Aşkın Serenadı - 2
Mektup, ruhun çıplaklığıdır demiştim hatırlarsan. Böylece benim ruhum sadece senin karşında her şeyiyle apaçık durmakta ve neredeyse hemen üstümde uçan bir güvercinin kanatlarına binip uçmak istercesine özgür bir durumda.
Bazen çok şaşıyorum buna. Aşk, nasıl bir şey olmalı ki aramızda 582 kilometre olmasına rağmen burada her gün benimle birlikte yaşatayım seni istemesen de. Ağır yaralı bir uçurtma gibi gökyüzünde süzülerek bütün ihtişamı ve güzelliğiyle geçtiği yerleri sade mavi ışıkla donatan küçük ve yalnız bir kayın ağacının yaprağıdır veya çocukların oyun sesleriyle hayat bulan, sadece güneş ışığıyla büyüyen, hiç kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı duvar dibinde çıkan bir karanfildir belki.
Birazdan sabah olacak. Yeni bir güne başlamayacağız ama. Herhangi biriyle karşılaştığımızda her zamanki tavırla münasebetlerde bulunacak ve hep aynı tavırlarla yanıtlar alacağız. Yani demek istediğim hayat nasıl istiyorsa, biz ona göre yaşayacağız kurulmuş saat gibi. Saat dedim de günler önce yazdığım bir paragraf aklıma geldi şimdi.
...?Herhangi bir mevsimde, bütün saatlerin bozulduğu bir coğrafyada, mart ayının hiç bitmediği bir diyarda, yalnızca gözlerin aksettiriyor bana yaşayan yanlarımızı'...
Halimden çok memnunum bugünlerde. Çarşıda yürürken ne zaman el ele tutuşmuş iki kişiyi görsem yanlarından saygıyla geçiyor, eğer elim cebimde ise çıkarıp bağlıyorum önlerinde. Hele bu çift kırk-elli yaşlarında ise hatta bayan kendinde başka bir canı taşıyorsa içimdeki mevcut saygının hepsini onlara göstermek istiyorum. Sevgi ve saygıyla bakıyorum onlara. Hayır, hayır imrenmiyorum; çünkü bu çok kötü biliyorsun. Sonra yaşlı bir kadın, otobüs durağında bana ne zaman otobüsün nereye gittiğini sorsa, bütün dünyalar benim olur o anda.
Ne zaman içinde küçük bir çocuğun olduğu fotoğrafı görsem, bana o güne kadar gördüğüm en güzel fotoğraf olarak görünür karşımdaki. Sence de öyle değil mi? İçinde herhangi bir çocuğun olmadığı bir fotoğraf ne işe yarar ki! Geleceği değil geçmişi anımsatır çocuksuz fotoğraflar insana. Hem niye kadınlar bebelerine ?ez kurbana tebım' desin değil mi?
Sen, ?Hiç bırakmayacaksan tut' hikâyesini biliyor musun? Çok yakın bir arkadaşımın yaşanmış bir hikâyesidir bu. Bana anlattığı zaman gözlerim doldu, kendime zor engel oldum ağlamamak için. Aslında olay basit.
Bir gün sahil kenarında aralarında yarım metrelik mesafe bulunan yakışıklı bir genç ve son derece güzel bir bayan birlikte yürürlerken, genç olanı utanarak, çekinerek sormuş:'elini tutabilir miyim?' Güzel bayan aralarındaki yarım metrelik mesafeyi neredeyse beş-on santime indirmiş ve ?hiç bırakmayacaksan tut' demiş. Bu söz öyle herkesin ağzından çıkacak bir söz değil. Ancak sevgiyi yüreğinin derinliklerinde hissetmiş kimseler söyleyebilir ve anlayabilir bunun ne demek olduğunu.
Peki, canım, kitap okuyor musun bu aralar? Aslında birer ağacız hepimiz ve okudukça ormana dönüşüyoruz. ?İnsan bir ormandır' diyen yazarı hatırla! Ama eksik söylemiş. ?İnsan okudukça bir ormandır' olmalıydı. Dünya yazınında iki önemli eser bulunuyor. Umarım okumuşsundur. Bunlar: ?Suç ve Ceza' ve ?Savaş ve Barış' tır. Ben Raskolnikov'u ve Piyer'i unutamıyorum bak. Onlar benim için birer roman kahramanı olmaktan çıkmış, sanki her an içimizden biri gibi oluvermiş kişilikler. Sen de bazen Sonya veya Nataşa olmuyor musun?
Sana birkaç önemli isim sayabilirim eğer okumak istersen tabi. Sunay
AKIN, Cezmi ERSÖZ, Yaşar KEMAL, Orhan PAMUK, Elif ŞAFAK, Murathan MUNGAN ve Yılmaz ERDOĞAN.
Sunay AKIN, sevmek fiilini nasıl tanımlıyor biliyor musun? ?soğuk bir kış gününde, saçak altında üşüyen bir kuştan yere doğru düşen bir tüyü görebilmek, işte sevgi' diyor. Sonra ?ben kaybettikçe kendim oluyorum' diyor Cezmi ERSÖZ. Murathan MUNGAN da pamuk prenses masalını her şeyiyle olduğu gibi tariz sanatını da kullanarak anlatmış ve en sonunda ?o cam ayakkabı pamuk prensesin de ayağına olmadı' şeklinde bitirmiş masalı.
Bu akşam mahalleden bir arkadaşımla çarşı turuna çıktık. Tam iki saat boyunca seni ona anlattım. Sanırım ben göstermesem bile seni gördüğü ilk anda tanır. Her şeyini o da biliyor artık benim gibi. Kızma bana ne olur! Haa aklıma gelmişken söyleyeyim. Seni ilk gördüğümde üstünde kahverengi, kolları ve sanırım alt tarafı kıvrımlı bir elbise vardı. Onun içinde çok daha güzel olduğunun farkında mısın? Seni her düşündüğümde o elbisenin içinde oluyorsun her nedense. Ve saçlarının az bir bölümünde olan sarılık hafızamı hiç rahat bırakmıyor. Demek ki ince kıvrımlı elbisenle, saçlarının sarısı müthiş bir uyum içindeler.
Şimdi bu yazıyı yazarken o kadar çok gülüyorum ki, aklıma yine okuldaki bir gün geldi. Bir gün sabah erkenden kalkıp, arkadaşlara dedim ki siz kahvaltıyı hazırlayın ben büyük ihtimalle yetişirim. Evden çıkıp fakülteye doğru yola çıktım seni görmek için. Seni biraz daha fazla görme isteğim, kahvaltıya yetişebilme ihtimalinden daha ağır bastı ve senin bindiğin minibüse ben de biniverdim. Nasıl oldu anlamadım. Sen yarı yolda inmiştin bense ta çarşıya kadar gidip indiğim gibi bir daha minibüse binip eve geri döndüm. Orada yapabileceğim hiçbir şey yoktu çünkü. Tabi eve geldiğimde kahvaltının kirli bulaşıkları bile kalmamıştı.
Sanırım bu defa çok yazdım. Okurken sıkılmıyorsun ya.
Kendim için söylüyorum: ?Kendine çok iyi bak'. Aslında bu cümleden nefret ediyorum. Ne o öyle, ?kendine iyi bak!' Sanki ?hadi benden bu kadar, ben senin yanında olmayacağım, sen kendi başının çaresine bak artık' oluyor. Ben her zaman senin yanındayım ve sana her zaman iyi bakıyor olacağım. Sen de sadece kendine iyi değil, başkalarına da, her şeye de iyi bak olur mu? Zaten kötü'yü amaç olarak edinmiş kimseler fazlasıyla var bu dünyada.
Seni Seviyorum.
Biliyor musun bunu bu yolla da olsa, söyleyebildiğim için kendime tapıyorum.
(2006)