Bayram

1972 model, bordo, kırmızı, içi siyah renk bir reno. Arka koltuğuna oturup köprüyü geçiyorum. Bana başka bir dünya gibi o deniz. Kıyısındaki evler, yalılar. Kullanan kişi, dudak kenarından gülümsüyor. Hayranlıkla bakıyorum direksiyondaki adama. Araba kıvrılarak üst kısımları yuvarlak yuvarlak pencereli, büyük bir duvarın altından geçerek sağa dönüyor. Yavaşça ilerleyip sola dönerek yokuştan aşağı iniyor. Solda kuruyemişçi var. Eski dükkânlar da sıralanmış yol boyu ama gözüm yemişçideki ters ters dizilmiş elma şekerlerine takılıyor. Araba hızla geçince görüntüyü kaçırmamak için kafamı çeviriyorum. Oradalar hala... Yokuşun ortasından tekrar sola dönüyor reno. Uzun bir sokak. Sağlı sollu hep bitişik evler. Taş cepheleri, pencereleri birbirine benziyor. Yolun ucunda, bittiği yerde yuvarlak bir kaide içinde uzun kule gibi bir şey var. Bu ne diye soruyorum şoför koltuğundaki adama. Dönüp gülümsüyor. Kız Taşı o diyor. Burası da Sarıgüzel Caddesi. Yazıyorum aklıma. Sonraki zamanlarımda ne zaman işim Fatih'e düşse yolumu çevirip buradan geçiyorum. Aynı haliyle duruyor bugün. Arabanın ön iki kapısı ve arka kapıları açılıyor. Hafif tombul hanım dikkatlice kapımı tutuyor. İniyorum. Koşup adamın elinden tutuyorum. Sımsıkı kavrıyor elimi. Güven veriyor. Renoyu park ettiğimiz evin üst zillerinden birini çalıyor. Merdivenler eski. Döne döne çıkıyoruz. Yoruluyorum. Beni kucağına alıp çıkıyor. Kapıyı üç güzel insan açıyor. Yuvarlak suratlı, sert ama şefkatli bakışlarıyla büyük bir adam ve yine sert ama gülerek karşılayan büyük iki kadın. Eğilerek öpüyorlar beni. Ben de ellerini. İçeri girince salondaki beyaz buzdolabı dikkatimi çekiyor. Sonra her yerini kurcalıyorum evin. Burası yabancı bir ev değil. İçeri gidince odalardan birinin kapısını kilitli buluyorum. Ama şirinlik yapınca her zaman açılıyor benim için. Çok düzenlidir içerisi ama ben karıştırabilirim çekmecelerini, dolaplarını, sayısız sorular sorabilirim cevaplayacak. Yan oda genç bir beyin. Delikanlı. Daha ilginç şeyler bulunur odasında kurcalayacak. Başka gelecekler de var. Sofra hazırlanmış. Kapı çalıyor. Geliyorlar. Kalabalıklasıyor içerisi. Arka balkon evin ön cephesine hiç benzemiyor. Büyük bir bahçe var, müştemilat var. Kömürlükler var. Üç çocuğuz artık. Aşağı iniyoruz. Bahçe az yeşillikli ama oyun oynanabilir cinsten. Harçlıklarımız cebimizde. Büyük abi elimizden tutarak bizi kırtasiyeciye götürüyor. Elimde üzerinde eli çenesinde Atatürk resmi olan 2.5 liralardan var. Tezgâh üzerinde bir kaç küçük araba. Arka motor kısmı gözüken bir yarış arabası seçiyorum. Ama aklım elma şekerlerinde. Diğerleri de birer tane. Parasını verip heyecanla eve dönüyoruz. Elim cebimde, cebimdeki arabayı sımsıkı tutuyorum düşmesin diye. Ev kalabalık herkes sofraya oturmuş. Gülüyor, konuşuyor. Arabaları gösteriyoruz hepsine. Yemek bahane bize. Halının kenarlarını yol, bulduğumuz dört köşe şeyleri, küllükleri benzinci yapıp yerlerde oynuyoruz. Aklımda kalan güzel bir şeyler. Karanlık oluyor. Uyandım...
O yaşlı insanlar artık yok. Güzel yüzleriyle sonsuzluğa gitmişler. Elimi tutan adam da yok...
Bayramdı o zaman, şimdi de bayram.

18 Aralık 2017 3-4 dakika 2 öyküsü var.
Yorumlar