Bağ Bozumu
Akşamdan hazırlıklara başlandığı andan itibaren, Sabah babam atların koşularını getir diyince anlamıştım ' bağlara yolculuk var ' diye...
Babam ne kadar kızsa da bana, benim en çok sevdiğim şeylerden bir de, atların başına kadar boyum yetişmediğinden derme çatma tabureyi alır, birde parmak uçlarına basıp yükselerek atların ağzına gem vurmaktı.. Bu çok hoşuma giderdi.. Hele atların yüzümü yalamaları var ya; başka bir duyguydu..
Sabah erkenden at arabalarına atlar, kağnılara öküzler koşulur, eşekler semerlenir, geceden hazırladıkları sepetleri, kalburları, kovaları, suyunu, leğenleri alıp at abrasına, kağnısına, eşeğine yükleyen başta dedeler ebeler, analar gelinler, genç kızlar ve biz çocuklar, kimi at arabasına, kimi kağnıya, kimi eşek üzerine biner, kimi de yaya türkülerle manilerle doğru bağlara 'bağ bozmaya ' giderdik..
Köyümün gelinleri ile genç kızları Anadolu'nun renge renk motiflerini üzerinde taşıyan basen elbiseleriyle, başlarında pullu boncuklu yazmalarıyla, biz çocukların ve gelin, kız kızanın herkesin elinde sepet, kalbur, kova, helke ve leğenlerle bağların içinde sallana sallana üzüm toplarken, yeşil asma yapraklarıyla değişik renkteki üzümleriyle birlikte renkli giysiler içindeki gelin ve kızlar bir ayrı hava verirdi bağlara..
Rastgele bağ bozumu yoktu.. Köylü, sanki bir biriyle anlaşmışçasına, aşağı yukarı ayını günlerde, bağ bozumuna çıkardı. Çünkü bağların süreli tutulmuş bir bekçisi vardı. Bu süre bitene kadar bağların bozulması gerekirdi. Bütün köyün bağ bozumu on-on beş gün sürerdi.. Bekçinin görevi biteceği bu süre içinde bağsını bozmayan varsa o bağa köyün hayvanları musallat olup asmalara üzümlere zarar verirdi.
Tatları ayrı ayrı, renk renk, salkım salkım üzümler ki, her biri, yarım, bir, hatta bir buçuk kiloya kadar gelirdi.
Aşağı yukarı her bağın bir köşesinde dört ayak üstüne ağaç veya yüksek taşlar üzerine oturtulmuş içi Elli-Yüz kilo üzüm alacak şekilde, iki-üç metre uzunluğunda, yarım metre yüksekliğinde kocaman ağaçdan oyulmuş veya saçtan yapılmış bir üzüm çiğneme şıra oluğu bulunurdu..
Bu oluğun içine, biz çocuklar, kızlar, gelinler ara sıra da büyüklerimiz tarafından sepet sepet, kalbur kalbur, kuş üzümü, deve dişi, kara üzüm, İzmir üzümü, al-pembe üzüm, daha isimlerini unutup sayamadığım salkım salkım üzümler toplanıp çiğneme oluklarına dökülürdü.
Ebe veya analarımızın hadi bismillah diyerek, çıkarın soğuk kuyu ayakkabıları çorapları, iyice yıkayın ayakları çıkın oluğun üzerinde der, bizler de çıkın oluğa emri üzerine, yalan yanlış yıkanmış ayaklarla çıkardık oluklara, kız kızan başlardık manilerle şarkılarla türkülerle üzümleri çiğnemeye.
Çiğnenen üzümlerin başlardı şıraları oluk çörteninden kovalara helkelere tenekelere akmaya, şırayla doldukça kovalar helkeler, oluğun üç-dört metre ilerisine önceki yılardan kalma bozulmuş şıra kaynatma ocakları, yeniden düzenlenir, kararmış taşlarla yeni ocakları yapılır, üzerine koca kara kara kazanlar hazırlanır, içine şıralar doldurularak başlardı pekmez olmak için saatlerce kaynamaya..
Kazanlar kaynamaya başlayınca, sarardı bütün bağları mis gibi, pekmez olmak için kaynayan şıra kokusu..
Tezek çalı çırpı ateşiyle fokurdamaya başlayan kara pekmez kazanlarının içine, bağdaki ağaçlardan taze taze kopardığımız ayva, elma gibi meyveleri pekmez kazanlarının içine atıp pişirmek biz çocuklar için en güzel meyve tatlısıydı.. üzüm şırasıyla tatlanan meyveler doğal şekeriyle ayrı bir lezzet içinde, ayrı güzeldi..
Bunları yaşarken, ocak üstünde koca kazanlarda kazan kazan pekmezler kaynarken, bağ yollarından kağnıların salların, bağ sırtlarından koyun kuzuların çoban köpeklerinin, bağ altlarından ineklerin danaların ve atların eşeklerin, bağ içlerinden kekliklerin çalı kuşlarının, bülbüllerin, börtü böcek, yılan çıyanların sesleri yayılır, name name her hayvanın ayrı bir melodisi duyulurdu..
Bağ bozumu bağın büyüklüğüne göre bir-iki gün daha büyük olanlar günlerce sürerdi. Kaynayarak kıvamını alan şıralar, soğuması için sabaha kadar bekletilirdi. Sabah olunca, ekşisi tatlısı, kara pekmezi ağ pekmezi, her biri yirmi, yirmi beş , bazen de kırk-elli kiloluk küplere doldurulur, üç-beş kişiyle kağnılara yüklenip dönüş hazırlıkları başlardı...
Böylece ' Bağ Bozumu ' biter.. Tatlı mı tatlı, mutlu mu mutlu, argın yorgun, ama güler yüzlü bir mutlulukla sağ salim köyün yolu tutulurdu..
Bu defada evde pekmezin küplere bidonlara çalma çırpma sesleri duyulur değişik ritimlerde 'ağ pekmez' yani 'ağda' dediğimiz ki, pekmezin özüdür, bıçakla kesilerek yenirdi tadı doğallığı bir başka olurdu.
Ve pekmez özleşsin diye, küplerin bidonların içine pekmez toprağı (kil ) katılarak yerleştirme işlemi başlardı.
Şimdi ise bağların kısmen yanmasıyla eskiyi unutup, bağları korukken bozanlar gibi malamat olduk deyişi yerindendir..
( 10 Ekim 2005)