Ayakkabı

Bu sene kış çok soğuk geçmişti. Küçük tek odalı bir evde kirada oturan Ahmet ve annesi çok üşümüştü. Yakacak odun bulamayacak kadar yoksul olan anne, Ahmet´in üşümemesi için elinden geleni yapıyordu. Ahmet, yaklaşık bir yıl önce babasını bir iş kazasından dolayı kaybetmişti. Annesi çok hasta çalışabilecek durumda değildi. Her geçen gün durumu daha da kötüleşiyordu. Bir an önce doktora giderek muayene olması gerekiyordu. Etraftaki komşular ellerinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Onların verdikleri ile geçimlerini temin ediyorlardı.
Baharın gelmesini dört gözle bekleyen Ahmet kar, yağmur, çamur dinlemez, her Cuma Namazından sonra annesini alır, babasının mezarını ziyaret ederdi. Onu çok özlemişti. Onun için dua eder gözyaşları dökerdi. Beş gün sonra Kurban Bayramı gelecek ve Ahmet, ikinci bayramını babasız olarak geçirecekti. Çok üzülmüştü Ahmet. Dua ettikten sonra annesinin ellerine sımsıkı sarıldı ve yaşlı gözlerine bakarak ? keşke babam yanımızda olsaydı, yine onun ellerinden öpüp boynuna sarılsaydım, bana bu bayramda da harçlık verip ayakkabı alsaydı !? diye söylendi.

Anne çok duygulanmış, yavrusunun saçlarını okşayarak:
-- Hadi gidelim Ahmet... dedi.

Ahmet´in ayağındaki ayakkabıları bir yıl önce babası bayramda almıştı. Başka ayakkabısı olmadığı için yaz kış hep o ayakkabıyı giymek durumundaydı. Bu neden ile ayakkabı çok eskimiş, uç kısımları sökülmüş ve yırtılmıştı. Ahmet´e yeni bir ayakkabı alacak kadar parası olmayan anne akşama ne yiyeceklerini düşünüyor, cebindeki bozuk paralara bakarak iç geçiriyordu.

Her ikisininde başları önlerine eğilmiş, yavaş adımlarla daracık ara sokakları olan mahallelerine doğru ilerliyorlardı. Hem yürüyor hem de düşünüyorlardı. Tam o arada Bilal Hoca yine o güzel sesi ile ikindi ezanını okuyor, cemaatı namaza çağrıyordu. Ahmet başını annesine doğru çevirerek,
-- Anne ben camiye gidiyorum!.. dedi.
Annesi Ahmet´e:
-- Olur yavrum, koş geç kalma!.. dedi.
Ahmet hemen abdest tazelemek için şadırvanın başına geçti. Kollarını sıvadı ve yırtık ayakkabılarını çıkararak ayaklarını da hazır tuttu. Huşu içerisinde abtest alıyordu. Hemen yan tarafında abdest alamak üzere şadırvana yaklaşan bir adam dikkatini çekti. Adam bu camiye ilk defa geliyordu. Her halinden bu mahallede oturmadığı anlaşılıyordu. Öylece Ahmet´i izliyordu. Ahmet, abdestini almış bir yandanda yırtık ayakkabısını giymeye çalışıyordu.
Ahmet caminin içine geçti. Her zaman olduğu gibi yine ikindi namazının sünnetini camiide en arka tarafta durarak kıldı. Yine o adam Ahmet´i izliyordu, ve farz namazında onun yanında duruyordu. Namazdan sonra Bilal Hoca Ahmet´in yanına yaklaşarak, saçlarını okşadı ve ona:
-- Nasılsın Ahmet, iyi misin? Diyerek hal hatır sordu.
Ahmet: -- Iyiyim hocam... dedi.

O adamın gözleri yine sık sık Ahmet´in üzerindeydi. Konuşulanlara kulak misafiri oluyordu. Ahmet´in üstü başı ve ayakkabıları dikkatini çekmişti. Ahmet hakkında bilgi almak için Bilal Hoca´ya sordu.:
-- Hocam kimdir bu sevimli çocuk? Anladığım kadarıyla yardıma muhtaç görünüyor. Yardım etmek istiyorum dedi. Bu duruma sevinen hoca, gereken bilgiyi verdi ve Ahmet´in çok duygulu bir çocuk olduğunu hatırlatarak onunla yalnız konuşmasının daha iyi olacağını söyledi. Ahmet´in durumu adamı çok etkilemiş, ona kendi çocukluğunu hatırlatmıştı.

Adam cami çıkışında ayakkabılarını bağlamakla meşgul olan Ahmet´e, tanışmak isteyerek seslendi.:
-- Senin adın nedir ?
Ahmet minik başını adama doğru çevirerek:
-- Benim adım Ahmet. Diye cevap verdi.
Adam hemen meseleye gelmek istiyordu. Öğrenmek istediği diğer hususları da Ahmet´in kendisine sorarak öğrenmişti. Ahmet´in yetim ve yoksul oluşu onu çok üzmüştü. Ahmet´in elinden tuttarak en yakın bir ayakkabıcıya giderek Ahmet´in vitrinde seyrettiği o güzel siyah ayakkabıyı ona aldı. Bir gazete kâğıdı içerisine sardığı parayı ve bir de adresinin bulunduğu kartı Ahmet´in eline vererek:
-- Bunları da eve götür. Başın sıkışıp ihtiyacın olduğunda beni ara. Dedi.
Adam acele gitmesi gerektiği için, arabasına bindi ve gitmek üzere yola koyuldu..

Ahmet´i kâğıda sarılı olan paradan ziyade, siyah ayakkabıları sevindirmişti. Adam gittikten sonra Ahmet, koşa koşa evin yolunu tutturmuştu. Soluk soluğa kaldı. Sanki kalbi duracaktı. Çok uzun zamandan beri bu kadar sevinmemişti. Eve geldiğinde kapıyı heyecanla yumrukluyor annesinin açmasını bekliyordu. Ama kapı bir türlü açılmıyordu. Hep yumrukladı kapıyı. Kapı yine açılmamıştı. Elleri acımıştı. Korkmuştu. Acaba annesine bir şeyler mi olmuştu. O sevinci ağlamaya dönüşmüştü.
?Anne ne olursun aç kapıyı !..? diye sesleniyordu. Ama kapı yine açılmıyordu.
Çok korkmuştu Ahmet. ?Ya anneme birşey olursa ben ne yaparım!..?diye düşünürken ikindi namazını bitirerek selam veren annesi kapıyı açar ve Ahmet´e:

-- Oğlum nedir bu heyecan!.. der.
Ahmet ayakkabıları unutmuştur. Annesine sarıldığında ayakkabı, para ve kart yere düşer.
-- Çok korktum anne!.. der. Artık seni de doktora getirebilecek paramız var... der. Olan biteni annesine anlatır. Bu durum hem anneyi hem de Ahmet´i çok sevindirdi. Cenab-ı Allah dualarını kabul ediyor. Onları bu bayramda da sevindiriyordu.
Sabırsızlıkla bayram sabahını bekliyen Ahmet, Allah´a çok dua ediyor, ona şükrediyordu. Geceleri ayakkabısı ile yatıyor, gündüzleri ise onu gözünün önünden ayırmıyordu.

27 Nisan 2009 5-6 dakika 2 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 15 yıl önce

    Allah razı olsun o amcadan.Hepimiz kazancımızın bir kısmını zekata ayırsak sanırım bu Dünya'da gözü yaşlı kimse kalmaz.Ve pek çok çocuk annesiz ya da babasız. Bu öykü aslında kapkaççılara da iyi bir ders bence.Kimileri para verip öksüzün, yetimin yüzünü güldürürken kimileri de öksüzün yetimin iki kuruş parasına göz dikerek onları daha gözü yaşlı bırakıyor.Allah onları bildiği gibi yapsın.Ve bu öykü ders olsun onlara. Kaleminiz de yüreğiniz kadar yaşasın.Teşekkür ederim.Bu güzel öyküyü bizimle paylaştığınız ve bize olan katkılarınızdan dolayı.

  • 14 yıl önce

    Günün yazısını ve yazarını kutlarım.