Balkıyan
Bakacak'ta tepe gökle kavuştuğunda, tan yeri yeni ağarıyordu. Kızıllıklar geceden kalan serçe desenli yazmasını örtünüp, aynada kırışıklıklarını sayarak kalan ömrünü tüketiyordu. Gün bu kör bakışla eğleşirken, ovayı yatağını bulamamış akarsu çaresizliğinde fırıldak bir ateş sarmıştı.
_Ne kadar mağrur ve kurumluydun ey roksan,
hele de gömlek değiştiren kekik dudaklı bulutları öptüğün an.
Görklü kam şafağa karşı yırtarken karanlık elbisesini, titrek bir el gecenin sepya saçlarını kayalara sürterek süpürüyordu tüm ovayı. Gecenin ıssızlığını katmanlarına katıp hüseyni makamıyla yıkayan o mavi aydınlık, şavkından korkup duvar diplerine dizi dizi çömelen karanlığın adını şehla koymuştu.
Bahar esintisinde uçuşan yapraklar, sürekli tebessümden gölgelenmiş gamzeli yanaklar gibi kesintisiz sevdalara çiseliyordu. Rüzgâr burcu burcu özlem kokan mahcup kızıllıklarla anılarında bir ömür biriken resimler çiziyordu gökyüzüne. Güneş sertçe ışıklarını saçarken tepelere, sessiz ve sinsi ölüm ise acıtıyordu canımızı; elinde ucu çivili sopa ile yıllanmış dostlukları toplarken - sarı muşamba yelekli bir adam edasıyla ve Kemalettin Tuğcu tadında - birer birer.
Elbette bu kıyımdan arta kalanlarda en az gidenler kadar değerli bu günlerde. Çünkü kapıya sürçen mavi kanatların aralığından sızan gökyüzü, nerede yeşereceğini bilmeyen ayrık otu gibi artık avuçlarımızdan kayıyor ve sadece geride kalan çıkrık sesleriyle uyuduğumuz Türkmen halılarının ilmeklerindeki sabır ve birde ümit kalıyor atiye dair. Onlar ki yitenlerin ardından sırasıyla ve benden sonra diyerek umduklarımız ve öyle bir dostlar ki onlar; arabesk şarkılarla üstünü örttüğümüz gecede üşümelerinden korktuklarımız.
Söyle ey kam, oruçların bitti mi ki dost ateşlerine gizlenir gibi yaşıyorsun hiç bitmeyen bu ışıklar varken önümüzde. Artık akşama doğru bütün serçelerde ölürse şaşmam senin yüzünden, zamana tutsaklığımızın göz göz dilimlendiği alınyazımızı köze saklayıp, rüzgârla boğuşurken alevle kalmasıyla kıvranan dizleri bükük tepelerde gezen cüceler varken.
Öyle acıyan bir ima takma yüzüne bulutlar arasında çakan şimşek, elbet bizde biliriz yağmurda açan gözleri kınalı gelinciği siyah beyaz fotoğraflardan – ki o yansımadır ela gözlere-. Yamaç meltemiyle ıslık çalmayı sevdiğinden mi dökülür sanırsın kirpikleri üstüne çam ağaçlarının ve gök erirken taştan taşa akıp giden bu ışıklarla temizlenir mi yosundan budaklanmış yüreğim zonklayarak. İhanetle bütün gece ağaran saçlarımıza şavkı düşen bu ay yüklü turkuaz gecede, yıldızlarla bezeli gök senin yüreğine de balkıdı mı acıtarak; kekik ve nane kokan tenin ve saçların çam kozalakları gibi döküldüğünde. Hatta ağaç köklerinin toprakla seviştiği gibi gömüldüğünde ve taşan bulutlar geldiği gibi gerisin geri akarken pınarlara. Neden hala ay ışığında uzun yollarda yürümüş gibisin, bilginin en ağır suç olduğu şu günlerde sende bizim gibi mimli misin?
Son tahlilde en üzüldüğüm tabi ki başıma gelenler; her ölüm derin bir üzüntüyken her yaşta ve ölümün, doğumdan daha çok sevinç vermesi bazılarına; Gurs vadisinde nesli tükenen dağ keçilerini zevk için öldürenlerle para karşılığı aynı sofrada oturanlara lanet okuduğumda. Ki onlar; binlerce yıldır her zor geceden sonra aynı sofradaki ev sahiplerine düşman olanlar - özellikle doyduklarında- ve dahi ekmeğini verenin kim olduğunu sorgulamayanlar.
Kaleminizin tarzını el oymacılığına benzetiyorum. Her cümle özenle işlenmiş bir sanat eseri gibi. Kutlarım Enver Bey, sevgiyle.
Bilgi üzerine konuşan da yoktur zaten, oysa her konuda bir fikrimiz var değil mi Enver Bey. Tebrik ederim. 🍀
Sayın Batur, bir daha, bir daha okunası yazınız için teşekkürler size! Seçici Kurul' a da...
Çok güzel betimlemeler var edebiyat dili harika yazarımızın ve ne denir tok açın halinden anlamaz yok ettiği bir can bile olsa Kutlarım Enver bey