Azerbaycan' lı küçük bir Türk Kız Çocuğun Atatürk' e Bakışı
AZERBAYCANLI KÜÇÜK BİR TÜRK KIZ ÇOCUĞUN ATATÜRK' E BAKIŞI
Unutamadığım bir anım:
Biz altı kardeşiz. Çocukların beş numarası küçük erkek kardeşim o malum hastalıktan sevgili eşini kaybetti. O, dünya tatlısı bir insandı. Mekânı cennet olsun. Kardeşim dört yıl yasını tutup bekâr kalmayı denedi. Olmadı. Azerbaycanlı, kimya öğretmeni ile hanımefendiyle evlenip kendi rızasıyla sultanlığına son verdi. Yeni gelinimiz defalarca memleketine davet edip bizi ailesiyle tanıştırmak istedi. Bir türlü olmadı.
Yıllar yılları kovaladı. Nihayet son davette nazlanmayı bırakıp 'HADİ ÖYLEYSE' dedik ve kara yoluyla, Karadeniz bölgesinin eşsiz güzelliklerini gözlemenin tadını çıkara çıkara Gürcistan üzerinden Bakü' ye ulaştık. Ev sahibemiz olan gelinimiz sevgili İladya biz mutlu etmek için ne yapacağını bilemedi. Değerli Ailesinin ve halkın kültür seviyesinin yüksekliği inanılmaz derecedeydi. Konukseverlikleri için minnettarız. 15 gün boyunca Bakü dışında Şeki, Mingecevir, Genceli, Kazak ve daha pek çok yöreyi adım adım gezme, kültürlerini yakından tanıma şansımız oldu.Mingecevir' de şair dostum Xalide Efendiyeva ile buluşmaktan büyük mutluluk duydum.
Bu gezi sırasında ömrümce unutamayacağım bir anımı paylaşmak istiyorum:
İladya' nın ablası sevgili Çimnaz hanım da emekli kimya öğretmeniydi. Bizi torununun yaş gününe davet ettiler. Mutlu olduk. İlk şoku, davetin verildiği restoranın adını okuyunca yaşadım. Adı: 'ÇANAKKALE' Ve adına yakışır kadar muhteşemdi. Bir anda birkaç bin kişiye hizmet verecek kadar görkemli bir mekândı. Oldukça kalabalık bir aileydiler. O yüzden çok geniş bir kameriye seçmişlerdi. Sofrada kuş sütü kuru üzüm eksik derler ya öyle de değil, kesin kuru üzüm vardı. Beyler çabucak kaynaştılar. Muhabbet koyulaştı. Çocuklar kendi dünyalarında cıvıldaşıyorlardı kuşlar gibi. Başta Yaş Günü Çocuğu Medine' nin Annesi Dr. Aynure hanım olmak üzere tüm hanımlar beni soru yağmuruna tutuyorlardı Türkiye ile ilgili inceden inceye. Hepsine cevap yetiştirmeye çalışıyordum... Dikkatimi çeken, çocukların ve gençlerin Türkiye Türkçesini ne kadar kusursuz konuştuklarıydı.
Saatler ilerledikçe beylerin kahkahaları yükselmeye başladı. Bir ara Aynure hanımın kayınpederi eşime ne dediyse eşim de cebinden araba anahtarlığını çıkardı. Anahtarı tekrar dikkatle cebine koyup anahtarlığı beyefendiye verirken: 'Bu size küçük bir armağanım olsun. Kullandıkça bizi anarsınız' dedi. Medine koşarak dedesinin yanına gidip anahtarlığa uzandı. Bakabilir miyim? Diye sordu. Dede: 'Al bak, ama dikkat et. Çok kıymetlidir, düşürüp kırmayasın' dedi. Çocuk, avucunda değerli bir mücevher taşır gibi hayranlıkla bakıyor, sanki gözlerini ondan alamıyor, bir türlü dedeye geri vermek istemiyordu. Bu, kristal konik bir şekil, içinde ne taraftan bakarsanız gözleri sizi izleyen Atatürk görüntülü bir anahtarlıktı. Eşim Küçük Medine' ye sordu: 'O kim biliyor musun?' Çocuk; 'Bunu bilmeyecek ne var ki?' Der gibi bir edayla bakıp kendinden çok emin bir duruşla: 'ATATÜRK !' dedi. Eşim bu sefer ısrarla: Peki Atatürk kimdir? Diye sorunca çocuk hiç tereddütsüz: ' Atatürk Türklerin Atasıdır' diye yanıtlamaz mı?... Daha henüz dört yaşındaydı. Zekâ fışkıran parlak güzel gözleri, hazırcevaplığı, büyümüş de küçülmüş gibi ağırlığı ve kibarlığı ile zaten gönlümü kuşatmıştı. 'Ah... Bağrım yarılsa da bu tatlı çocuğu içine koysam dedim o an...'
Oyy... Can Medine... Küçük, tatlı kız..
'Sen menim üreyimdeki yaramın qabuğunu qopardın, qanattın... Gözümü değil ama özümü ağlattın. Ad gününü tebrik edirem ay balam... Hayat boyu bahtiyar olasan.' Dedim sessizce. Sarıldım. Gözlerimden akan iki damla yaşa dur diyemedim...
Naime ÖZEREN