Aylak bilgiler
Aylak bilgiler
Nasıl anlatsam ki ?
Uzun zamandır sahilde bir kulübede yaşayan ve gereksinimlerini karşılamak dışında hiç kimseyle irtibat kurmayan bu yaşlı adamı, halk ilk defa birisiyle beraber görüyordu. Yine başını kaldırmadan ve kimseye aldırmadan markete girerek her zamanki gibi ekmek, peynir ve bir kasa şarap alarak aynı şekilde kulübeye doğru yürüyordu. Yanındaki de sanki gölgesiymiş gibi hareket ediyordu.
Halk adam hakkında, geldiğinden bu yana neler neler anlatıyordu, ama alış veriş yaptığı yer dahil hiç kimse onun adını bile öğrenememişti. Bu sefer de yanında bir adamla görününce olay kasabanın en önemli dedikodusu oluvermişti.
Yaşadığı kulübeyi kaç defa yıkmaya gelmişti zabıta, ama ondan tüm kasaba halkı gibi zabıta da korkuyordu. Bu köhnemiş insanın pek barınamayacağı bir halde olan, arada bir deniz dalgalarının gelip duvarlarına çarptığı kulübeyi bir türlü yıkamıyordu.
Dün geceden itibaren kulübeye bir şeyler araklamak için girmeye çalışan yanındaki adamda burada barınmaya başlamıştı.Yaşlı adam ömründe yakaladığı ilk hırsızla karşılaşmıyordu. Kulübenin her tarafını arayıp bir şeyler elde edemeden çıkmaya çalışan hırsıza ?Ne aradınız ? ? diye sorduğunda hırsız şaşakalmıştı. Ağzından ?yiyecek türü birşeyler arıyordum? lafı otomatikman çıkmıştı. Bunun üzerine hırsızla yaşadığı hırsızlıkları anlatması ve bunun dışında soru sormaması halinde yemek ve barınma sağlıyacağını teklif eder. Bu, teklifi kabul eden, hırsızın ömründeki ilk anlaşmasıydı. Aynı zamanda çalamadığı bu kulübeyi ve onu yakalayan bu adamı tanımasına da yardım edeceğine inanıyordu.
Her gün güneşin batımıyla kulübenin yanında sahilde şarapları yudumluyorlardı. ?İlk işimde oniki yaşındaydım? ?-Hiç aç kaldınız mı?? ?İnsan açlığını yatıp uyumak, unutmak istiyor ama çok açsanız açlık uyumayı da unutturur.? ?Karnım sanki birbirine yapışmıştı ve camekanlarda gördüğüm o yiyeceklerin hepsini bir anda yiyebileceğimi zannediyordum. Uzaktan ekmek kasalarının markete indirildiğini görüyordum. Yanlarına yaklaştıkça dünyanın en güzel kokusunu hissediyordum. Gözüm de başka hiçbir şey görmüyordu. Yanlarına vardığımda kasaları markete geçirenin dışında kimsenin olmadığını fark edince adam sırtını döner dönmez bir ekmeği kaptığım gibi koşmaya başladım. Kimsenin göremeyeceği bir yere gelinceye kadar durmadım. Hani maraton koşucuları vardır, koşabilecekleri azami hızla koşup madalya alırlar. İşte bende o anda bir madalyadan daha önemli bir şey için koşarcasına ordan uzaklaşmıştım. Durduğumda nefes nefeseydim, ama bekleyemezdim de! Ekmeği çiğnemeden dahi bir anda mideye indiriverdim. Ekmeğin en güzel katığı açlık derler ya, işte o yediğim ekmek öyleydi ve tadını hala hatırlıyorum! O anı ve koşuşumu hatırladıkça ne kadar acemi, ne kadar gülünç, ne kadar akılsız olduğumu düşünüp hep utanırım. İnsanın bu duruma düşmemesi için doğduğundan beri işinin ehli olmalı. Lakin namümkün bu!
İşimde bu konuma gelinciye kadar bu acemilikler ve beceriksizlikler yüzünden ne cezalar çektim, ne dayak yedim biliyor musunuz? Ama olsun aldığım her ceza ile uzmanlaşmaya başladım, uzmanlaşmak zorunda kaldım. Son on yıldır zaten hiç yakalanmadım. Kulübeden çıkarken karşımda sizi görünce şaşakalmıştım. Demek ki öğreneceğim şeyler daha bitmemişti ve bunun için doğru yere girmiştim. İşte bu anda alacağım cezayı o kadar merak ediyordum ki benim öğrenimimde eksik olan tarafımı dolduracaktı. Bana sunduğunuz teklif ise beni daha çok heyecanlandırmıştı. Zaten yemek ve barınma artık bana yetiyordu. Şu da var ki bu dünyada her canlının ayrı bir anlamı insanlarında ayrı bir bilgelikleri var. Her şeyi yaşayarak öğrendim. Sizden de farklı bir şeyler öğrenebileceğime inanıyordum. Yaşam da bence insanı tanımakla başlar.
.......
Dört kardeştik. Babam her gün sabah erkenden amele olabilmek için evden çıkardı. Anamda haftada bir iki ev temizliğine giderdi. Böyle geçinip gidiyorduk. Babamın çalıştığı günü hepimiz farkederdik. Ekmeğimiz bol yemeğimiz farklı olurdu. Birkaç gün üst üste iş bulamadı mı o gün sadece inançla beslenirdik.
Birgün evden çıkışından bir-iki saat sonra babamın kanlar içerisindeki cesedini getirdiler. Bize aralarında işe gitme kavgası olmuş dediler. Bıçağı çıkarıp kalbine saplamıştı biri, ne de olsa yaşam kavgasıydı. Ağlayabildiğimiz kadar ağladık, bağırabildiğimiz kadar bağırdık, ne babam dirildi, ne de inançla beslenme günlerimiz azaldı.
?Hiç inançla beslendiğiniz oldu mu? Hiç sitem etmeden, aç yatmayı kabul ederek! Bıkıp usanırsınız bu açlıktan, inançla beslenmekten, yaşantınızdan. Ama ne yapabilirsiniz ve kim sizi anlar ki?
Anam, canım anam, hergün bizi yatırıp tüm gece ağladığını duyuyordum. O miniminnacık gözlerinden akan kocaman yaşları ve ağlamasını hala hatırlıyorum. İnsanı bu hale sokan bu dünyaya, bu insanlara ne sitem ediyordum. O anda bunları cezalandırmak için masallardaki gibi bir hamlede her şeyi yapabilmek isterdim. Ki bunun için evden kaçtım ve bir daha da uğramadım. İlkin çok para kazanıp aileme gideceğim günü düşündüm hep. Ne hayaller kuruyordum. İnsanların içine girince çarkın farklılığını ve gerçekleri görmeye başladım. Düşüncelerim hep hayalde kalacaktı. Her yerde, her türlü işte, o kadar ağır işlerde çalışmama rağmen arada hiçbir iş bulamayıp aç kaldığım da oluyordu. İlk hırsızlığımı da zaten o zaman yapmıştım.
İşi iyice öğrendiğimde çalarak çok şey elde edebiliyordum. Kardeşlerimin yanlarına gidebilirdim. Ama yaptığımın öncelikle bir iş bir emek olup olmadığını karar veremiyordum. Sonra ne bileyim, zamanla insan ne evini ne ailesini özlemeye devam ediyor. Aklından bile geçirmemeye başlıyor. Unutmak kolay değil tabi!..Ama insan zamanla kendini bile farketmiyor bu dünyada!..?
Her gece dalgaların sesiyle, yıldızların ışıltısı ve ayışığının yakamozuyla şarapları yudumlarlarken genelde yaşlı adam hiçbir tepki ve yorum yapmadan dinliyordu. Bu sessizce hali, kasabada da kimseyle görüşmemesi ona ayrı bir gizem kazandırmıştı. Hırsızda aslında kulübenin her tarafını öğrenmişti ama o içindeki adamı fethetme isteği, ayaklarının ona itaat etmeyip o kulübede durmasını sağlıyordu.
?Çaldıklarımda sadece para elde etmiyordum. İnsanların önemle katlayıp cüzdanının en önemli yerlerine sakladıkları o sevgiliden yazılmış nağmeler var ya! Bunları okudukça zamanla o kadar zevkli geliyordu ki, bazen bunlar için bile hırsızlık yapıyordum. Ne acayip, ne gülünç bir varlık bu insan. Okudukça hep bunları düşünürdüm.
-Sizin hiç aşık olup nağmeler yazdığın oldu mu? Olmuştur tabî! İnsanın gözünün önünde hep duruyordur, başka hiçbir şeye odaklanamazsınız. Bedeninizin hareketlerinde bir sarhoşluk vardır. Rüyalarınıza girer. Yemek hatta su bile içmeyi unutursunuz. Onu görmek için götürmeye çalışan bedeninizle çatışırsınız. Yıldızların altında, gözünüzün altında o, ne zevk verir içki içmek o an.
Ne bileyim insanı biraz küçültüyor gibi geliyor. Şu da kesin ki tarif edilemeyecek farklı bir konumada sokuyor.
Tabi bundan darbesini yiyenlerde yok değil. Bir ara içmekten sızmış, kumsala uzanmıştım. Yanımdan birinin hıçkıra hıçkıra geçtiğini duydum. Gözlerimi açtığımda kaliteli giyimli ve bir çok takısı olan güzel mi güzel genç bir hanımı gördüm. Tam iş zamanıydı. Cepler de bomboştu zaten. Kalktım yanına vardım. Bayan öyle bir haldeydi ki insanlığa, tabiata, tanrıya sitem ediyordu. Uyuşan bir tarafımız vardı, bende hiçbir zaman ruha inanmadım. Tanrının adını da sadece söverken ağzıma alıyordum. Birşeyler anlatmaya başladım. Önce beni fark etmedi bile. Sonra hıçkırıkları durdu. Bana döndü, o kömür gözleriyle her tarafıma bakıverdi. Ben ise müthiş bir mücadele gücü varmış gibi, hayatı tabiatı esirimmiş gibi anlatıyordum. Herhalde o da bu halimle bile yaşam mücadeleme şaşarak biraz para vermek isteyip, teşekkür etti ve geri döndü. Benim ise o anda para ihtiyacım yoktu! Şu da var ki ilk defa işe çıkıp işimi yapmıyordum. İlk defa para ihtiyacım yok demiştim.
Onun bakışını hala hatırlıyorum. O kadar güzel bir hanımın kalbini kim kırmıştı? Kırılan bir kalbin tamiri kolay mıydı? Ne ister insanlar bu yaşamdan? Dünya iyi olamaz mıydı??
?-Hayatı yargılamak imkansızdır? der yaşlı adam. İlk yorum yapmasıydı. ?-Bu kadar işi öğrenmene ve yapmana rağmen neden böyle dolaşıyorsun, zengin olabilirdin? diye sorar.
?Gözüme kestirdiğim bir ev işinde en köşedeki odanın penceresinden bu eve girdim. Tam kapıya vardığımda bir bebeğin ağladığını duydum. Yanına yaklaştım çocuk susuverdi. Yanından ayrılınca ağlıyordu. Çocuğun oyuncağı oluvermiştim. Kucağıma aldım, odada biraz turladık. Çocuğun işine gelmişti bu, ama ben bir çözüm üretmeliydim. Aklımdan çocuk kucakta yukarı çıkmak geldi. Öyle de yaptım bir şeyler aldım. Dönerken annesinin kocasına çocuğunun ilk bu kadar ağlamadan uyuduğunu söylediğini duydum. İşte bu çocuktan insanın masumluğunu, zayıflığını, karmaşıklığını, farklı bir öz olduğunu ve en önemlisi bunlara rağmen bir şey olmadığını gördüğümü hep düşündüm. Bundan itibaren elimdeki her şeyi harcamaya başladım. Gezmeye, görmediğim yerleri görmeye, tatmadığım yemekleri yemeye, insanları tanımaya başladım. İşimede zengin olmak için değil parasını harcamayıp sandıklayandan alıp onun yerine kendimce harcamak için çıkıyordum.
Bu yaşantımla çok insan tanıdım. Tabi kimseye de güvenmedim. Kimseylen samimi olmadın. Bu mesleğime aykırıydı. En çok kendi mesleğimden olanlardan darbe yedim. Bana güvenenleri en son çarpıp kaçtım. Doğrusunu isterseniz burada kalma hedefimin sonucu buydu başta. Ama bilemiyorum, hala burada yaşamak isteğimi yıkamadım. Ayrı bir havası var.
Yaşlı adamla beraber yaşadığı sürece, bu kadar içmesine rağmen, hala sessiz kalmasından ve hiç tepki vermemesinden, kendinden hiç bahsetmemesinden doğan gizemliliği; onun tüm sırlarını, aşklarını, yaşamını, anlatmasına sebep olmuştu. Öyle birisiyle ilk karşılaşıyordu. Bu da ayrı bir heyacan ve gizemdi. Anlattıklarıylan aslında kendini tarifliyor ve tanıyordu.
Kaç gündür ikisi hiçbir şey konuşmayıp, sadece dalgaların sesini dinliyerek farklı dünyalar içerisinde içiyorlardı. Yaşlı adam yanındakinin sessizliğe bürünmesini ve bir çok şeyi elde edebileceğine rağmen hala yanında yaşamasını, şu ana kadar yaşantısından bir çok kesit sunmasını düşünerek onu inceliyordu. Bir gece bir şeyler öğretmek ister gibi bir hikaye anlatayım mı diye söze başladı. Yanındaki adam ise ilk buraya gelen kişi değildi sanki, hırsını yenmiş, sessiz, sakin bir konumdaydı.
?Bir gün köy yolunda okuluna doğru yürüyen birine ?-Kravatın ne güzel? diye takılır, yol üzerinde duran, kendilerince birbirlerini eğiten, köyün kızlarını çekiştiren dört gençten biri. Öğrenci ise hiçbir şey diyemeden, biraz kızarak, biraz kızararak başını önündeki kravata doğru eğerek yoluna devam eder. Giydiği elbiseler sadece köylü büyüklerinin acayibine gitmiyordu, kendisi de bundan epeyce sıkılıyordu. Ne yapsın zavallı, okuyabilmesi için bu gerekliydi. Kafasından şu meleti okulda bağlar takarım düşünceside geçmiyor değildi, ama bunu bağlayabilen bir tek kişi vardı köylerinde. O da muhtar olan babasıydı. Onu her sabah uyandırıp, kahvaltısını hazırlayan, giydiren, farklı gören, büyük umutlarla, iyi vaatlerle besleyen annesiydi. Gerçi annesinin okuma yazması yoktu. Yine de okula müthiş bir istekle, farklı bir gelecek umuduyla yolluyordu.
?-Doktor mu,yoksa hakim mi olacan bize?? diye sordu demin kravatına takılanı. ?-İyi bir mühendis olur, kaldırım mühendisi? dedi yanındaki. Yere çömelmiş elinde ufak değnek toprağı eşeleyen diğeri ciddi ciddi ?Niye olmasın? deyince kahkahalar kopuvermişti.
O koşullardan çıkıp bir yere varmak gerçekten zordu. Ona takılanlar nereden öğrenmişlerse aslında doğru söylüyorlardı. Çocukta başını öne eğmiş kulak zarı sesleri içeri iletmeyip dışarı yollarmışçasına hiçbir şey duymuyormuş gibi sesleri duymuyacak bir uzaklığa varmak istercesine hızlıca yürüyordu.
Okulları çevredeki sekiz köye ortak bir yerde olan keltepede tek başına kurulmuştu. Toplam üç sınıftan, ellisekiz öğrenci ve üç öğretmenden oluşuyordu.
Babasının isteğiyle okula yazılmıştı. Köylerinden ilk okumaya devam eden kişiydi. Ve niye okutmak istediğini babasına soramadan babasını kaybetmişti.
Hoş bir esinti çarptı suratıma ve derin bir kaygı... Teşekkürler arkadaşım...