Ayna
Aynanın sırları dökülmüş yüzeyinden yansıyan görüntüsüne takıldı gözleri. Bakışlarındaki hüzün, alnındaki derin izler ve yüzüne yayılmış kırışıklar. ' Kim bu kadın? ' diye baktı bir süre, anlamsızca. Sonra, derin bir ' Ah! ' döküldü, dudaklarından. ' Bu benim ' dedi beyninde, defalarca. Sanki, bir yalanı, kendisine kabul ettirmek istiyormuş gibi. Ama gerçekti. Yansıyan, kendi yüzüydü. Ne kadar zamandır gördüğü her aynaya sırtını döndüğünü, düşündü. Bulamadı, bilemedi.
Yaşlanmak. Hayatın doğal akışının, süreci. Herkes gibi onun da başına gelecekti, elbette. 'Sorun, yaşlanıyor olmak değil' dedi, kendi kendine. 'Sorun, nasıl yaşlandığında.'
O da gençti, bir zamanlar. Şimdi uzaklarda kalmış, silik, sönük geçmişin arasında. Hayal, meyal bir görüntü gibiydi, gençlik günleri. Geldiği yol, oldukça uzundu. Zordu. Gülümsedi. Bir zamanlar kurduğu hayaller gelince, aklına. ' Amma saçmalamışım' dedi, içinden.
Amaçsız gezindi gözleri, odanın dört bir yanında. ' Ne yapsam?' diye düşündü.
Yapacak bir şeyi olmamak. Çok yeni tanıştığı bir duyguydu, bu. Bomboş saatler. Hiç alışık değildi. 'Günün bu saatlerinde insanlar ne yapıyorlar acaba?'
O, hep, bir yerlere koşturmaya alışkındı. Pişirecek, temizleyecek ya kendi evini ya da ' Gel ' diyen, çocuklardan birinin evini. Artık evde çok işi kalmamıştı. Kime yemek pişirecek? Dağıtan kimse yoktu ki, neyi toplayacak? Çocuklar da kendi düzenlerini oturtmuşlardı ve ona ihtiyaçları kalmamıştı. Arada sırada, akıllarına gelirse,' Kahveye ya da çaya gel' diyorlardı.
Hayat, ne kadar acımasızdı. Düne kadar, hepsi, pervaneydi etrafında. Birine gitse, diğeri darılır diye, bir ona, bir buna koşturup durmuştu. Ama şimdi, biri bile düşünmüyordu, o darılır mı? diye.
Onların hayatlarını, aslında, hep birilerinin hayatını yaşamaktan, kendisine hayat kuramadığını fark etti.
Kütüphanenin önüne gitti. Onlarca kitap, rafta konuldukları gibi duruyorlardı. Gözleri artık çok iyi görmediği için, ne okuyabiliyor ne de örgü örebiliyordu. Televizyon, hiç ilgi alanına girmemişti. Radyoyu ise, çoktan unutmuştu.
Dostlarından birini aramayı düşündü. Telefon defterini aldı. Sırayla isimlere bakmaya başladı. Kime takılsa gözleri ' Torununa bakıyor arayamam.' 'Evini kapattı kızında ya da oğlunda kalıyor. Zaten onu istemiyorlar beni hiç istemezler'. Her birinin, ayrı sorunu vardı. Arayacak kimseleri, bulamadı.
Kalktı. Balkon kapısını açtı. Bulutlarda gezdirdi gözlerini. Eskiden oynadığı oyun geldi aklına. Bulutlardan şekil bulma oyunu. Baktı, baktı. Hiçbirini bir şeye benzetemedi.
'Hayallerimi ne zaman kaybettim?' diye düşündü. Bulamadı.
İçeri girdi. Kapıyı kapattı. Yaşlı ve yorgun adımlarla, odasına doğru ilerledi.
Aynanın sırları dökülmüş yüzeyinden yansıyan görüntüsüne takıldı gözleri. Bakışlarındaki hüznün, alnındaki derin izlerin ve yüzüne yayılmış kırışıkların yok olduğunu, gördü.
'Hayır,' dedi. 'Böyle olmayacak yarınlarım.'
Çalan telefonu açtı. ' Gelemem, programım var ' dedi, yemek yapması için çağıran kızına. 'Ne programın var?' sorusunu yanıtsız bırakıp, telefonu kapattı.
Sırtını dikleştirdi. Başını kaldırdı. Paltosunu giydi. Çantasını aldı. Sert ve kararlı adımlarla sokak kapısını açıp çıktı.
Gerçekten duru bir güzellikteki öykünüz için sizi kutluyorum.Hayatı dillendirmeniz ne kadar güzel.Düşündürdünüz,sevdirdiniz.Sevgilerimle...Daim olsaun kaleminiz:)
Eser hanım,okudum da hüzünlendim.Bizim de sonumuz yavaş yavaş böyle olacak sanırım...
Duygulu bir yazıydı.Etkilendim...
Selamlar...