Babanın Suyu mu
Güneş, akşama kadar ortalığı yine iyice kavurmuştu. Herkes sıcaktan buram buram ter döküyordu. Bizim bahçede ki bitkiler de susuzluktan kuruyacaktı neredeyse. Öyle ya, onlara su vermeyeli, bugünü de sayarsak dört gün olacaktı. Tüh ya ! Nasıl unutmuştum ? Kendi kendime :
- Ulan Enes, sen adam olmazsın oğlum
Hakikatten de öyle öyle. Bahçeye bir vardım, ne göreyim. Dut ağacının toprağı yarılmaya dönüşmüş. Az ötede armut ağacı ağlamış da sesini duyan yok garibin. Ya üzüm ağacına ne demeli ? Ortada ikiye çatlayacak gibi duruyor. Bir de merhametten bahsediyorum bazen. Hani bu bitkilere merhamet ?
Neyse, aldım elime su hortumunu. En baştan başladım sulamaya. Benim huyumdur, içimden iki yüze kadar sayarım her ağaçta. Herkese eşit şeklinde su, diplerini, köklerini iyice ıslatsın diye. Yapraklarını da suluyordum hep. Dut ağacının başından ayrılıp, üzüm ağacına yönelecektim. Çünkü iki yüze kadar sayma görevim bitmişti. Toprak, hemen suyu emmişti ve adeta dallarıyla elime yapışmış gibi :
- Dur gitme, gitme. Biraz daha su. Sanki iki yüzden fazla sayamıyor musun mübarek ? İlkokul mezunusun desem değilsin.
Orada üzüm ağacının da bunu dediğini duyar gibi oldum :
- Bırak lan suyu. Babanın suyu mu oğlum ? Sırada bekliyoruz görmüyor musun be ? Bırak adam işini yapsın. Korkma hepimize yetecek kadar su vardır.
İnanın bazen bunları duyar gibi oluyorum. Yoksa hayal gücüm mü böyle bilemiyorum. Ama bazen bu üç yüz, dört yüz oluyor saydıklarım. Çok çok sıcak günlerde tabii.
Not : Kemal Sunal'ın bir filminden esinlenip böyle bir kafamda öykü canlandı. ' Korkusuz Korkak ' filminde, Mülayim, patronun odasına girdiğinde, haraç kesen eşkiyalar da ordadır. Patron, Mülayim'den dolaptaki tüm paraları onlara vermesini söyler. Ama Mülayim, makbuz nerde, makbuz olmadan veremem der. Patron da, 'babanın parası mı ulan inek ?' diye çıkışmıştır. Film böyle devam edip gidiyor işte.
-