Bazı Anılar Derin Kazınır Beyinlere
Meslek hayatımın sekizinci yılıydı. Büyük bir kliniğin psikiyatri bölümünde hemşire olarak çalışıyordum. Bulunduğum bölümde, tedavisi mümkün olmayan ve artık burada kalıcı olan ağır hastalar yaşardı.
Yaşadığımız eleman yetersizliğinden kaynaklı bir gerçek vardı kliniğimizde. Maalesef tüm her vardiyada işi iki kişi halletmemiz gerekiyordu. Hastalarımızı uyandırıp yataktan kaldırmak, banyoya götürmek, banyolarını yaptırıp giydirmek ve kahvaltı salonuna götürmek için toplam bir saatimiz vardı sadece.
Her gün, zor da olsa bu maratonu başarmak zorundaydık.
Sonrasında kahvaltıyı kendimiz hazırlar kişilerin ihtiyacına göre verirdik. Bazıları kendisi yiyebilir; birkaç kişiye de bizim yedirmemiz gerekirdi.
Saat altı buçukta başlayan işimizi, saat sekize kadar hazırlanan kahvaltıyla bitirip ilk bölümü atlatmış olurduk. Sonrasında yine rutin işler... Yatakları düzeltmek, etrafı toparlamak, hastaların isteklerini yerine getirip öğlen verilecek ilaçları hazırlamak gibi...
İşimi, zor olsa da severek yapıyordum. Hastalar, aileleri uzakta olduklarından veya onları hiç sormadıklarından bizi iyice benimsemişlerdi ve saygı duyarlardı.
Bir gün yeni birini getirdiler bizim bölüme. Yaklaşık bir doksan boylarda, konuşması düzgün; hatta yabancı dil bilen biri... Pek anlam veremedik bu hastanın bizim bölüme getirilmesine; fakat itiraz edebilme gibi bir hakka da sahip değildik.
Hayat hikâyesini okuyunca hepimiz endişelendik. Diğer hastalarımıza hiç benzemiyordu. Bizde manik depresif yani bipolar bozukluğu; ağır ruh ve akıl hastası olanlar, yani şizofrenler; down sendromlu yani bir kromozom fazlasına sahip olan zihinsel ve bedensel engelliler yaşardı. Oysa bu adam pedofili, yani çocuklara cinsel duygular besleyen biriydi ve bu durum, hepimizde ona karşı büyük bir tepki oluşturmuştu.
Hepimizin çocukları vardı. Birinin onlara zarar verebileceğini düşünmek dahi tüylerimizi ürpertiyordu doğal olarak. Belki çok profesyonel bir tavır değildi kapıldığım negatif düşünceler; ama elimde değildi. Gizlemeye, hissettirmemeye çalışsam da azalmıyordu içimdeki kaygılar.
Eli ayağı düzgün olsa da, verilen ilaçlar oldukça ağırlaştırmıştı adamı. Ona da artık öbür hastalarımıza gösterdiğimiz ilginin aynısını vermek zorundaydık.
Elimde değildi... Adama karşı büyük bir soğukluk, iticilik yerleşmişti ilk gördüğüm andan itibaren. Beni sevmediğini belli etmese de, bana karşı bakışlarındaki nefreti okumak zor değildi.
Zor bile olsa duygularıma yenilmemeli, buna izin vermemeliydim. Ne de olsa çalışma hayatımın bir gerçeğiydi artık bu adam.
Alışkındık aslında, hastalarımızın zaman zaman kriz geçirip akıl almaz hareketlerde bulunmalarına. Tedbiri elden bırakmazdık normalde...
Her birimiz havada uçan bıçaklara, fırlatılan eşya veya ani çıkan kavgalara, saç saça baş başa olmalara rastlıyorduk arada ve şaşırmıyorduk artık öyle durumlara. Bıçakları kilitli tutar, birbiriyle anlaşamayan hastaları mümkün olduğu kadar birbirinden uzak tutmaya çalışırdık.
Bir pazartesiydi. Hayatımın sonuna dek unutamayacağım bir gün... Sabahçıydım yine. İş arkadaşımla hastalarımızın odalarına gidip onları uyandırıyorduk. O adamın odasına girdiğimde, yerdeki sıvıyı fark ettim. Oda felaket kötü kokuyordu. Adama seslenip banyoya gelmesini söyledimse de, cevap vermeden sessizce beni izlemeye devam etti. Öfkelenmiştim aslında. Tuvalete gitmemesi, bizi sinirlendirmek içindi. Bundan emindim.
Banyo yaptırma sırası benimdi o gün. Hastalarımızın banyosunu yaptırıyordum, arkadaşım da dışarda giydiriyordu onları.
O adamın yıkanma sırası gelmişti. Hiç tepki vermeden ona gereken malzemeleri uzattım; saçını yıkamasını söyledim. Adam yıkandıktan sonra birden üzerime yürüyüp boğazıma sarıldı. Hiç beklemediğim bir saldırıydı bu. Refleks halinde ellerini tutup itmeğe çalıştım. Büyük bir şok yaşıyordum. Kulaklarım sağır edercesine bir yankıyla doldu. Ruhumun çığlıkları duyuramıyorlardı kendini ses tellerime. Kendi sesim, terk etmişti paniğin esir aldığı bedenimi.
Bağırmayı denedim; fakat sesimi kontrol edemiyordum hala. Her şey kaybolmuştu. Düşünemiyordum hiçbir şeyi. Sanki sağırlaşmış, hatta pamuklarla sarılmış gibiydi ses tellerim. Kulaklarımda sadece, odada çalışan fön makinesinin sesi vardı. Bu durumda arkadaşımın duyup yardıma gelmesi mucize idi...
O bir doksanlık boyuyla, beni boğmaya çalışan adamla mücadelem ne kadar sürdü; hiç bilmiyorum. Arkadaşım Hızır gibi imdadıma yetişmişti. Ben önden adamı yiterken, o arkadan onu çekip benden uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Sonunda başarmıştık. Adam ellerini indirip pes etmişti. Üzerimdeki şoku atlatamıyordum hala. Arkadaşım 'Bırak işi; git dinlen!' dediyse de, bu mümkün değildi.
Arkadaşıma, banyoya girip diğer hastalarla ilgilenmesini söyledim. Sonrasında adama yöneldim. Giysilerini gözlerine sakince bakarak giydirdim. İçimde kopan fırtınaya yenik düşemezdim. Yaşadığım olayın korkusuna asla yenilemezdim. Çalışma hayatımın sonu olabilirdi aksi halde.
Ayağındaki bir morluğu işaret ederek, 'Bunu sen yaptın' dedi adam. O korku dolu anlarda ayağına vurmuşum. Hiç farkında değildim.
Özür bekliyordu benden belli ki. Adamın gözüne dikkatle bakarak, mümkün olduğu kadar sakin bir sesle; 'Bir daha bana dokunursan daha kötü vururum sana' dedim.
O adam, bana asla dokunmadı bir daha...