Batsın Böyle Medeniyet

Maç yayını bitince kahvehane boşalmıştı. Hazır gelmişken bir parti tavla oynayalım bari dedik.

Bir ara arkadaşımın telefonuna bir süre önce yurtdışına okumaya gitmiş bir arkadaşımızdan mesaj geldi. Birkaç fotoğraf göndermiş. Arkadaşım bana da gösterdi, "Ulan medeniyetin gözünü seveyim. Herif dünyanın öbür ucundan anında şak diye fotoğraf gönderiyor" dedi.

Arkadaşım daha sözünü yeni bitirmişti ki yan tarafımızdan "Batsın böyle medeniyet!" diye bir homurtu duyuldu. Tavlaya oturduğumuzda masasında tek başına çayını okuyup gazetesini yudumlayan (bu cümlede bir terslik var gibi geldi bana ama) Amca'dan gelmişti bu ummadığımız tepki. "Bakmayın öyle," dedi, "İşlerim battı bu hayran olduğunuz medeniyet yüzünden!"

Baktık ki Amca bizimle sohbete, birşeyler anlatmaya teşne, kapattık tavlayı. Birer çayda bize söyledikten başladı anlatmaya:

"Benim mesleğim tamircilikti çocuklar. Daktilo tamirciliği. Baba mesleği. Sağolsun rahmetli zamanında açmış dükkanı, ölmüş adama da sağolsun dedim ya, neyse, ne diyordum, ha, iyi bir yerde açmış hem de. Ulus'un Rüzgarlı Sokağı'nı bilir misiniz? Orda işte. Rüzgarlı demek o zamanlar Ankara'nın Bab-ı Ali'si demek. Gazeteciliğin merkezi yani. İstanbul gazetelerinin Ankara temsilcilikleri, Ankara'da çıkan gazetelerin merkez büroları hep burda. Çevre avukatlık büroları, noter dolu. Bilmem hatırlar mısınız, eskiden Adliye de Ulus'taydı. Bütün bu saydığım işyerlerinde en çok kullanılan şey ne? Daktilo. Rahmetliyle ben her tür, her marka daktilo tamir ediyoruz. Dükkanı sabah erkenden açıyoruz, akşam karanlığına kadar bir dakika boş vaktimiz olmuyor. Bir süre sonra babam hakkın rahmetine kavuşunca tek başıma işlere yetişemez oldum. Yanıma bir genç alıp yetiştirmeye başladım. Bu arada boş durmadım, evlendim, evlat sahibi oldum.

Gel zaman git zaman dükkana eskisi kadar iş gelmemeye başladı. Bir süre sonra haftada bir kaç iş ancak görür olduk. Bilgisayarların yaygınlaşmaya başladığı zamanlardı tam. Millet daktilo makinelerini atıp işlerini bilgisayarla yapmaya başlamıştı. Evin giderleri, dükkanın kirası, yardımcımın maaşı vesaire derken bu işi daha fazla yürütmenin mümkünatı kalmadığını acı bir şekilde anladım. Babamın senelerce geçindiği, üç çocuk büyüttüğü, sayesinde başını sokacak bir ev sahibi olduğu meslek artık benim karnımı bile doyurmaz olmuştu.

Ben birgün yeni boksu boksu düşünürken yardımcım "Usta gel dükkanı fotoğraf stüdyosuna çevirelim" dedi. "Ulan oğlum ne anlarım ben fotoğrafçılıktan" dediysem de "Ben anlıyorum, askerde tugayın fotoğrafçısıydım ben" diye cevap verdi.

Aklım yattı. Yatmasa ne fayda, başka çarem mi kalmış! Elde kalan üç beş kuruş ve borç harç bulduğumuz meblağla dükkanı fotoğraf stüdyosuna dönüştürdük.

İşlerimiz gayet iyiydi. Çocuk gerçekten de işten anlıyordu. Kısa zamanda kendimizi toparladık, borçlarımızı ödedik. Vesikalıktan tut da düğün dernek işlerine kadar her yere yetişiyorduk. Uyanık çırak, gerçi bu yeni işimizde ben onun çırağı olmuştum, birkaç tane de çevredeki okullardan bağladı. Öğrenci vesikalıkları, yıllık fotoğrafları filan...

Birkaç yıl her şey iyi gitti. Bir süre sonra bu sefer de dijital fotoğraf makineleri piyasaya çıktı. Millet artık film kullanmaz, fotoğraf tab ettirmez oldu. Herkesin elinde bir dijital makine. Yalnız makine olsa yine iyi, üstüne üstlük bir de cep telefonlarına fotoğraf çekme özelliği koymazlar mı! Millet cebinde fotoğraf makinesiyle gezer oldu. Olur olmadık yerde çatır çatur çekip bilgisayarla birbirlerine gönderiyorlar.

Biz yeni döndük mü eski günlere.

Bu arada çocuklar büyüdü de elleri ekmek tutar oldu Allahtan. Birgün sigortamı hesaplattım. Baktım emekli olmaya hak kazanmışım. Verdim dilekçemi, emekli oldum. Çoçuklarda destek oluyorlar sağolsunlar, kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyoruz. Yok, yok, dükkanı kapamadım. Yardımcıma devrettim. O da dönerciye çevirdi, geçinip gidiyor."

14 Mart 2013 3-4 dakika 13 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Gün geçtikçe ve teknoloji ilerledikçe, eski aletler, öyküde de konu edildiği üzere bir bir ya ortadan kalkıyor ya da kalkmaya yüz tutuyor. Dolayısı ile o mesleği icra edenlerde ya bırakıyor ya da iş değiştirmek zorunda kalıyor. Hazin bir durum gerçekten hikaye bunu gayet ironik bir biçimde işlemiş. Çok değil otuz kırk yıl önceye gidin bakın. Hani nerede bileyiciler, kalaycılar, sokak sütçüleri. Hepsi birer birer sahneden çekilip tarihin tozlu sayfalarında ki yerlerini alıyorlar. Daktilonun yerini bilgisayar klavyesi, fotoğrafçının yerini kendi makinesi ile fotoğraf çekenler, normal telefonun yerini cep telefonları, daha bir sürü alet edevat. İnsanlık son sürat teknolojinin nerede ise kölesi olacak duruma geliyor. Çocuklarımız oyunları unuttular bilgisayar başından kalkmıyorlar. Çok hazin bir durum. Öykü dikkat çekici. Kutlarım Mehmet bey ilgi ile takip ediyorum öykülerinizi...🤐