Askerlik Anısı
Askerliğin Türk insanında ayrı bir yeri vardır.
Bizler için askerlik vatan, namus borcudur, askerde iken, devamlı şafak sayılır ve sivilliğin özlemi çekilir, her fırsatta da sivillik yaşantısı dile getirilir.
Gel tezkere gel, sevgili, nişanlı anne lafı hiç dillerden düşmez.
Askerlik bittikten sonra işti, evlilikti derken, her ortamda askerlik anıları bir ömür boyu ballandıra ballandıra anlatılmaya başlanır ve anlat, anlat bitmez.
İster elli yaşında, ister yetmiş yaşında ol, o günler daha dün gibi hatırlanır ve anlatılırken de yaşanır.
Bölük komutanından tut da, tertib'in, alt devrenin, üst devrenin bütün isimleri akılda tutulur ve asla unutulmaz, silah arkadaşı olmak ömür boyu geçerlidir.
Asker arkadaşının yeri ve statüsü çok farklıdır, o kimse ile değişilmez, görüşmeseler bile yıllarca anılarda kalır.
Yaş kaç olursa olsun çaktırmadan askerlik resimlerine bir bahane bulunup sık, sık bakılır.
Bazıları asker resimlerini, çerçeveletip evin oturma odasının duvarına gururla takar, çay içilirken veya televizyon seyrederken, kaçamak gözler devamlı asker resmine takılır.
Taşıdığı silahın künyesini, bir çırpıda, sular seller gibi ezbere söylenir.
Tabi ki bu askerlik anıları da, avcıların ki gibi ister karavana at, istersen dolu at, yani atış serbesttir.
Yeter ki atmasını ve dinletmesini bil, mantığı geçerlidir.
Bir gün yine bir arkadaş meclisinde, muhabbet ederken, laf döndü dolaştı askerliğe geldi.
Hüseyin arkadaşımız sazı bir aldı eline, pir aldı; çal Allah çal, sıra bize gelsin diye dört gözle bekliyoruz ama nafile, sazı elinden bırakmaya hiç niyeti yok.
" Fi tarihinde İzmir'de askerdeyim, Yunanla o tarihlerde ortam iyice gerilmiş, ha savaş çıktı ha çıkacak, devamlı alarmlar çalıyor, gece yarılarına kadar eğitimler, anlatmakla olmaz, bir göreceksiniz ve yaşayacaksınız.
Yine öyle bir günde, yanımda tertibim, Adanalı Tekin'le devriyedeyiz, bütün nöbetçilerin denetlemesi bizde, o zamanlar tabi ki çakı gibiyim, şimdi ki bu halime bakıpta sakın aldanmayın."
Usulca elini, ceketinin iç cebine soktu ve eski bir cüzdan çıkardı, cüzdanın içerisinden bir fotoğraf çıkarıp masaya atıverdi ve gözleri gözlerimizle tek, tek buluştu.
Yüz ifadesi, hadi ne duruyorsunuz baksanıza der gibiydi.
Geçmiş gün, yedi veya sekiz kişi idik, fotoğraf elden ele dolaştı.
Hüseyin bir sigara yakarak, tepkimizi beklemeye başladı.
Siyah beyaz fotoğrafta, elinde tüfek olan bir şahıs vardı.
Vay be aslan gibiymişsin lafları arasında, Hüseyin tam havaya girdi ve oturuşunu daha bir fiyakalı olarak, sandalye de düzelti.
" İşte o zamanki halimiz, hey gidi günler hey, hayali cihana değer.
Neyse uzatmayalım, nerede kalmıştık?
Hah! Tamam O gece devriyeyiz ama bir sis var, Allah sizi inandırsın, bırakın bir metreyi, yarım metre bile önümüzü göremiyoruz.
Yanımdaki Tekin'e dedim ki: Tertip biliyorsun ortalık gergin, Kurt puslu havayı sever aman gözümüzü dört açacağız, hele kulağımızı on açacağız.
Tekin'de canavar gibi çocuk, gözü kara attığını vuran, sizin anlayacağınız delikanlının hasosu.
Zaten başkası ile nöbete çıkmazdım, yediğimiz ve içtiğimiz ayrı gitmezdi, kuzu sarması, can ciğerdik.
Hemen durumu çakozladı, biz konuşmayı kesip, kulakları diktik, çünkü sisten göz gözü görmüyor.
Bir türlü nöbetçileri bulamıyoruz, abi ara Allah ara yoklar, Tertip biz kaybolduk dedim. O da bana, farkındayım da sana söylemek istemedim demez mi...
Saatler geçti, biz haa babam de babam, hala yürüyoruz, valla bugün gibi aklımda, potinin içinde ayaklarım,cayır cayır yanıyor,birliği bir bulsam,koğuşun önünü öpmezsem ne olayım dedim.
Neyse uzatmayalım...
Artık ne kadar yürüdüysek, kulağımıza bir sesler gelmeye başladı, sese doğru son gayretle pergelleri açtık.
Birden tekinin ağzını kapatıp, kulağına aman tertip sakın panikleme bunlar İtalyan, İtalyanca konuşuyorlar dedim.
Hemen yere tam siper yattık, alçak sürünme yaparak, sese doğru ilerlemeye başladık.
Bu arada hemen, bizim Kırıkkale'nin ucuna da kasaturayı takmayı ihmal etmedik.
Neyse bir ateşin başında üç tane İtalyan çökmüş, şarap içiyorlar, kafaları mis, o biçim zom olmuşlar, üzerlerinde üniformalarıda var.
Tekin'in yine kulağına fısıldadım, Anamız bizi bu günler için doğurdu ve vatan bizden hizmet bekliyor.
İşte o gün bu gündür, baskın basanındır, tertip var mısın dedim?
Verdiği cevap hala kulaklarımda, ölmek var, dönmek yok dedi.
Biz tekrar başladık, Yılan gibi sessizce sürünmeye, son darbeyi vurmaya gidiyoruz ve Allah, Allah! Diyip saldırıya geçtik, biri yanındaki tüfeğine uzanır gibi oldu, buna bir ufki dipcik vuruşu yaptım, tam çeneye küt diye düştü.
Tekin'de öbürüne o da saf dışı kaldı hemen ateşin başındakine ikimiz birden gırtlağına süngüyü dayadık; abi ateş edemiyoruz, silah sesini öbürleri duymasınlar diye.
Neyse uzatmayalım, İtalyan başladı ağlamaya benim potinleri yalıyor, Türko, Türko diyor, başka bir şey söylemiyor.
Neyse, kasaturayı birazcık gırtlağına bastırıverdim, başladı bülbül gibi ötmeye, burası neresi lan dedim?
Girit adası demez mi! Şaşırdım kaldım! Demek ki biz o kadar yolu yürümüşüz.
Neyse iki yüz metre ilerde, koğuşları varmış ve bu çapulcular da nöbetçiymiş.
Hemen bunları sosis gibi bağladık, Tekin'de ayaklarından potinlerini çıkartıp denize attı, sonra da bağırmasınlar diye, çoraplarını çıkarıp ağızlarına teptik.
Abi koğuşun yolunu tuttuk, içeri girmeden, bir süre sesleri dinledik, horultulardan başka ses yok, daldık içeri, tokatı basıp uyandırıyoruz, sonra da silahı burnuna dayıyoruz, bu şekilde hepsini esir aldık.
Alayı donla, tek sıra halinde birbirlerine bağladık.
Ver elini İzmir, yürü Allah yürü!
Akşam tam güneş batarken, nizamiyeye vardık.
Nizamiyedeki nöbetçiler o kalabalığı görünce paniklemişler, tam siper yatıp, bize dur kimdir o çekiyorlar, hemen öne çıktım beni görünce nizamiyenin kapısını iteleyip açtılar.
Onlara ayaküstü, olayı kısaca anlatıp, kararğaha doğru ilerlemeye başladık.
Komutanlarımıza nizamiyedekiler telefonla olayı haber vermişler.
Bütün birlik safta sıraya dizilmiş, bir yandan da bando çalıyor, abi duygulandım, başladım ağlamaya yirmi dört tane İtalyan'ı esir almışız, Tekin'e baktım o da ağlıyor,
Herkes selam durmuş, bizde önlerinden selam vaziyetinde tören adım geçerek, komutanın önüne gelince esas duruşu gösterip, bir kısa künye, bir uzun künye...
Azizim birlikte çıt çıkmıyor, kedi yürüse ayak sesi duyulur.
Komutan bizi anlımızdan öptü ve arkasından bir alkış koptu, sonrada bizi omuzlara aldılar.
Tabii bir hafta sonra, bize madalya ve on beş gün mükâfat izni.
Yaa işte, bizimde başımızdan böyle basit bir olay geçti."
Hüseyin'in askerlik anısı bitmişti, bitmesine de, bende bu arada resmen kafayı yedim...
Şuna arkadaş, bu kadarda atılmaz ki, diye söyleyim diye, içimden geçirdim ve son anda vaz geçtim, aklıma atış serbest geldi...
İtalyanları ve İtalyancayı geçtim de, Girit adasına nasıl yürüyerek gittiğini
hep merak ederim ama bir daha bu askerlik anısını anlatırsa, benden günah gitti, denizin üstünde Musa peygamber gibi nasıl yürüdüğünü
s o r a c a m...
Hüseyin'e helal olsun, hepimizi saatlerce dinletti yaa...
CENGİZ DAMAR
Bu hikaye gercek olmasa bile,Zira basiniza böyle bir olay gelseydi eminim, sizde vatan icin üstünüze düseni neyse yapardiniz,tibki bu yazdiginiz hikayedeki, rolunuz gibi zevkle okudum kalemin daim olsun esen kalin👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍