Bir Alt Geçit Kabusu
Kahretsin... Son vapuru da kaçırmıştı işte. Oysa işten tam vaktinde çıkmıştı. Ah be Aylin... Aylin, ayak üstü onu feci oyalamıştı tabii. O da fark etmemişti. Havadan sudan açılan konular Suat'a kadar gelmişti nihayetinde. Aylin neden anlamak istemiyordu. Suat ile boşanmıştı Tülay-Suat üzgünmüşmüş, köpek gibi pişmanmışmış- Bu iş bitmişti, Aylin'de ikna olmalıydı. Artık o yalnız bir kadındı. Ayakta duracak gücü vardı. Kadınların ayakta duracak gücü hep kalır. Annelik içgüdüsü belki de. Evliliğini kurtarmaya gayret etmişti gerçekten. Suat'ın kıskançlık krizleri bir yana, Tülay için yediği dayaklar çekilmez bir hal almıştı. Eğitimmiş... Şiddete yaslanmanın eğitimle filan ilgisi yoktu. Aciziyeti örtme yollarından, aşağılık komplekslerinden kaynaklanan bir olguydu şiddet.
Ah be Aylin... Şimdi, alt geçitten geçmek zorundaydı Tülay. Istanbul ıssızlık kisvesine bürünmüştü aniden. Bu şehrin bile yalnızlığa ihtiyacı vardı. Korkuyordu... Yalnızlıktan ve şu an geçmek zorunda olduğu altgeçitten. Korkuyordu fakat Suat'a dönemezdi köprüleri çoktan yakmıştı. Alt geçitten de geçmeliydi, eve dönmek zorundaydı. Eve, sığınağına. Özgün fikri; evlerin köşelerinin her birey için ayrı sığınaklar olmasıydı. Babasını anımsadı, babası hep balkonda, sokak lambalarının tuhaf yanılgıları altında otururdu. Annesi mutfakta kalmayı yeğlerdi. Bir uğraşısı olup olmaması mühim değildi. Saatlerce, ceviz ağacından imal mutfak masasına oturur öyle dalar giderdi. Ne düşünürlerdi? Annesi ile babası gerçekten aşık mıydı birbirlerine? Hah, aşk nedir zaten, peri tozları kadar gerçekçi bir his. Kendi aşıktı da ne olmuştu? Suat için neleri karşısına almıştı, neleri, kimleri? Değer miydi? Belki bir süre.
Ayın geniş çehresine doğru başını kaldırdı. Birisini bekliyordu, güvenilir birisini. Güvenmeye ihtiyacı vardı. Böylece onunla birlikte alt geçitten geçebilirlerdi. İnsan tanıdık, tanımadık bazen bir sığınak arar. Fakat gelen giden yoktu. Derin bir nefes aldı. Alt geçide inen merdivenlere yöneldi. Adımlarını Istanbul'un yitik ezgisine uydurdu anlamadan. Bir, iki, bir, iki... Mağrur bir kuğuya benzeyerek, merdivenlerden indi.
Loş alt geçit boydan boya kesilmiş bir dudak şeklinde sırıtıyordu. Belli bir süreyle yanıp sönen ışıklar zaten az olan cesaretini de kırıyordu Tülay'ın. Yine de ilerledi. Topuk sesleri çınlatıyordu ortalığı. Kimse yok gibiydi. Bütün dükkanlar kapalıydı. Yürümeyi sürdürdü. İğrenç tuvalet kokusu suratına çarptı. Öğürmemek için elini ağzına götürdü. Engeleyemedi. Buna rağmen kusmamıştı: "Az kaldı, yapabilirsin" çıkış yakındı. Az sonra bir otobüs bulacak ve evinin bulunduğu yakaya geçecekti. Işık... Işık yeniden cazip bir kimlik kazanmıştı.
Bir, iki, bu kez merdivenlere yaklaşırken aynı ritmi tutturdu. Aniden, altgeçit çıkışı büyük bir gürültüyle inledi. Dev bir kepenk çıkışı kapatmıştı. Hayır, paniklemeye vakti yoktu. Hayatında yeteri kadar paniklemişti. Neredeyse boşanmaya gücü bile kalmayacaktı bu panik duygusundan. Hemen geri döndü. Koşmaya başladı... Lanet topuklular. Ayakkabılarını çıkardı, çıkarır çıkarmaz gürültüyü duydu. Geldiği yön de kapanmıştı. Ara sıra yardım eden ışıklar ise tamamen sönmüştü. Zifiri... Kumral, bal rengi gözlü, orta boylu, Istanbul'a şiddetle aşık ve şiddetle nefret duyan Tülay karanlığa gömülmüştü...
Korku insanı çabuk ele geçirir. Korku insanı her an tutsak edebilir. Bir saniyelik güçsüzlük yeterlidir. Artık iyice korkuyordu. Tüm karabasanları başındaydı. Bu nedenle, altgeçit dükkanlarının tüm ışıkları canlandığında, tüm gürültüsü başladığında, bir şenlik havası, bir korku karnavalı oluştuğunda hemen ayırdına varamadı olanın bitenin. Çeşit çeşit hareketli oyuncaklar, giysiler, eşyalar, cisimler, nesneler ona karşı ince ince bir cinayet planı yapmıştı. Tülay ağlamaya başladığında bunun güçsüzlük belirtisi değil insani bir içgüdü olduğunu anlamlandıramadı.
Hafifçe doğruldu, siyah takım elbiseli bir adam usulca yürüyerek ona yaklaşıyordu. Şaşırmak yersizdi, şaşırmayı çoktan bırakmıştı. Gelenin Suat olduğunu anladığında bile şaşırmadı. Suat, uzun boylu, esmer, elmacık kemikleri çıkık, yakışıklı denilebilecek biriydi. İyice sokuldu yanına. İki elini ona doğru uzattı. Elleri ateştendi, gözleri ise olması gerektiği gibi mavi değil simsiyahtı. Tülay sonunda altgeçitte olan bitenin başından beri yapmak istediği şekilde uzun, katı bir çığlık attı. Saniye müddetince her şey dondu. Normale döndüğünde, Tülay'a yaklaşan, sallanıp duran biri vardı. Gençten bir çocuktu, onbeşini geçmezdi. Elinde yeşilin en pis halinden poşetini tutuyor, ara sıra nevalesinden medet umuyordu. Tülay bu defa korkmadı. Çocuk önünde durdu: " Abla iyi misin?" diye sordu boğuk bir sesle...
Tülay sözleri parçalanarak: "İyiyim..." dedi, çıkışa doğru yürümeye başladı. Çocukta Tülay'ın yanında onu korur vaziyette yürüdü. Tülay merdivenleri çıkarken son defa çocuğa baktı: "Bir şeyler yemek ister misin?" diye sordu içinde büyüyen, acıma, pişmanlık ve güven duygularıyla. Çocuk geçgin gözlerini Tülay'a dikti: "Yok abla, şehir ışıkları bedenimi yakıyor." dedi, alt geçidin karanlığına doğru kayboldu.
İlk okuduğumda ki dingin bir saatim değildi sadece korku olarak özetini çıkarmıştım öykünün.
O alt geçit Tülayın boşanma sonrası travmasını anlatıyordu..Yalnız bir kadın olmanın korkuları.. Ya geçemeseydi, geri mi dönerdi acaba kocasına. neyseki Atlattı Tülay Geçmiş olsun..
Konuya hakimiyet muhteşemdi.. Kardeşimin yazdığı her şey gibi..
Kutlarım