Bekle Sevdiğim Geliyorum

Adam yorgundu, yılların yorgunu. Vazgeçmişti yaşamdan, öyle sanıyordu. O sabaha kadar...

İlk kez sevda ıslıklarını savuruyor, ben de sen kadar seviyorum derken haykırıyordu. Oysa sevda adına neler yazıp neler yaşamıştı. Bu zamana kadar adını aşk koyduğu imgeler karanlıkta kaybolurken, gerçek sevgi yükselmeye başlamıştı güneşe doğru...

İlk diyordu, son diyordu. Gözlerindeki ıslaklığı yüreğine akıtarak yaşıyordu. Adam hiç yaşamadığı aşkı, bir eylül sabahında bulmuştu.

Kır bahçesinde buluştular. İlk bakışlar titrek sözcükler... Birden adam kaçıp gitmek istedi. İmkansız bir var oluşun gerçeğiydi karşısındaki. Oysa hayatına çok kadın girmişti, öyle kadınlar tanımıştı ki, taparcasına sevilmişti. Ama eksikti...
Hani ayakkabı ayağınızı sıkar da, yakışıyor diye giyersiniz ya...İşte öyle bir şey... bir kaç gömlek fazla, ulaşamayacağı bir şaheser...

Adam korktu, sindi, titredi... Kadın başkaydı. Benzetemediği diğer kadınlardan daha güzel daha zekiydi. İçinden olmaz diyordu, bu kadın beni sevemez... Aşık olmuştu. Uçurumdan düşerken tutunacak dal bulamayan varlıktan farksızdı. Ona göre ağabey, amca, babaydı. Suskun kaldığı zamanlarda kadının gözlerinde saklandı...
Günler haftaları, haftalar ayları eskitmişti. Her gün birlikte sevgi dolu mutluluklarını sindirerek yaşıyorlardı. Hiç böylesine yıldızlar süzülmemişti içlerinden, böylesine sevda nehirleri akmamıştı... Adam kadına, kadın adama aşıktı...

İlk yaz akşamı deniz kenarındaki çay bahçesinde buluştular. Gözlerindeki yıldızları sunarlarken birbirlerine, altın taneli kumsalı okşayan dalgalarla martıların serenat yaptığı mütevazi akşamı sevgiyle paylaşacaklardı.

Adam o akşam kadını tanıyamamıştı. Durgundu, suskundu... Zoraki bir 'merhaba' sözcüğü bozdu suskunluğu. Kadın ara vermeden konuşmasına devam etti.
''Hiçbir şey söyleme. Böyle olmasını bende istemezdim. Eski eşim ve çocuklarıma dönüyorum. Şartlar bunu gerektiriyor. Bana istediğin kadar hakaret edebilirsin. Bu günden sonra görüşmeyeceğiz.''

Adam buz kesti... yutkundu... Hangi sözcüğü kullanacağını bilemedi... enkaz altında kalmış bedeninin acısını hissedemeyecek kadar tükenmişti. Kadın aniden kalktı ve buğulu gözlerini belli etmeden arabasına binip ayrıldı.

Adam saatlerce oturduğu sandalyeden kalkamadı. Dalgalar kayalara değil, yüreğine vuruyordu...
Gidişinin nedenini hala algılamış değildi. Telefonundaki rehberden aşkım yazılı ismi aradı. ''Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar arayın...'' Adam çıldırdı. Her arayışında aynı kadın aynı cümleyi tekrarlıyordu. Nedensiz olamazdı. Nedeni eski eşine dönüyor olması da değildi. Defalarca bu konuları konuşmuşlardı. Yerinden kalktı arabasına bindi, hız limitinin farkında dahi değildi. Bir kaç kez kırmızı ışık ihlali yaptı, sevdiği kadının oturduğu semt sokağının ortasına aracını bırakarak apartmanın merdivenlerini koşarcasına çıktı. Kapıyı dövercesine vuruyor, zili defalarca çalıyordu. Yan dairede oturan adamın sesi ile irkildi.

''Beyefendi onlar üç gün önce taşındılar. Evde kimse yok. Daire boş.''
''Nereye taşındıklarını biliyor musunuz?''
''Hiçbir şey söylemediler, sanırım başka bir şehre gittiler.''

Yaşam nasıl bir döngüydü? Gerçek ve yalan arasında neler yaşanıyordu? Bu kadar basit miydi 'seni seviyorum, bizi ancak ölüm ayırır' cümlesini haykırmak!

Adam şizofreni hastasından farksız bir yaşama başlamıştı. Onunla yaşadığı anılar adına, birlikte gittiği yerlere gidiyor, onunla konuşuyormuşçasına kendiyle konuşuyordu. Yaşamdan haz almıyor, tükenen umutlarının yoldaşlığında yaşama lanetler okuyordu.

Aradan üç ay geçmişti. İzbe evinde çek yatında uyuya kaldığı bir öğle vakti çalan telefonu ile irkildi;

''Efendim''

''Sevgi hanımın kızıyım. Sizinle görüşmek istiyorum. Telefonda anlatamam. Size vereceğim bir emanet var. Bizim sokağı biliyorsunuz. Oradaki köşem pastanesine gelir misiniz?''
Adam sessizlikte kaybolacak gibiydi. Sevgi, terk edip giden sevgilisiydi. Aceleyle giyindi, arabasına binerek randevulaştığı pastaneye geldi. Heyecandan bedeninin her zerresi titriyordu. Pastanede dip masada oturan genç kızdan başka kimse yoktu. Kızı annesine çok benziyordu. Korkak adımlarla kızın yanına gitti. Tokalaştı, sandalyeyi çekip oturdu. Genç kız çantasından çıkardığı mektubu adama uzatarak;

''Annem size vermemi söyledi, vasiyeti...''

Adam yırtarcasına zarfı açtı, okumaya başladı;

''Sevgilim lütfen beni affet. Sana söyleyemedim, söyleyemezdim... Yaşamımda üzeceğim en son kişi sendin. Yaşadıklarımızın anısına bağışla beni... Sen bu mektubu okurken bedenim toprakla bütünleşmiş olacak. Emin ol ki, aldığım son nefesimde, görebildiğim en son hayalimde hep sen vardın... hep senindim... şimdi tek isteğim, hep mutlu olman ölene dek... Seni Seviyorum.''
Adamın gözyaşları yanaklarından süzülüp yüreğinde donuyordu. Hıçkırıkları kifayetsizliğin belirtisiydi. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Genç kız ''lütfen beni dinleyin size söyleyeceklerim var, sakin olun'' dedi.

''Annem sizinle son görüşmesinden bir gün önce tahlillerini yaptırmıştı. Kansere yakalandığını yaşamının son anları olduğunu biliyordu. Ne yazık ki son evredeydi ve tedavisi mümkün değildi. Yine de hastaneye yatırdık. Tedavi gördüğü süreçte bana hep sizi anlattı. Gerçekten de sizi çok sevmiş. Bu mektubu hastaneye yatırdığımız gün yazdı. Öldükten sonra size vermemi istedi.''
Adamın gözlerinden kan akıyordu. Yutkunuşlarında boğulacak gibi oluyor, isyankar sözcükleri ardarda sıralıyordu. Kaç kez keşke demişti...Keşke onun yerine ben ölseydim... Keşke ona canımı verebilseydim...

''Beni mezarına götürebilir misin kızım?''

''Aile mezarlığı J-19, ben gelemeyeceğim.''

Genç kızla vedalaşıp, koşar adım arabasına bindi. Mezarına geldiğinde yaşadıkları anlar belleğinde belirdi, pişmanlığını haykırmak, o toprağa diri diri girmek istedi. Terk edilişinin nedenin böylesine sevilmek olması çok daha fazla yakıyordu canını... Saatlerce konuştu, af diledi...

Arabasına gidip, kalem kağıt alarak geri döndü. Ayak ucuna oturup yazmaya başladı, gözlerinden süzülen sicim gibi yaşlarla beraber...

hep sevdim seni
adam gibi
toprağın yağmuru
çiçeğin güneşi
gecenin yıldızı
aşığın sazı
denizin yazı
yüreğin hazı gibi
sana ait
her şeyi
adam gibi
bekle sevdiğim geliyorum...

Yazdıklarını küçük bir şişenin içine koydu, birkaç damla kana bürünmüş göz yaşı ile birlikte, kazdığı toprağa yerleştirdi... Bildiği tüm duaları okuyup son kez toprağı öptü, aracına bindi.

Duyguları alabora olmuştu...pişmanlık, kin, öfke, nefret her şey karışıktı.. bundan sonraki yaşamının anlamsızlığını düşündü... Nereye gideceğini bilemiyordu, bildiği ve düşünebildiği tek şey sevdiği kadının yanına gitmek olduğuydu... Hemzemin geçite yaklaştığında düşünceleri netleşmiş, ne yapacağına karar vermişti...Uzaktan yaklaşan trenin sesini duyduğunda, hiç olmadığı kadar huzur kaplamıştı bedenini...Rayların üzerinde bastı frene... Dudakları son kez kıpırdadı...

''bekle sevdiğim geliyorum...''

17 Haziran 2010 6-7 dakika 14 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (3)
  • 14 yıl önce

    çok büyük bir sevgi tüyler ürperten hazin bir son

    akıcı bir anlatım kutlarım yazarı

    saygılarımla

  • 8 yıl önce

    Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarızud83eudd20ud83eudd20

  • 8 yıl önce

    seçki kuruluna teşekkür ederim.şiirkolik ailesinde olmaktan mutluluk duyuyorum. Saygılarımla.