen gülebiliyorsun!
-Ya anne bilmeden konuşma öyle.
-Neyi bilmiyorum ki ben.
-Yukarı çıkalım o zaman söyleyeceğim.
Annesi merdivenleri ağır ağır çıkardı.
-Hadi anne sen önden çık yavaş yavaş, ben de abimle bakkala fırına gidip ekmek alayım.
-Geç kalmayın ha! Gel de ne söyleyeceksen söyle bakalım.
-Tamam anne gecikmeyiz.
Hakan abisiyle sokağa çıktı.
-Abi bil bakalım ne oldu?
-Ne oldu Hakan çabuk söyle.
-Abim tahliye olmuş, bu gece evde olacakmış.
-Nereden duydun ki sen?
-Arkadaşı telefonla aradı.
İki kardeş sevinçle birbirlerine sarıldılar.
-İyi ettin anneme hemen söylememekle. Eve girsin de ben ona alıştıra alıştıra söyleyeyim.
Beş dakika sonra eve döndüler. İçeri girdiklerinde Muazzam Hanım salonda onları bekliyordu.
-Neymiş bakalım söyleyeceğin, hadi bekletme de söyle bakalım?
-Abim söyleyecek sana anne.
Abisi önce annesini salondaki tek kişilik çek-yata oturttu.
-Anne şöyle otur da anlatayım.
-Ne oldu kötü bir şey mi var?
-Yok anne tam tersine çok iyi bir haber var.
-Hadi o zaman ne bekletiyorsunuz beni.
-Anne abim tahliye....
Cümlenin devamını getirememişti. Muazzam Hanım oracıkta bayıldı. Hemen tansiyonunu ölçtü ve gerekli müdahalede bulundu.
Yirmi dakika sonra Muazzam Hanım kendine gelmeye başladı.
-Bak bu şaka falansa ikinizi de öldürürüm.
-Anne bunun şakası olur mu? Bu gece gelecek abim.
O gece Muazzam Hanım ve dört oğlu gözlerini kırpmadan Babür öğretmeni beklediler. Sabaha karşı 05.30 da zil çalınca hepsi birden kapıya koştular.
Babür en alt kattan sesleniyordu.
-Ben geldimmmmmmmmmmmmmmm...
Hakan çıplak ayakla evden fırlamış ve merdivenleri üçer beşer atlayarak abisine koşmuştu.
-Abimmmmm şükürler olsun geldin.
-Şişşştttttt ağlama bakayım. Bir daha da ağladığını görmeyeyim.
Daire kapısına geldiklerinde Muazzam Hanım oğluna öyle bir sarıldı ki, uzun süre kimse onları ayıramadı...
*
Babür'ün tahliyesiyle beş kardeş yeniden bir araya gelmişlerdi. Babür öğretmen açığa alındığından görev yerine gitmesine gerek yoktu. O nedenle evde geçirecek uzunca bir zamanı olacaktı.
*
1972 Haziran
O yıl Muazzam Hanımın en küçük iki oğlu Vefa Lisesini bitirip Üniversite sınavlarına girdiler. Hemen akabinde de ortanca oğlu Tıp Fakültesini bitirdi ve doktor oldu. İlk görev yeri babalarının memleketi olan Arhaviydi.
Üniversite sınavları sonuçlanmış ve Hakan da abisi de İktisadi Ticari İlimler Fakültesini kazanmışlardı. Hakan kaydını yaptırdı ancak okula devam etmedi. Daha sonra tekrar sınava girip Gazetecilik okumaya karar vermişti.
Muazzam Hanımın bir ay Arhavi'ye gidiyor takip eden ay İstanbula dönüyordu. Bir yıl kadar bu böyle devam etti. Sonunda asistanlık sınavına giren doktor oğlu İç Hastalıkları Asistanı olarak SSK Samatya (İstanbul) Hastanesinde göreve başladı.
Bu arada Babür öğretmenler için af çıktı ama onlar affı kabul etmediler. Bilahare mahkeme kararıyla beraat ettiler ve o da İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsünde öğretmenliğe tekrar başladı. Kısa bir süre sonrada özel dersaneye geçti.
*
Hayat sürüp gidiyordu. Muazzam Hanım 1975 yılı ve sonrasında önce en büyük oğlunu sonra da dördüncü oğlunu evlendirdi.
İlk torun dördüncü oğlunun eşinden geldi ve altı erkek doğuran Muazzam Hanım ilk kez bir kız çocuğunu kucağına aldı. Eylem babası dahil dört erkeğin arasında eve dahil oldu. En büyük amcası da aynı apartmanda bir kat altta oturuyordu.
Hemen sonrasında önce doktor oğlu ve 1978 yılında da Hakan evlendi.
1980 yılı geldiğinde bu defa en büyük oğlunun eşi bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Muazzam Hanım adının İsmail olmasını istemişti. Babür ve eşi ilk çocuklarına dedesinin adını verdiler.
Sonraki yıllar torun sayısı artmaya başladı. Muazzam Hanımın ikinci oğlu hariç diğer dördü evlenmiş ve hepsinin de ikişer çocukları olmuştu.
*
15 Nisan 1998
Babür öğretmen 1989 da kırkbeş yaşındayken By Pass ameliyatı olmuştu. Aile hastalığı olan kalp onu çok erken yaşta ameliyata zorlamıştı.
Ameliyat sonrasında kısa sürede işine dönmüş ve özel dersane öğretmenliğine ve idareciliğine devam etmişti.
Haftada bir gün izinliydi. İzin günü olan her Çarşamba akşamı beş erkek kardeş bir araya gelirlerdi. Genellikle boğazda bir restaurantta buluşurlardı.
15 Nisan 1998 Çarşamba günü akşamı da buluşacaklardı. Ancak Babür sabah bir işi için için Kadıköye indiğinde rahatsızlanmıştı. Hemen doktor kardeşini aradı ve durumunu anlattı. SSK Samatya'da görevli diğer kardeşi hemen arabayla gidip abisini aldı ve koroner yoğun bakıma getirdi. Doktor olan kardeşleri hem klinik şefi hem de Koroner Yoğun Bakımın sorumlusu olarak görev yapıyordu.
Abisini gördüğünde ilk bakışta anormal bir durum görememişti.
-Abi ne oldu?
-Birden göğsümde bir sancı oluştu. Terledim ve midem bulandı. Biraz oturup dinlendim. Geçti gibi. Sonrada eve dönüp seni aradım.
-İyi etmişsin abi. Gel şöyle uzan da bir EKG çekelim. Hem de monitöre bağlayıp bir süre kontrol edelim.
-Olur.
Babürü bir odaya aldılar ve monitöre bağladılar, İlk EKG çekimlerine bakıldığında her şey normal görünüyordu. Babür öğretmen her zamanki gibi yanında taşıdığı kitabı okumaya devam ediyordu.
Yaklaşık bir saat sonra kontrol masasında görevli hemşirelerden biri ayağa fırladı ve 'Çabuk şefi çağırın' diye yüksek sesle bağırdı.
Doktor abisinin yanına geldiğinde tablo tamamen değişmişti.
Hemen müdahale edildi. Koroner yoğun bakımda can pazarı yaşanıyordu. Görevli tüm doktorlar, hemşireler Babürün başındaydı. Şef ekibine talimatlar yağdırıyor ve bir dakika olsun abisinin başından ayrılmıyordu.
-Çabuk Defibrilatörü (elektroşok aleti) getirin diye seslendi.
Koroner yoğun bakımda derin bir sessizlik hakimdi. Bu sessizliği şefin sözleri bozdu.
-Hadi abi hadi dön geri...
*
Doktor kardeşi ne yaptıysa döndüremedi abisini.
Dönmedi Babür...
*
Muazzam Hanıma bu haberi vermek çok güçtü. Kimsenin eli telefona varmıyordu. Sonunda Hakan annesini aradı ve abisinin hastaneye kaldırıldığını kendisinin de onun yanına gitmekte olduğunu söyledi. Sonrasında derin bir sessizlik olmuştu. Sessizliği Muazzam Hanımın sesi bozdu.
-Abin öldü değil mi?
Hakanın dili tutulmuştu. Güçlükle;
-Yok anne diyebildi ve hemen telefonu kapattı.
Muazzam Hanım hislerinde asla yanılmazdı. Dört kardeş annelerinin evine vardıklarında Muazzam Hanım kapıyı açmış ve tek tek yüzlerine acı acı bakmıştı. Sonra 'Babürrrrrrrr' diye bir çığlık atıp oracıkta bayıldı.
Doktor oğlu hemen müdahale ederek annesini ayıltmaya çalıştı.
*
O günden sonra Muazzam Hanım uzun süre kimselerle konuşmadı. Sürekli oğlunun fotoğraflarına bakıp için için ağlamaya devam etti. Her gün ruhu için kuran okuyordu.
Hayat devam ediyordu.
Bir süre sonra hemen herkes normal hayatına geri dönmüştü. Kalan dört kardeş ağabeylerinin çocuklarıyla kendi çocukları gibi ilgileniyor ve her konuda destek oluyorlardı.
*
Nisan 2004...
Hakan iş çıkışında Hastane Müdürü olan kardeşinin sürekli gittiği Kazlıçeşme'deki çay bahçesine gitmişti. Kardeşi her zamanki gibi başköşeye oturtulmuştu ve keyifle nargilesini içiyordu.
-Oooooo hoş geldin Hakan.
-Hoş bulduk.
-Sana da bir 'elmalı' söyleyeyim mi?
-Yok yok ben almayayım. Abim duyarsa öldürür beni.
Hakan 2 yıl önce Koroner Bypass ameliyatı olmuştu. O nedenle kendisine dikkat etmesi gerekiyordu. Oradan buradan sohbet ettiler. Çay bahçesinin sahibi yakın arkadaşlarıydı. Akşam yemeğini birlikte yemeyi önermişti. Birlikte yemeğe geçtiler. Keyifli bir sohbete daldılar.
Hakan kardeşinin lavaboya gittiğini fark etmişti ama 15 dakikadan fazla süre geçtiği halde geri dönmemesinden endişelendi.
-Ben bir Cihangir'e bakayım dedi.
Lavaboya girdiğinde Cihangir kan ter içindeydi.
-Ne oldu sana?
-Bilmiyorum birden ter bastı. Fenalaştım.
-Çabuk hastaneye gidelim.
-Yok yok geçer şimdi.
Hakan hemen abisini aradı ve durumu anlattı. Abisi de hiç beklemeden hastaneye gitmelerini ve kendisinin de hemen oraya geleceğini söyledi.
Hakan hemen Cihangirle hastaneye gitti. Aile de kalp herkeste vardı. Enfarktüs geçirmiş olabilirdi ya da kalp spazmı. Hemen koroner yoğun bakıma çıktılar. O arada abisi arayıp nöbetçi uzmana durumu anlatmıştı. Cihangiri hemen yatırdılar. Bir sürü tetkikler yapıldı. Sonuçları beklenirken doktor abisi de geldi.
-Naber Cihangir. Nasılsın?
-İyiyim abi. Bu deli zorla getirdi beni buraya.
-İyi etmiş, öyle deme. Ne olur ne olmaz...
Bütün tetkikler yapılmıştı ama kalbe bağlı bir sonuç görülmemişti.
-Cihangir istersen eve gidebilirsin. Sabah diğer tetkiklerini de yaparız. Şimdilik endişe edecek bir şey görünmüyor.
Cihangir Hakan'a döndü ve dedi ki;
-Demedim mi ben sana Hakan. Boşuna telaşlandınız. Hadi şimdi beni eve götür.
-Tamam hadi gidiyoruz.
Cihangir giyinmeye çalışırken doktor abisi Hakan'ı odasına çekmişti.
-Kalple ilgili değil ama bu kadar terlemenin ve ağrının mutlaka bir nedeni olmalı. Sabah sende gel hastaneye. Tepeden tırnağa tarayalım.
-Tamam abi. Akşam annemlerde kalırım ben. Sabah da Cihangir'le beraber geliriz.
-Anlaştık. Hadi ben de eve gideyim. Sabah görüşürüz.
-Görüşürüz abi...
Hakan Cihangiri alıp evlerine götürmüştü. Cihangir eşi ve çocuklarıyla Muazzam Hanımın yanında oturuyordu. Eve vardıklarında olanı biteni annesine anlattılar. Muazzam Hanım yine derin bir sessizliğe gömüldü. Cihangir odasına çekildiğinde hemen Hakan'ın yanına geldi.
-Bana doğruyu söyle Hakan. Onun neyi var.
-Yok bir şeyi anne. İnanmıyorsan abime sorabilirsin.
-Aradım ben abini. O da bir şey yok dedi ama içim öyle demiyor.
-Anneeeee rahat ol lütfen. Sabah diğer tetkikleri de yapılacak. Ben sana sonuçlarını haber veririm.
-Allah hayırlı sonuçları görmemizi nasip etsin.
-Amin anne...
Hakan uyumak için yatağına uzandı ama gözünü uyku tutmuyordu. Bir ara annesinin odasından sesler geldiğini duydu. Hemen kalkıp oraya gitti.
-Anne, ne oldu?
-Bir şey yok oğlum namaz kılıyorum.
-Anne bu saatte ne namazı böyle!
-Sen git uyu. Karışma benim işime.
-Peki anne. Hadi sabah görüşürüz.
Sabah erkenden hastaneye gittiler. Doktor ağabeylerinin servisine çıktılar. Birazdan o da geldi.
-Cihangir, önemli bir şey çıkmaz ama gene de araştıralım.
-Olur abi sen nasıl istersen.
Abisi asistanını çağırttı ve yapılması gerekenler hakkında bir sürü talimat verdi. Öncelikle gene bir sürü kan alındı. EKG v.s. çekildi.
Üç saat sonra laboratuar sonuçları çıkmıştı.
-Cihangir, bugünkü laboratuar sonuçlarında da bir şey yok görünüyor. Son olarak bir Tüm Beden Tomografisi çektirelim de içimiz tamamen rahat etsin.
-Olur abi. Ben İYİTEM'i arayayım. Oranın sahibi arkadaşım. Gidip çektirelim.
-Tamam ara. Gideceğin zamanı bana da haber verin.
-Veririz abi.
Cihangir hemen arkadaşını aradı ve bir saat sonrasına randevu aldı. Sonra Hakan'a döndü;
-Bunlar hep senin yüzünden. Delik deşik ettiler beni. Soracağım sana bunun hesabını. Akşam Meşaleye rakı içmeye gideceğiz. Hesabı da sen ödeyeceksin.
-Tamam dedi Hakan gülerek. İstediğin rakı masası olsun senin.
Bir saat sonra Tomografi çekilecek yere vardılar. Doktor arkadaşı kapıda onları bekliyordu.
-Naber Cihangir?
-Ben iyiyim de. Bu deli yüzünden canıma okuyorlar.
-Hakan sen bana kısaca anlatsana ne oldu?
Hakan olan biteni doktora anlattı.
-Hadi Cihangir . İçeri geçelim. Ben çekeceğim tomografini.
-Hadi geçelim dedi Cihangir.
Tomografi odasına geçtiler. Hakan özel kabinde doktorun yanındaydı. Önce Batın tomografisi çekildi.
-Çok şükür hakan Batın tertemiz. Şimdi Akciğerlerine bakalım Sonra da Beyin tomografisini çekeriz.
-Çok şükür. Aman hiçbir şeyi olmasın. Gelmiş geçmiş olsun.
Doktor akciğer tomografisine geçti. Bir sürü görüntü aldı. Sonra onları incelemeye başladı. İnceleme faslının uzun sürmesi Hakanı tedirgin etmişti.
-Ne oldu doktor. Bir sorun mu var?
-Henüz emin değilim birkaç farklı çekim daha yapacağım.
Hakan'ın rengi atmıştı. Doktorun yüz ifadesinden bir şeylerin iyi gitmediğini anlamıştı.
Cihangir içerden sesleniyordu;
-Hadi bitirin şu işi de gidelim bir an önce. Çok sıkıldım.
-Tamam Cihangir az kaldı. Sabret biraz daha. Akşam beni de alın içmeye giderken tamam mı?
-Sen onu yanındakine söyle. Hesaplar ondan.
-Tamam tamam dedi Hakan. Hepinize ben ısmarlayacağım.
Gülüştüler...
Doktor yeni görüntüler çekmeye başladı. Yüzü bembeyaz olmuştu. Hakan hemen fark etti bunu.
-Ne oldu doktor. Ne gördün de böyle bembeyaz kesildin diye sessizce sordu.
-Hakan, Cihangire belli etmeden abini ara hemen gelsin.
-Ne oldu ki!
-Hakan dediğimi yap hemen hadi.
Hakanın başından aşağıya kaynar sular dökülmeye başlamıştı.
Cihangirin'de duyacağı bir şekilde doktora dedi ki;
-Ben bir çay alıp geleyim. Sen de ister misin?
-Yok ben sonra içerim. Cihangir'in çekimlerini bitireyim. Yoksa fena fırçalayacak beni.
Cihangir söylenenleri duymuştu.
-Hem de ne fırça yiyeceksiniz diye gülerek söylendi.
Hakan dışarı çıkar çıkmaz hemen abisini aradı.
-Abi acele gelmelisin.
-Ne oldu ki Hakan?
-Doktor dedi ki; abine söyle hemen gelsin.
-Tamam on dakika sürmez orda olurum.
Tomografi merkezi hastaneye çok yakındı. Hakan için sancılı bir bekleyiş süreci başlamıştı.
Kapının önünde bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Gözü saatindeydi. Zaman geçmek bilmiyordu. Abisinin geldiğini görünce ona doğru hamle yaptı.
-Abi kötü bir şey olacak galiba dedi.
-Dur bakalım hemen heyecanlanma.
Abisi hemen doktorun yanına gitmişti. Cihangir abisinin de geldiğini görünce heyecanla sordu.
-Ne o abi? Sen niye geldin ki?
-Annemim tansiyonunu ölçmek için ona gidiyordum. Bir bakayım sen ne alemdesin dedim.
-Aslında iyi oldu gelmen. Bunlar işin cılkını çıkartılar. Hala bitiremediler be abi!
-Tamam tamam sen sinirlenme. Hallederiz şimdi.
İki doktor göz göze geldiklerinde abisinin yüzüne baktı Hakan. Birden içini umutsuzluk kapladı.
-Abi. Diyebildi sessizce...
Keanara çekilip için için ağlamaya başladı.
Abisi kızmıştı.
-Saçmalama Hakan. Hadi sen çık dışarıya da biz rahat rahat bakalım şu işe.
Hakan dışarı çıkmıştı ama aklı hep içerdeydi.' Keşke ağlamasaydım da ben de içerde kalsaydım' diye söylendi kendi kendine...
Zaman geçmek bilmiyordu. Deli danalar gibi koridoru arşınlıyordu. Kim bilir kaç kez gidip gelmişti. Bir süre sonra kapı açıldı ve abisini gördü.
-Hakan diye seslendi abisi.
-Efendim abi diye cevapladı Hakan.
Abisi susmuştu.
Konuşmuyordu...
*
Hakan neler olduğunu anlamış gibiydi. Gene de bir umutla sordu.
-Abi sonuç ne?
-Berbat diye cevapladı abisi.
-Nasıl yani?
-Akciğerde kitle var. Görüntü Ca... Yarın parça alıp Patolojiye göndereceğiz.
Hakan gözyaşlarına mani olamamıştı. Abisi geldi omzuna dokundu.
-Bak Hakan bu konu çok ciddi. Büyük olasılıkla Akciğer kanseri. Bu durumu Cihangir dahil, eşi ve çocukları dahil, annem dahil hiç kimseye söylemeyeceğiz. Belki yanlış olacak söylemememiz ama bunu onun için yapmalıyız. Biri ağzından kaçırırsa çok çabuk gider. Şimdi topla kendini ve git yanına. Rolünü çok iyi oynamalısın. Hadi Hakan...
Abisi böyle söylemişti ama söylerken gözünden akan yaşlara o da mani olamamıştı.
*
Cihangirden parça alınmış ve sonuç beterin beteri çıkmıştı. Maksimum 11 aylık bir ömür biçti doktorlar. O da çok çok iyi bakılırsa. Normalde 6 aydan fazla yaşamazmış...
Muazzam Hanıma ve ailesine Lenfoma olduğunu ve tedaviyle tamamen iyileşeceğini söylediler.
Hakan her gün Cihangirin yanına gidiyordu. İlk başlarda pek sorun yoktu. Kemoterapilerden de fazla etkilenmemişti. Ama günler günleri kovaladıkça işin seyri hızla değişmeye başlamıştı. Altıncı aydan sonra yavaş yavaş çökmeye başlamıştı.
Onu mutlu yaşatmak için herkes elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Sık sık seyahatlere gönderdiler. Temiz hava alabileceği yerlere gitmesini tercih ettiler. Olabildiğince durumunu hissettirmeyecek kişilerle olmasını sağladılar.
Muazzam Hanım her gün onun için Kur'an okuyor ve dualar ediyordu.
Cihangir'in tatilde olduğu günlerden birinde Hakanı aradı.
-Hakan bu akşam bana gel oğlum.
-Geleyim anne. Hayrola bir şey mi oldu_
-Yok yok bir şey olmadı. Sana Patatesli pilav yaptım. Gel de ye...
-Tamam anne akşama görüşürüz.
Hakan telefonu kapattığında bu davetin nedenini anlamıştı!
Akşam iş çıkışında annesine gitti.
-Hoş geldin oğlum.
-Hoş bulduk anne. Nasılsın?
-Sen nasılsan ben de öyle Hakan diye cevapladı annesi.
Ses tonundan konunun nereye gideceğini biliyordu Hakan.
Hakan papatesli pilavı çok severdi ve annesi zaman zaman sadece onun için bu yemeği yapardı. Yemeklerini bitirince Hakan çay yapmak için mutfağa gitmek istedi.
-Nereye Hakan?
-Çay suyu koyacağım anne.
-Bırak şimdi çayı mayı da otur sen şöyle bakalım.
-Anne hayırdır? Bir sorun mu var?
Muazzam Hanım bir an sustu. Sonra yanlarında kimse olmamasına rağmen yavaş sesle sordu.
-Söyle bana Cihangir'in nesi var?
-Abim anlattı ya sana anne. Lenfoma... Tedavisi de iyi gidiyor. Bir iki aya kalmaz her şeyiyle iyi olacak.
-Hakan bana yalan söylemeyin. O çocuk her gün eriyor. Bakışları bile değişti. Bak sana analık hakkımı helal etmem. Bana gerçeği söyleyin.
-Anne sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum. Abimi ben de sıkıştırdım ama ısrarla lenfoma olduğunu söyledi.
-Ben buna inanmıyorum Hakan. İnşallah dediğiniz gibidir. Yoksa...
Muazzam Hanım 'Yoksa...' diyip susmuştu.
Hakan ağlamamak için direniyordu. Baktı ki tutamayacak kendini hemen çay suyu koymak mutfağa attı kendini.
Gözyaşlarına hakim olamıyordu. İçine akıttı gözyaşlarını. Sonra da annesini şüphelendirmemek için elini yüzünü yıkayıp yanına geçti.
*
Hakan bir iş için Ankara'ya gitmişti. Birkaç gün kalması gerekiyordu. Üçüncü gün abisi aradı;
-Hakan hemen dön, Cihangirin durumu kötü.
-Tamam abi diyebildi sadece ve hemen ilk uçakla geri döndü. Havaalanından abisini aradı. Abisi hastanede olduğunu söyleyince doğrudan oraya gitti.
Hastaneye vardığında Abisi, Cihangir'in eşi ve çocukları da ordaydı.
-Abi nerde Changir?
-Yoğun bakımda. İstersen git bir gör.
Hakan koşar adımlarla yoğun bakımın olduğu yere gitti. Yıllardır çalıştığı hastanenin yoğun bakımıydı burası. Cihangirinde o yoğun bakımın yapılmasında büyük emeği vardı. Yoğun bakım sorumlusu arkadaşıydı. Hakan hemen onu buldu ve beraber yoğun bakıma girdiler.
Cihangir makinelere bağlı uyuyordu. Hakan ona dokundu. On dakika kadar konuştu onunla. Elini, yüzünü okşadı. Saçlarını düzeltti. Ağlamamak için zor tutuyordu kendisini.
Omuzunda bir el hissetti
-Hadi Hakan çıkalım buradan.
-Peki doktor çıkalım. O sana emanet...
Hakan abisinin yanına çıktı. Bir ara birlikte koridora çıktılar.
-Abi bu sona giden yol mu?
-Maalesef Hakan. Ağrı çekmesin diye uyutuyorlar.
-Yani abi bir daha uyanmayacak mı?
-Hayır Hakan artık hiç uyanmayacak.
Hakan oracıkta düşüp bayılmıştı. Ayıldığında abisi başındaydı. Çok üzgündü...
*
Cihangir'in ölüm haberi tüm hastane koridorlarını titretmeye yetmişti. Haber bir anda hastanede yayılmış ve 30 yıldan fazla süredir görev yaptığı ve çok sevildiği hastanede herkes bir köşeye çekilmiş hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.
Muazzam Hanım muhtemel sonu biliyordu ama gene de Allah'tan ümit kesilmez diyordu. Sürekli Kur'an okuyor her gece dualar ediyordu.
Ölüm haberini duyduğunda hiç konuşmadı...
Gelen gidenin günlerce ardı arkası kesilmedi. Muazzam Hanım hep sustu. İçine akıttığı gözyaşlarını gören olmadı. Geceler boyu Kur'an okumaya devam etti.
Cihangir'in vefatının 40.gününde mevlid okunacaktı. Ataköy 11.kısımdaki camide okunacak Mevlid-i Şerife gitmek üzere evden ayrılacakları sırada Muazzam Hanım Hakan'ın yanına yaklaştı;
-Hakan yarın beni Cihangir'in mezarına götür.
-Peki anne.
-O abisiyle altlı üstlü yatıyor. İkisini de çok özledim.
-Ben de anne diyebildi Hakan.
Muazzam Hanım 40 gün sonra ilk kez konuşmuştu. Mevlid süresince sürekli ağladı. Mevlide katılan herkesin gözü onun üzerindeydi. Onun ne acılar çektiğini anlamamak mümkün değildi.
*
Cihangir'in ölümünün ardından üç ay geçmişti. 35 yıldır aynı evi paylaştığı gelini Muazzam Hanıma bir şeyler anlatmak istiyordu ama bir türlü uygun zamanı bulamamıştı. Bir gece tüm cesaretini toplayarak Muazzam Hanımın yanına gitti.
-Anne ben ayrı bir eve çıkmak istiyorum. Çocuklarımla da konuştum. Onlar da bana evet dediler. Cihangir'in tazminatıyla bir ev almak istiyorum. Paramız yetmeyecek biliyorum. Bunun için bankayla görüştüm . Yeteri kadarını da kredi olarak alacağım. Bana izin verir misin?
Muazzam Hanım sakince dinlemişti. Bir süre bir şey söylemedi. Sonra gelinine döndü;
-Bak kızım 35 senedir birlikte oturduk. Aynı lokmayı paylaştık. Ben isterim ki ayrılma ve benle yaşamaya devam edin. Ama sen ayrılacağım diyorsan bunu kalan üç oğlumla konuşmalısın. İzin istiyorsan bu izni onlardan almalısın.
-Peki anne. Bugün arar ve hepsini çağırırım. Akşam da beraberce konuşuruz.
O gece Üç kardeş, gelin ve Muazzam Hanım bir araya geldiler.
Derin bir sessizlik kaplamıştı odayı. Doktor oğlu sessizliğe son verdi.
-Ayrılmak istiyor muşsun?
-Evet abi. İzniniz olursa.
Doktor oğlu diğer çocuklarına baktı. Diğer ikisi onayladılar bu isteği.
- Aslında biz hepimiz birlikte yaşamaya devam etmenizi istiyorduk. Tabii ki seni buna zorlayamayız. Peki o zaman, dilediğin zaman ayrılabilirsin. Yapabileceğimiz ne varsa bize söyle. Ayrılman bizden uzak kalman demek değildir. Yine çok sık görüşeceğiz.
-Teşekkür ederim abi. Tabii ki görüşeceğiz. Çocuklarım artık sizin çocuklarınız.
-Bundan hiç şüphen olmasın. Onlar babalarının yokluğunu asla hissetmeyecekler.
Muazzam Hanım konuşmalar sırasında yine sessiz kalmıştı. Konu karara bağlanınca söze girdi;
-Bak kızım. 35 yıl aynı evi paylaştık. Hakkını helal et. Bizden yana sana olan haklarımız da helali hoş olsun. Ne zaman işlerini ayarlarsan o zaman gidersin.
-Sağol anne. Ver elini öpeyim.
*
Gelin Hanımlar iki ay sonra bir ev buldular ve kısa süre sonra da yeni evlerine taşındılar. Muazzam Hanım da oturdukları evi satılığa çıkarmıştı. Doktor oğluna yakın bir evde oturmak istiyordu. Bir yandan evin satılması bekleniyor diğer yandan da uygun bir ev aranıyordu.
On beş gün kadar sonra Bakırköy'de Muazzam Hanımın istediği gibi bir ev bulunmuştu. Tam evi bulduklarında oturduğu eve de alıcı çıkmış ve satış için anlaşmışlardı.
Muazzam Hanım için yeni bir dönem başlıyordu. Evin satıldığı gece çocuklarını yanına çağırdı.
-Çocuklar ben yalnız oturmak istiyorum. Hepiniz yanınıza almak istediniz ama ben öyle olmasını istemiyorum. Ben kendi evimde oturmaya devam etmek istiyorum.
-Ama anne sen yalnız kalmamalısın dedi doktor oğlu.
-Ben böyle istiyorum oğlum. Siz de buna uyacaksınız. Ne yapılacaksa buna göre yapın.
Muazzam Hanım tam bir Osmanlı kadınıydı. Evlatlarının en küçüğü 50 yaşında olmasına rağmen o daha hepsini çocuk gibi görmeye devam ediyordu. Her zaman bir dediği iki edilmemişti ama bu defa durum farklıydı. Muazzam Hanım 82 yaşındaydı ve bir sürü sağlık sorunu vardı.
Çocukları göz göz geldiler. Hakan abisine döndü;
-Abi anneme sürekli yardımcı olacak bir kadın bulalım o zaman.
-Bu iyi olur.
Muazzam Hanım bu konuşmaları duymuştu. Yüzünü asarak çocuklarına seslendi;
-Bugüne kadar bir dediğimi iki etmediniz. Bugün de etmeyin.
Çocukları başlarını öne eğdiler.
Muazzam Hanım taşınma hazırlıkları için tüm gelinlerini ve oğullarını iki gün sonrası için eve çağırdı...
*
Muazzam Hanımın evinde hummalı bir çalışma vardı. Gelinleri ve oğulları hep birlikte eşyalarını toparlıyorlardı. Muazzam Hanım oturduğu yerden hepsini yönetmeye devam ediyordu.
-Hakan dikkat etsinler oğlum. Eşyalara zarar vermeden taşısınlar.
-Tamam anne merak etme ben sürekli başlarındayım.
Eşyaların tamamı denk haline getirilmişti. Taşıyıcılar hazır denkleri ve mobilyaları bir bir kamyona taşımaya başlamışlardı.
Muazzam Hanım bir koltukta oturmaya devam ediyordu. En son o koltuk kamyona yüklenecekti.
Hakan annesinin yanına gitti.
-Anne 38 yılın bu evde geçti. Hepimiz çok özleyeceğiz.
Muazzam Hanımın gözleri doldu. Yanaklarından süzülen yaşlara mani olmaya çalışsa da bunu başaramamıştı. Hakanın elinden tuttu.
-Otur yanıma biraz dedi.
-Hayrola anne sen koltukların kenarına kimseyi oturtmazdın!
-Gevezelik etme de otur hadi.
-Tamam tamam şaka yapıyorum anne.
Hakan koltuğun yanına oturdu. Muazzam Hanım hala sessizce ağlıyordu.
-Anne ağlama artık lütfen.
-Tamam tamam geçer şimdi.
Muazzam Hanım gözyaşlarını mendiliyle sildi.
-1968 in ocak ayında taşınmıştık bu eve Hakan. Sen ortaokul son sınıftaydın. Yıllar ne kadar çabuk geçti oğlum. Hepiniz birer yuva kurdunuz. İki abini kaybettik. Çok yandı yüreğim. Hepiniz bana çok iyi baktınız. Bir sözümü iki etmediniz. Hepinize hakkım ve sütüm helal olsun.
-Anneeeeee bunlar nasıl sözler öyle!
-Konuşma da dinle her zamanki gibi anneni Hakan! Bu evden ayrılmak bana çok zor gelecek. Öyle çok anılarım var ki burada. Acısıyla tatlısıyla aktı gitti seneler. Ama ben bu evde artık kalamazdım Hakan. Her yan Babür, Cihangir kokuyor. Nereye baksam onları görüyorum.
-Haklısın anne...
-Hadi sen kamyonun yanına in de kontrol et şu adamları. Dikkatli olsunlar.
-Tamam annem hemen gidiyorum.
Çok az eşya kalmıştı. 10-15 dakika sonra hepsi kamyona yüklenmiş olacaktı. Hakan kamyonun yanına indi. Her şey yolunda görünüyordu. Az sonra taşıyıcıların başındaki adam Hakana seslendi;
-Abi hepsini aldık.Bir annenizin oturduğu koltuk kaldı.
-Tamam o zaman çıkıp onu da alalım ve evi kapatıp çıkalım.
Hakan hızla evlerine çıktı. Muazzam Hanım ayağa kalmış ve büyük oğlunun kolunda bütün evi dolaşmaya çıkmıştı. Hakan da diğer koluna girdi. Arka bahçeye çıkan odalara girdiler önce. Hakanın yatak odasıydı bir zamanlar soldaki oda. Önü balkondu. Hakan eski günlerini düşündü bir an. Gözleri doldu. Muazzam Hanım bunu hemen fark etmişti.
-Eeee Hakan sen niye ağlıyorsun?
-Şey anne diyebildi Hakan.
Sonra diğer odaya geçtiler. İstanbula ilk geldiklerinde bu oda Muazzam Hanımın yatak odasıydı. Sonra önce Babürlerin ardından da Cihangirlerin yatak odası olmuştu. Muazzam Hanımda Hakanın yattığı odaya geçmişti. Ordan sonra banyoya ve mutfağa göz attılar ve hole geçtiler.
Muazzam Hanım öndeki iki odayı da adım adım dolaştı. Birinin penceresini açtı ve kısa bir süre sokağa bakındı. Çocuklardan biri geç kaldığında onları hep o pencerede beklerdi.
Hakan annesinin omzuna sarıldı.
-En çok da beni beklemişsindir bu pencerede değil mi anne?
-Evet Hakan. Sen bazen geç gelirdin. Bana uyu sen derdin ama ben sen gelene kadar bu pencerede seni beklerdim.
-Annem benimmmmm. Ver elini öpeyim de yavaş yavaş yeni evine gidelim artık.
Hakan annesinin elini öptü ve daha sonra dış kapıya yöneldiler. Muazzam Hanım kapıyı kendisi kilitledi.
-Hakan bu anahtarları da kapıcıya ver de yeni mal sahibine bunları da versinler.
-Tamam anne. Kapıcı kapıda zaten. Hem Allahaısmarladık dersin hem de sen verirsin.
Muazzam Hanım ağır ağır indi merdivenleri. Apartmanın kapısına geldiklerinde tüm komşuları onu bekliyordu.
-Hepiniz niye buradasınız diye söylendi Muazzam Hanım.
En yakın dostu arkadaşı olan Nebahat Hanım cevapladı onu.
-Senin için Muazzam sadece senin için. Hepimiz seni çok seviyoruz.
Muazzam Hanımın gözleri doldu yeniden.
-Allah hepinizden razı olsun. Hakkınızı helal edin.
-Helal olsun Muazzam. Sen de helal et. Senin hepimizde çok hakkın vardır.
-Benden yana da sizlere helal olsun. Beni orda yalnız bırakmayın. Sık sık gelin emi?
-Geliriz Muazzam. Sen de oğullarından hangisini yakalarsan atla gel onlarla.
-Tamam gelirim Nebahat.
Önce Nebahat Hanımla sarıştılar. İkisi de hüngür hüngür ağlıyordu. Kolay değildi ayrılmak. 38 yıl kardeş gibiydiler.
Muazzam Hanım sırayla herkesle vedalaştı ve tekrar tekrar helallik aldı. Hakanın arabasına bindiğinde herkes ona el sallıyordu. Ortak noktaları ise hepsinin ağlamasıydı.
Hakan yavaşça hareket etti. Uzun uzun el salladı Muazzam Hanım.
Otuz dakika sonra yeni evlerine varmışlardı. Kamyon daha gelememişti. Hakan ve Muazzam Hanım birinci kattaki eve çıktılar. Hakan, Muazzam Hanımı daha önceden eve bıraktıkları bir sandalyeye oturttu.
-Anne sen otur ben de kamyonun gelmesini bekleyeyim.
-Tamam oğlum. Geldiklerinde gene tembih ette hiçbir şeye zarar vermesinler.
-Tamam anne merak etme başlarından ayrılmam...
Onbeş dakika sonra kamyonda gelmişti. Taşıyıcılar hızla eşyaları taşımaya başladılar. Yirmi dakika sonra birkaç poşet dışında hepsi eve çıkartılmıştı bile.
Taşıyıcılardan biri eline 6-7 poşet alıp son eşyaları da daire kapısına kadar çıkarmış ve içeri girmeye çalışırken Muazzam Hanım ona çıkıştı;
-Ben size eşyaları dikkatli taşıyın demedim mi? Şimdi düşüreceksin elindekileri ve hepsi bir yerlere dağılacak.
Poşetleri taşıyan adam;
-Merak etme anneciğim ben düşürmem diyerek içeri geçti. Aceleyle arka odaya doğru yürürken poşetlerden biri kapının koluna takıldı ve yırtıldı.
Taşıyıcı adam poşeti kapının kolundan kurtarmaya çalışırken de poşet tamamen yırtılıp içindekiler yerlere saçıldı.
Muazzam Hanım öfkeyle bağırdı;
-Ben size dikkat edin dememiş miydim?
Annesinin öfkeli sesini duyan en küçük oğlu Hakan hemen o bölgeye geldi. Yerlere saçılan şeylere baktığında birden çok şaşırmıştı...
Onlarca siyah Beyaz fotoğraf koridora dağılmıştı. Bir kısmı sararmış bir kısmı da artık sararmaya yüz tutmuştu.
Hakan eğilip hemen fotoğrafları yerden toplamaya başladı. Annesi daha fazla kızmadan hızlı hızlı tüm fotoğrafları toplarken hiçbirine bakamamıştı.
-Anne merak etme hepsini topladım. Nereye koymamı istersin?
-Benim yatak odamdaki etajerin en altına koy. Hani o anahtarlı olanın... Diye cevapladı Muazzam Hanım.
Hakan yatak odasına geçti ve annesinin bahsettiği etajerin başına geldi. Anahtarla alt kısmını açtı ve fotoğraf dolu poşeti düzgünce yerleştirmek için eğilirken fotoğraflardan bir kaçı poşetten yere düştü. Hakan hemen fotoğrafları aldı ve bu defa gözlüklerini takıp onlara baktı.
-Aman Allah'ım ben bu fotoğrafları hiç görmedim diye kısık bir sesle söylendi ve Annem neden bunları hep sakladı ve bize hiç göstermedi acaba? Diye düşünmeden edemedi.
Kapıyı kapatıp tüm fotoğrafları yatağın üstüne döküp bakmaya başladı.
-Bunlar babamın gençlik fotoğrafları diye kendi kendine söylendi. Fotoğrafların arkasına atılmış tarihlere göz gezdirdi. En eskisi 1927 en yenisi ise 1939 yılına aitti.
Hakan fotoğrafları elinden bırakamıyordu ki içerden Muazzam Hanımın sesiyle irkildi.
-Hakan ne yapıyorsun sen orda? Çabuk gel de buradaki işlere yardım et.
-Tamam anne hemen geliyorum.
Hakan tüm fotoğrafları başka bir poşete doldurdu ve diğer poşetin içine de birkaç eşya atıp etajere yerleştirdi. Fotoğrafları koyduğu poşeti daha sonra almak üzere yatağın altına doğru itti. Etajerin alt dolabını kitledi ve anahtarını getirip Muazzam Hanıma verdi.
Muazzam Hanım anahtarı alıp hemen göğsüne soktu.
O gün akşama kadar tüm eşyalar yerli yerine yerleştirilmişti. Hakan abisine de bir şey söylemedi. Ancak aklı hep o fotoğraflardaydı. Bunca yıldır annesinin hep sakladığı ve onlara dahi göstermediği fotoğraflar...
İş bitince dışardan yemek söylediler ve daha sonra da çaylarını içip evlerine dönmek üzere kalktılar. Hakan kimseye çaktırmadan yatağın altına ittiği poşeti aldı. Paltosunu kolunun üstüne atınca poşet belli olmuyordu.
Hakanın içinde garip bir heyecan vardı bir an önce eve varıp o fotoğraflara bakmak istiyordu...
*
Hakan eve gelir gelmez poşetteki tüm fotoğrafları masanın üzerine düzgünce yerleştirdi. Babasının bekarlık dönemi fotoğraflarıydı bunlar. 1923 den 1939 a kadar olan dönemine ait fotoğraflar.
Babası çok güzel giyiniyordu. Bermuda pantolonlar, papyonlu takım elbiseler. Her halinden asil bir görünümü vardı. Boşuna ona 'Arjanti' dememişler diye düşündü. Her fotoğrafı tek tek uzun uzun inceledi. Tüm fotoğrafların arkasında tarih ve çekildiği yerle ilgili notlar yazılıydı.
Hakan gözlerinin nemlendiğini hissetti. 1.5 yaşındayken kaybettiği babasının gençliği gözünün önündeydi. Bir fotoğrafın arkasındaki notu görünce çok heyecanlandı. Fotoğrafta babası uzun ince parke taşlı bir yolda yürüyordu. Fotoğrafın arkasındaki not şöyleydi 'Muazzzamın evlerinin sokağı...'
Ahhh babam diye iç geçirdi Hakan. Babası evlenmeden önce annesinin peşinden gidip evlerinin nerede olduğunu öğrenmişti...
*
Muazzam Hanım 6 yıldır yeni evinde oturmaya devam ediyor. Şimdi 88 yaşında ve sürekli evinde kalan bakıcısıyla hayatına devam ediyor. Ciddi sağlık sorunları var. Ayda bir oğlunun çalıştığı hastaneye yatıp tedavi görüyor. Kalan oğulları her zaman olduğu gibi onun gözlerinin içine bakmaya devam ediyorlar.
Hala hayatı çok seviyor ve hala kocasıyla ilgili Hakan'ın sorduğu sorulara cevap vermiyor...
*
Öykümün kahramanı olan annem Muazzam Emine Ergüney 02 Şubat 2013 tarihinde Hakkın rahmetine kavuştu.
Yarın 12 Mayıs 2013 Pazar ve Anneler Gününde Çocukları, Torunları, Gelinleri ve ailenin diğer bireyleri kabristanının başında onu saygıyla, sevgiyle, hürmetle anacaklar.
Mekanın cennet olsun annem...
Not:
Arjanti adlı öyküde adı geçen Hakan karakteri Işın Ergüney'in kendisidir.
Yaşanmışlıklar şimdi sadece anılar. Duygulanarak okudum hayatınızı. Harika bir anneniz varmış. Tam bir Cumhuriyet kadını. Tekrar Allahtan rahmet diliyorum başınız sağolsun. Ve o güzel yüreğinize sağlık.