Bir Çocuğun Uçurtmasıdır Tellere Takılan
(( Bir vefadır selam verip hatır sormak,
Bir güzelliktir gül alıp gül sunmak,
Bir tebessümdür geçmişi anıp hatırlamak,
Bir özlemdir paylaşılan güzelliklere yol aramak. 'Alıntı' ))
Eski evimizin kapısına geldiğimde, kendime geldim. Yıllardır gelmediğim bu eve, neden ve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum! Belki çocukluğumdaki huzur ve mutluluktu beni çeken...
Aslan başlı tokmağı olan koca tahta kapı, eskisi gibi büyük görünmüyor artık. Yıllar, sanki ondan da bir şeyler götürmüş. Çocukluğumda her zaman delicesine çaldığım demir tokmağı, okşayarak tıklattığımda kapıyı annemin açmasını bekledim... Bir an boş evden, çocuk seslerinin geldiğini duydum. Kapının üzerindeki boşluğa saklanan anahtarı hatırladım. Elimi uzattığımda, koca anahtar her zamanki gibi yerindeydi. Kilidi açıp ,kapıyı yavaşça ittim. Çocukken zorlanarak açtığım kapıyı, yine zorlanarak açtım. Bu kez kapı büyük olduğu için değil, yılların unutulmuşluğundan dolayı zor açılmıştı.
Beni ilk karşılayan, bahçe girişindeki asma oldu. Yıllardır dokunulmadığı için, bütün girişi kaplamıştı. Yaz ve kış yeşil olan sarmaşıklar, asmayla sarmaş dolaş olmuşlar. Asma ve sarmaşıkların arasından kendime bir yol açıp, ön bahçeye doğru ilerledim. Balkonun altındaki dibek taşı, gözüme ilişti. Canım babaannem hep bu taşın yanında oturur, bulgur yapardı. Her gün bulgur yapmak için gelen komşularımızı büyük bir özenle ağırlardı. Şimdi her tarafını yosun sarmış yorgun dibek taşı, kimsesiz kalmış. Kulaklarımda hala babaannemin, 'Kara kızım, bana bakır kovayı getir hele ...' diyen sesi var.
Dibek taşına oturdum. Gözlerim, bahçenin öbür ucundaki, kırmızı topraktan yapılmış fırını aradı. Otların ve dalların arasından, yarısı yıkılmış bir şekilde,'Ben buradayım!' der gibi, bakıyordu... Babaannemin yaptığı mis gibi ekmek kokusuyla gözlerimi açtığımda, arkasından pişecek olan haşhaşlı poğaçalar aklıma gelince; soluğu fırının yanında alırdım. Poğaçalar piştiğinde sıcak sıcak, ağzım yana yana yerdim. Şimdi ne kendi yaptığım ne de hazır aldığım haşhaşlı poğaçalardan o lezzeti alamıyorum. Galiba poğaçaların lezzeti de o zamanlarda kaldı, her şey gibi...
Annemin, canı gibi baktığı yediveren güllerinin yerini, onun yokluğunu fırsat bilen yabani güller mesken tutmuşlar. Bahçeye ilk girdiğimizde rengârenk güller ve mis kokulu hanımeli karşılardı. Her şey gibi onlarda zamana yenik düşüp, yok olup gitmişler...
Bahçedeki ağaçlar, evin yalnızlığına inat, sarmaş dolaş olmuşlar. Arka bahçedeki küçük incir ağacı, şimdi yavrusunu korumak isteyen anne gibi, tüm bahçeyi kanatlarının altına almış... Sardunya tenekelerinin içinden artık yabani otlar güneşe gülümsüyor... Eski tulumba, yıllara meydan okuyan tek şey, dimdik ayakta duruyor. Giriş kapısının önündeki basamakları ağır ağır çıkarken arkama dönüp baktığımda, her köşesini bildiğim, yıllarca oyunlar oynadığım bahçe yoktu. Her şey hem tanıdık hem yabancıydı...
Yıllardır açılmayan kapıyı gıcırdatarak açıp içeri girdiğimde, bir ses duymak için kulak kabarttım ama duyduğum tek ses; heyecanla derinleşen kendi nefesimdi...
Sol taraftaki odanın kapısını açtım. Dedemin, her zaman bağdaş kurarak oturduğu sedir köşede duruyor. Dedemin yanında, büyük bir ciddiyetle oturur, anlattığı hikâyeleri dinlerdik. Anlattığı her hikâye de farklı bir ders vardı. Aynı hikâyeleri anlatmasına rağmen sıkılmadan dinler, her zamanki sorularımızı sorardık. O da hiç sıkılmadan tekrar cevaplardı. Hikâye sonunda, yanındaki kilitli dolapta sakladığı akide şekeri ve bisküvi arası lokumlardan verirdi. Hikâye arasında, 'Dede lokum var mı?" diye, sorduğumda anlatmasına devam eder, gözünü kırparak,' Var ' derdi. Güzel gelen hikâyeler miydi yoksa hikâye sonunda aldığımız şeker ve lokum mu hatırlamıyorum! Tek hatırladığım bu durumdan herkesin mutlu olduğu.
Sağ tarafta, hem oturduğumuz hem de mutfak olarak kullandığımız odaya bakıp, yer yer kırılmış merdivenleri yavaş adımlarla, tahta tırabzanları okşayarak üst kata çıktım.
Merdivenler bitip, iki oda ortasındaki hole gelince, gözüme ilk takılan içi boş kitaplık oldu. Babam, her yeni çıkan kitabı alır, okuduktan sonra özenle yerleştirirdi. Şehrin tek sahafı olan İnsancıl'a giderken beni de götürür, yol boyu kitap okumanın kıymetini anlatırdı. Bu yüzden şehrin tüm kitapçıları, özellikle eski kitap satan yerler benim sık sık ziyaret ettiğim yerler oldu...
Kırık olan balkon kapısına hızlı adımlarla ilerledim. Kapıyı açar açmaz karşıma, özgürce büyümüş olan dut ağacının dalları çıktı. Bir zamanlar, balkondan sarkar dedemin bastonu ile dallara vurup, dutları dökmeye çalışırdım. Evin boyunu geçen dut ağacı, sanki evde birilerini görmek ister gibi, dallarını balkon camlarına kadar uzatmış... Balkondaki tellere takılan uçurtmalar çocukluk özlemlerimi daha da büyüttü. Tüm çocukluğum bu eve saklanmıştı.
Evin ön cephesini kaplayan büyük balkonun, annemlerin yatak odasına bakan kısmında bir sedir vardı. Babam burada oturur sazını eline alır hem çalar hem söylerdi. Bazen yatak odasında işleriyle meşgul olan annem de türkülere eşlik ederdi. Babaannemle dibek taşının yanında otururken, babamın sazının sesini duyup yanına gitmek istediğimde, babaannem engel olurdu. Bu güzel ikiliye engel olacağımı düşünür,'Burada oturup dinleyelim,' derdi. Oysa ben, dinlemekten çok onların yüzlerindeki tebessümü ve gözlerindeki sevgiyi seyretmeyi severdim.
Aklıma annemlerin yatak odasındaki yüklük geldi ve oraya doğru yönelince ayağım, tabandaki kırık tahtanın içine girdi. Yüzümde bir gülümseme oluştu. Çocukken o odaya girmemiz yasaktı. Sanki bu yasağı deldiğim için cezalandırılmışım gibi hissettim. Odaya girdiğimde, yüklük dolabını açıp, içindeki saklı sandığın kapağını açtım ve ağabeylerime kızıp sakladığım misketler, yıllar sonra onları bulmuş olmamın mutluluğu ile bana bakıyorlardı. Misketleri sakladığımda annem yüklükteki yatak ve yorganları havalandırmak için kaldırmıştı. Sonradan, iki yaramaz ağabeyimin ortalığı dağıtmaması, birazda onları kızdırmak için misketleri sakladığım yeri söylememiştim ve bir süre sonra misketleri unutmuştuk.
Ne aradığımı bilmeden evin her köşesini gezmiştim. Misketleri bulduğumda, aradığımı bulduğumu düşündüm. Çalan telefonumda Kemal adını görünce mutlulukla açtım. Abim,'Zeynep neredesin güzelim, babamların eski evi vereceğimiz mütahhit yanımda. Buraya gelebilir misin?' dediğinde, söylediklerini duymamıştım. Ben yıllar önce sakladığım misketleri bulmuş olmamın heyecanı ile' Kemal abi, sakladığım misketleri buldum!' dedim. Gerçekten aradığımı bulmuş muydum? Bilmiyorum!
İNCİDAL
Ne güzel bir öykü.
Kutlarım İnci hanım...
bu öyküyü de okuduktan sonra kara verdim size hocam diye hitap edeceğim. tebrikler hocam yüreğinize sağlık.saygılarımla....
kalemin yorulmasın yüreğin üşümesin..
sevgim ve tebrıklerimle