Beyrutlu Yasemin

Yıl: 2006 Bir anda başlayan savaş beni çok etkilemişti, sivilleri hedef alan savaş yakıyor, yıkıyordu. Sözlerle anlatılamayacak bir duyguydu bu. Gördüğüm katliamlar beni derinden üzmüştü. Atılan bombalar özellikle insanların yaşamanı etkileyecek şekilde tasarlanmıştı. Bu askeri vahşetin adı strateji olmuştu. Alışveriş mağazaları, yakıt depoları, elektrik santralleri ve su depolarını vuruyorlardı. Önemli yaşam kaynaklarını vurarak insanları ölüme mahkûm ediyorlardı. Ağlayan çocuklar ve annelerin çığlıkları kulaklarımı tırmalıyordu. Çocukların büyük oranda yara aldığı, telafisi olmayan derin ruh hastalıkları, görenleri üzüyordu. Sadece dua edebiliyorduk. Bir gece atılan bomba herkesi uykusunda vurmuştu, hiçbir iz yoktu insanlar olduğu yerde ölmüşlerdi. Araştırılınca misket bombası adında atom bombasına eşdeğerde bombayla koca bir şehri ve sonrasını yok edip geçmişti. Her zamanki gibi tarihin vampiri yine bir karanlık gecede çıkmış kan emmişti. Günlerce ağladım. Bir gece uykumda biri beni uyandırdı gözümü açtığımda bombalar yağıyordu gökyüzü kıpkızıl oluyordu. Abtest almak için kalktığımda elektrikler yoktu, el yordamıyla banyoya gittim, ibrikle apdes aldım. Seccademi serdim. İki rekât namaz kılıp, duayla secdeye varıp yalvarıp, yakaracaktım. Namaza durup secde ettim. Hala bombalar yağmaya devam ediyordu, sanki bağrımda sönüyordu. Subhaneke rab biyel ağla dedim, ayaklarıma buz gibi bir şeyler değdi. Bir baktım, zaferan çiçeklerinin renginde toprak, inci ve yakuttan çakıl taşları ayağımı öyle serinletti ki bir anda şaşırdım! Başımı çevirdim ki, bir kapı uzunluğu ve genişliği yüzyıllık yol genişliğindeydi. Kapı iki kanatlı tek parça sarı altındandı. Çeşitli renklerde cevherlerle işlenmiş ve nice nakış ile süslenmişti. Bir an yanımda bir şey belirdi! İnsandı ama beyazdan kanatları vardı; Hoş geldin Adem oğlu yasemin dedi. Ben sekiz cennetin bekçisi Rıdvan. Yolculuğuna eşlik edeceğim dedi. .Kapıdan içeri girdik, girmemiz zaman aldı ama mesafeleri hızlı kat ediyorduk. Cennetler kademe, kademe idi. En yükseği olan, Adın cennetindeydik. Mevla'nın görülme yeriydi burası. Bu Adn cenneti, surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek dağın üzerinde bulunan iç kale gibiydi. Bütün cennetlerin içinde ve ortasında olduğundan, hepsine komşu, şereflendirilmiş bir mekândı. Burası sıdıkların, hafızların makamıydı. Cennet kapısının üzerinde( LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH) yazıyordu. Diğer kapıların üzerinde LAİLAHE İLLALLAH DİYENE AZAP ETMEM yazıyordu. Kapıdan gelen ışıltı gözlerimi alıyordu, sonra alıştım. Yüksek binalar, bir tarafı altından, bir tarafı gümüştendi ve sıvası misk ve amberdendi. Saraylar terleyen incidendi. Köşkleri sarı yakuttandı. Sarayların ve köşklerin kapıları hep mücevherdendi. Her sarayın önünde dört nehir akıyordu. Nehirlerden biri abı hayat, biri halis süt, biri tertemiz şarap, biri saf baldı. Nehirlerin etrafı meyveli ağaçlarla baştan aşağı bezenmişti. Meyveleri harikaydı. Şaşkınlığım devam ediyordu, ama içimi kaplayan huzurun tanımını yapamıyorum. Kevser ırmağının yanındaydık bir oktan hızlı akıyordu, suyu hepsinden saf baldan tatlıydı. Rengi kardan beyaz. Kumu inciden üstündü. Nehrin genişliği üç yüz fersah genişliğindeydi. Renkli cevherlerden kâseler vardı, bende bir kâse aldım içtim
Bir daha susamadım. Damağımdan tadı hiç gitmedi. H.z Muhammet cehennem köprüsünü geçtik ten sonra, bu kâselerle cennete girmeden önce ümmetiyle Kevser şarabı içecekler dedi. Kevser nehrinin kenarlarında, terleyen inciden ve kırmızı yakuttan daha saf yüksek ağaçlar vardı ki, dalları çeşitli sedalarla nağme ediyorlardı. Dallar üzerinde cins, cins kuşlar değişik seslerle tespih ediyorlar. Yasemin hayretler içerisinde o eşsiz güzelliklere dalıp giderken Rıdvan; Kevser nehri sekiz cennetten geçer, cenneti firdevfse dökülür dedi. Cennet nehirlerinin biri, kâfur nehridir. Biri tensim nehri, biri sel sebil nehri, biri mühürlü rahik nehridir. Bu nehirlerden başka yüksek cennetler içinde nice bin akan nehirler vardır. Nice yüz bin meyveli ağaçlar var.
Cennetlikler için nice ipek döşekler gibi, nice bin göz alıcı elbiseler var. Biri diğerine benzemiyor. Çünkü cennetlikler ezberlediği kuran ayetleri adedince derecelere nail olacaklar..
Bir nehir kenarına oturduk. Yüksek ağaçların sarkan meyveleri, işaretle elimize geldi, çeşitli meyvelerle lezzetlendim. Her çeşit yiyecek ve içecek hazırdı. Zira cennette zahmet ve ateş yoktu.
Cennet ağaçlarının en büyüğü Tuba ağacı, kökü sidrede, dalları cennet sarayının içindeydi. A! kuranda adı geçen ağaç bu hayali gölgede kalır.
Rıdvan:
Tıpkı dünyada güneşin yukarıda bulunup, ışığı bütün evlere girdiği gibi. Tuba'nın aslı cennetin yukarısında olan sidrede bulunup, sayısız cennet saraylarına inmiştir.
Bende taddım. Bu güzel mekân özel hazırlanış harika bir diyardı, bir giren çıkmazdı buradan. Yolculuğumuz devam ediyordu. Birbirinden farklı, birbirinden güzel, farklı renklerde döşeklerle süslü saraylarda ve şatolarda, yastıklar üzerinde amber saçlı, hilal kaşlı, kara gözlü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu, gülden taze taravetli huri kızları vardı. Bunlar cennetliklerin temiz eşleriydi. Her biri yetmiş kat elbiseydi, bunlar incecik ve zarafetlerinden dolayı birbirini gizlemeyip, altındaki elbiselerin renkleri pırıl pırıl olup, üstekilerin renkleriyle karışarak ortaya çıkıyordu. Giyinmişti. Gözlerim kamaşıyor dedim, bir bakan bir daha bakar o kadar güzeller. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafif. Her hurinin taravetli teni cam gibi şeffaftı. Başlarında nur renkleriyle ışıldayan taçlar vardı. Ebediyyen saadet vardı burada.
Rahmanın melekleri geliyor dediler, mücevherlerle donatılmış Buraklar geldi. Hakta ala'nın selam ve davetini ettiler, müjdelediler.Burak'lara binip Hakta alanın misafir hanesine varıp ikram ve izzetlerini görüp, çeşitli nimetlerini yiyip, selam ve kelamını işitip, Hakkın cemalini gözlerimizle müşahede edip oradan hakkın izniyle kendi makamımıza döndük.
Her an arşın nuru cenneti ışıklandırıyordu. Cennetlerin: gökyüzü Rahmanın arşıydı.
Yasemin başını çevirdiğinde birde ne görsün sevdiği savaşta ölen insanlar hep ordaydılar.
Rıdvan'a:
Sordu bunun hikmeti nedir?
Rıdvan:
Burası şehitlerin makamı der.
Yasemin gözleri doldu.
Uzaktan cennetliklerin, bakıpta gıpta edecekleri bir mekândı burası. Zebercetten yetmiş bin saraylardan birisinde sevdiklerimle döşeklerin üzerinde oturmuşuz. Yetmiş bin huri, hurilerin önünde altından sinide cevherden yetmiş bin tabak vardı, bize ikramda bulunuyor-
lardı bizde yiyorduk. Yediklerimiz misk olup vücudumuzdan ter olarak dökülüyordu. Sarayların altından dört nehir akıyordu. Her bir nehrin kenarında yetmiş bin ağaç vardı. Çocuklar doyasıya nehirlerden süt ve bal içiyorlar, oradan da ağaçlık alana gidiyorduk her türlü yemişlerden lezzetlendik.
Bulunduğumuz yerden bütün cennetleri görebiliyorduk.
Rıdvan:
Yolculuğumuz buraya kadar dedi, cennete hoş geldin.

27 Şubat 2009 6-7 dakika 46 öyküsü var.
Yorumlar