Avjin / Bir Öğretmenin Anısı
Yetmişli yılların sonu seksenlerin başı sayılır, yirmi dört yaşımdayım, yedek subay olarak eğitim aldım Ankara'da, aylardan Şubat öyle bir ayaz ki anlatamam, tek kelimeyle donuyorum. Soğuktan şikayet eden sen misin, yeni görev yerin Van dediler, onlar Van dedi ben içimden dondum dedim!
Kısa bir iznin ardından, tren yoluyla ulaştım Van'a, tabi soğuk dışında bazı hayallerim de var o zamanlar, Van Gölü'nü göreceğim, oraları keşfedeceğim son model fotoğraf makinemle resimler çekeceğim. İyi sayılabilecek bir makinem var ve ben bir fotoğraf canavarıyım, kazancımın bir çok kısmını çektiğim fotoğrafların masrafları için harcayacak kadar da deli...
Annem babam az kızmadılar zamanında bu merakımın başıma iş açacağına dair, öyle ki o dönemde fotoğraf çekilmekten sıkılan kim var derseniz annem ve babam diyebilirim.
Van'da ilk bir kaç gün görev aldığım askerlik şubesinde keyfim yerinde sayılırdı, en azından sıcacık bir odada verilen görevi yerine getiriyor, canım sıkıldıkça çıkıp sağda solda beğendiğim anların resimlerini çekiyordum. Komutan ilk haftanın sonunda bir sabah geldiğinde, sen öğretmen değil misin, diye sordu, ben de evet komutanım öğretmenim dedim. O zaman sana yeni bir görev yeri vereceğim, ülkenin eğitime ihtiyacı var Erciş ilçesinde göreve yollayacağım, gider misin, dedi, emir gelmiş hayır denir mi?
Bu benim için iyi bir fırsattı, askerliği, ne yalan söyleyeyim sevememiştim çok fazla, en azından bana göre değildi, üstelik askeri görevli de olsam, sivil çalışabilecek oluşum bu işin en güzel yanıydı.
Ertesi gün beni aldılar uzunca bir yolculuk sonunda ulaştık Erciş merkezine, sonrasında Gedikdibi köyüne geçeceğimizi öğrendim, vatanın her yeri kutsaldı benim için, bu düşünceler içinde vardım görev yerime, muhtar karşıladı sağ olsun.
Hoş sohbet bir adam, elbette lehçesi ve bozuk Türkçesi ile benim ilgimi çeken bir kişilik. Bir kaç bardak çay içtikten sonra, haydi dedim okulu görelim muhtarım merak ediyorum dedim, neyini merak ediyorsun, okul işte tam karşımızda deyince, o soğuk havada ısınamayan ben alev gibi olduğumu hissettim...
Ben önce şaka sanmıştım ama gerçekten de okul tam karşımızda duran virane, bina demeyelim de virane alanmış! Ben de yardım ederim sana, çağırırız köylüyü el atarız dedi, geçtik tahta kapılı bahçeden, ortalık çamur durumda, ilerledik girişe doğru, kapıya benzemeyen bir ahşap birikintisini de aralayarak daldık içeriye, o da ne, bu bir inek mi, evet bu bildiğimiz inek! Okul diye girdiğimiz yeri, muhtarın damadı ahır olarak kullanıyormuş meğer!
O gün ve önümüzdeki dört beş gün okulu kendimizce toplamaya, düzeltmeye çalışmakla geçirdik, muhtarın evinde ikamet ediyorum bu arada ve bana da bir yer ayarlanacak ama önce okulu okula benzetmeye çalışıyoruz, sonra benim kalacak yeri nasıl olursa ayarlarız diyor muhtar ben de ona güveniyorum bu konuda, zira başka güvenecek kimse de yok köyde, çünkü bir çoğu bana öcü gibi bakmaktalar!
Her şeyi ayarladıktan sonra öğrencilerimi aramakla geçti iki üç günüm, neyse ki dokuz öğrencim olduğunu da öğrenmiş oldum. Derme çatma sıralar yaptık, kapıyı düzelttik, duvarları kireç yaptık, içeriye bir soba ayarladık az da olsa adam ettik kendimizce okulumuzu.
Ne kadar genç ve asker olsam da sürekli tedirginim, çünkü her gece kurt ulumaları tüylerimi diken diken ediyor ve anlatılan kurt saldırı hikayeleri beni ürkütüyor. Köye inerlermiş gece yarıları ve önüne çıkan her şeye saldırır ne bulurlarsa yerlermiş, bir keresinde bir kadını zor almışlar ellerinden. Ben de tedbiri elden bırakmıyor, geceleri mümkün olduğunca dışarı çıkmıyorum tüm köylünün yaptığı gibi hava aydınlandığında çıkabiliyorum.
Avjin isimli bir kız öğrencim var o zamanlar, ben öğrenmeye bu kadar meraklı, kafası bu kadar çalışan bir çocuk o gün bu gündür görmedim. Geriye kalan sekiz öğrencim içinde Avjin bir başka değerli benim için. Avjin su gibi anlamına geliyormuş Kürtçede, ufak ufak Kürtçeyi de öğrenmeye çalışıyorum bu arada. Bir kaç gün sonra muhtarın evinin yakınlarındaki yine eski ve kullanılmayan iki odalı evi derledik toparladık kalabilmem için, tahtadan bir yatak alanı, eski bir soba ve bir kaç mutfak eşyasının yanında dört tavuk bir de horoz tahsis edildi tarafıma.
En azından yumurtam garanti dedim kendi kendime, zaten muhtar sağ olsun yoğurdumu, peynirimi ve ekmeğimi tedarik ediyordu, ben de tavaya yumurta kırmaktan başka yemek yapmasını bilmeyen biri olduğum için, kurulan düzen yeterliydi. Kısacası, on beş gün sonunda nihayet bir düzen kurmayı başarmıştım kendime ve öğrencilerime.
Yaklaşık bir ay kadar geçmiş, öğrencilerim bana, ben onlara, hatta bazı köylülerle bile alışma devresini atlatmış artık köy kahvesinde pişti oynayacak kadar bir çevre bile edinmiştim.
Günler yoğun bir tempoda geçiyordu, çünkü bir çok öğrencimle henüz tam olarak anlaşamıyor, anlaşmak için de bir an önce Türkçe öğrenmelerini sağlamaya çalışıyordum. En büyük yardımcım Avjin bu konuda hayli yol almış, neredeyse Türkçeyi tamamen sökmüş, diğer öğrencilerin de öğrenebilmesi için uğraş veriyordu.
Yine aynı günlerden birinin sonunda gece başlamıştı, müthiş bir kar yağışı vardı ve kurt ulumaları her zamankinden çok daha fazla duyuluyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde sabaha karşı silah sesleri duydum, fırladım yatağımdan kapıyı açtım, bir ağıt sesi karıştı rüzgarın sesine! Neler olduğunu anlamaya çalıştım, muhtarın evimin önünden geçtiğini gördüm, seslendim, kurt saldırısı olmuş, bir çocuğa saldırmışlar diyerek yürümeye devam etti. Peşinden çıktım bir kaç yüz metre sonra göreceğim manzara ömrümce unutamayacağım bir acı olarak saplanacaktı kalbimin tam ortasına!
Aç kurtlar sabaha karşı tuvalet ihtiyacını gidermek için dışarıya çıkan Avjine saldırmışlar, sağ kolunu tamamen koparmışlar, sol kolu ve boğazını da parçalayıp atmışlardı! Annesinin feryat ve figanları ortalığı yıkıyordu, babasının da kurtların peşinden tüfeğiyle gittiğini öğrenen köylü onu aramaya çıkmışlardı. Muhtarla birlikte küçük Avjini kaldırdık yattığı beyaz karların üzerinden.
Küçük hatıralar biriktirmeyi hayal ettiğim ilk öğretmenlik günlerimin ortasına kurulan bu kocaman ve acı dolu hatıra hiç bir zaman aklımdan çıkmadı. Ne zaman kar yağsa, aklıma Avjin gelir!