Bir Hikayeyim Ben Geçmişten Kalan

Bir deniz düşünün; suskunluğuyla insanı etkileyen, tüm duygularıyla size seslenen.Bazen huzuru anlatan bazen öfkelenen, bazen hüzünlenen, bazen de gülümseyen bir denizi...Deniz dedik de ne kadar ortak yanımız var hislerimiz bile yakinen aynı denizle. Bir de dostları var bu denizin; laklakcı martılar, sımsıcak yüreğiyle günes, gezgin tekneler ve bir de ihtiyar yalılar ama dostlar bile bir süre sonra kopuyor birbirlerinden.

Benim denizle dostluğum 9 yaşımda baslar 10 yasımda son bulur. O hayal diyarlarından cok uzaklara, insanların hep sorular sordugu hep izledigi belki de art niyetler besledigi bir yere yerleştik. Burada ; tek gözlü korkunç devler, cinler, periler yoktu belki ama susturulması gereken gençler, ezilerek bir hale sokulmak istenen bir nesil...Size kendimi belki de hiç bilmedigim yanlarımı, suskun taraflarımı, benle aynı kaderde olanları anlatacagım...İsterseniz uyumadan önce masal havasında ya da gerçekleri konusan bir kalem olarak okuyun bu satırları...

Babam bir kamyon soförüydü. Çocuklugumdan beri sordugum bir soru vardı kendime, babam o kocaman kamyonu nasıl sürüyor? Babam bu kamyonu sürebiliyorsa özel bir güce sahip demektir o zaman. Babamın gizli bir yetenegi var, o bir süper kahraman gündüzleri kamyon sürer. Geceleri ise kostümünü giyer gizli silahlarını cıkarır, özel güçleriyle suçluları enseler. Hep merak etmiştim babamın yetenegini, marvellin kahramanları gibi özel bir gücü olmalıydı. Merak etsem de hiç soramadım çünkü; ben dokuz yasındayken dostum deniz öfkelenip babamı ve kamyonunu yuttu annemse babamın kanatlanıp uzak yerlere gittigini anlattı ama denize hiç kızmadı. Denizi affetmeye çalıstım ama neden? Soruları izin vermedi bana. Zaten affetme fikrini düşünmeden bu hayal diyarından karanlıklar ormanına gitmek için yola çıkmıstık ama bana anlatmamıstı kimse bu yolun çetin ve tehlikelerle dolu oldugunu.Yolumuzu kesen oldu, para isteyen oldu o, bu, şu derken sonucta karanlıklar ormanına ulastık. Anneme hiç sormadım neden buraya geldik diye, aklıma tam bu soru gelmişti ki annem anlatmaya basladı...

-Artık büyüdün küçük bir çocuk degilsin, baban öldü, maddi durumumuz yok. Babanın ailesinin yanına yerlesmemiz gerekiyor onlar ne derse desin susacak ve yerine getireceksin, eger onlara karsı çıkarsan karşında beni bulursun.Tamam dedim ne kadar kötü olabilirdi ki? Herkes bir sevinçle bizi karşıladı, gülümsemeler ilk başta mutlu ediciydi, bize hazırladıkları odayı gösterdiler. Benimle oynamak isteyen küçük bir çocuk vardı. Kuzen kelimesini ilk burda ögrenmiştim, onunla hava kararana kadar oynadık.Yengemin tiz sesi oyunumuzu tam ortasından delip gecti. Onun kurdugu kelimeler hala beni inceden korkutur. O aksam bize;
- Hadi akşam oldu, şeytanlar dağılır gelin! Yoksa sizi kaçırırlar dedigini hatırlıyorum. Aksam yemeginde yaşlı bir kadın misafirimiz vardı. Bakıslarını annemin üzerinden ayırmıyordu bir türlü, bir kaç kez soluklanıp konusmaya basladı:

-Bak evladım! Bunca yolu kat edip burlara kadar gelmişsin, gelmişsin gelmesine de senin boğazını hep burda tartamazlar bunların da evladı var işi var gücü var. Bir iş belki de eş bulmalısın, evladın da terbiye olmaz bir baba lazım basında.

Annemi hiç öyle görmemiştim önce kaşları çatıldı, sonra rengi attı elindeki kaşığı masaya vurup ;

-Hanım hanım! Lafını bil de konuş! Ne demek bunlar? Benim kızımın ahlakı tertemiz bizde sütü bozuk bulunmaz lakin kafan benim boğazıma takıldıysa merak etme yarın tarlada iş başı yapacagım, kapıya laf aramaya gelme! Şu küçüçük cocugu bile dedikodu malzemesi yaptın ya ne diyeyim sana!

Kadın:
-Eh sen bilin size de laf söylemeye gelmiyor hade iyi geceler size deyip aksayan bacağıyla ağır ağır kapıdan cıkap gitti.

Yaz tatili oldugundan okula gitmiyorduk. Dısarıda oyun oynamak dışında yapabilecegimiz bir sey de yoktu Küçük kuzenim elinde testiyle yanıma yaklaştı. Dikkat et kıracaksın! Demeye kalmadı testiyle beraber yere yapıştı. Testi kırıldı... Sesi duyan yengem koşa koşa bahçeye çıktı, bir bana bir de kızına baktı

- Kim yaptı Seher? Dedi.
- O yaptı o yaptı anne! Dedim kırarsın dinlemedi dedi kız ona.

Annesi elindeki süpürgeyi bana doğru savurdu o gün ilkez acı bir deneyimle tanıştım, adı dayaktı. Annem yorgun bitkin eve geldiğinde, evde bir lokma yenecek yemek yoktu...

Halam anneme,
- Eh misafirliğiniz artık bitti. Ben bütün gün temizlik ve küçüklerle uğraştım istersen yemekleri de sen yap! Dedi.

Annem ağır ağır kalkıp yemekleri hazırladı. O akşam amcam gelecekti, amcam ögretmendi, tayinini bu köye aldırmaya calsıyordu. Amcamı heyecanla beklerken küçük kuzenimin sesi geldi!
- Anne anne! Oyuncak bebeğim yok, nerede onu bulamıyorum?

Yengem hızla odaya dalıp,
- Kızımın bebeğini gördünüz mü? diye bağırdı.
- Biz nerden bilelim Latife! Dedi, annem.
Küçük kız,
- Anne! Bugün testiyi kırdı, bebegimi de çalmıstır! Dedi.

Yengem o an öyle sinsi bir surat ifadesiyle odaya girdi ki o anı hiç unutamıyorum. Odadan, eliyle koymus gibi bulduğu bebeği getiren yengem, anneme doğru yürüdü. Annem öfkeden yine sararmıştı, o anda büyük bir kavga baslayacaktı ki kapı hızla çaldı. Yengem o tavrıyla kapıya yöneldi, kapıda amcam vardı. Elinde bir sürü poşetle içeri girdi .

-Gel Sema! Bak sana neler aldım ben! Dedi gülümseyerek, hep gülümserdi...

Babamdan bile çok büyük bir heyecanla, amcama koştum. Elinde renkli renkli kitaplar vardı. O gün sabaha kadar amcamın aldığı bütün kitapları okuyup bitirdim. Hepsinde benden bir parça vardı sanki, hissedebiliyordum. Zamanla, amcamla kasabaya iner, çesitli konularda kitap alışverişi yapar olmustuk.

"Aklımda hep kelimeler dolaşıyor, kağıda dökülmeye çalışıyor..."


Ben de uğrasmaya karar verdim, günlüğüm de vardı her gün yazardım bir de şiir defterim vardı. Dünyadan kopmuştum derste, dersi dinlemez sürekli bir seyler yazardım. Öğretmenler ilk başta bu duruma karışıyor, notların düşer diyorlardı ama ben dinlemedim, sınavlar yaklaşınca herkesten yüksek notu alır oldum ta ki ; o gelene kadar adı Mustafa ' ydı...Onunla yarışıyorduk, en çok soruyu ya o çözüyordu ya da ben. Sonunda öğretmen ikimiz için de lise müfradatından bir soru yazdı tahtaya, ben bütün işlemi tamamladıktan sonra öğretmenim bakıp, Mustafa sen de getir! Dedi ve ikimize bakıp bu başarıyla ikiniz de burda harcanıyorsunuz. Bu gayretinizle ikinizi de fen lisesinde görmek istiyorum dedi... Mustafa öğretmenimize bakıp, inşallah öğretmenim hem de aynı liseye.
- Peki sorunun cevabı nedir kim dogru yapmıs?
- Sen yapmışsın Mustafa dedi öğretmenimiz, gülümseyen bir tavırla...

Ben ise sinirden oturup ağladım ders çıkısı Mustafa yanıma geldi.
- Ağlarken çok tatlı oluyorsun, aslında yanına gelmezdim de şiirini düşürmüşsün baban için yazdığın. Bu şiir gerçekten cok hoş olmus, eğer hep böyle yazıyorsan bana okutur musun yazdıklarını? dedi...

- Neden, neden aynı lise ha? hırsa bak! dedim sinirle.
- Bu hırs değil seninle arkadaş olmayı seviyorum ve şiirlerini merak etmemin sebebi, Türkiye geneli bir şiir yarışması var. Okula bugün asıldı, sen yeteneklisin ve kazanmayı hakediyorsun. Bence denemelisin, belki bir gün yazar bile olursun.

Yazar kelimesi içimdeki ince bam telime dokunmuştu, Mustafa ilk kez bu kadar düşünceliydi ve ilk kez dışarıdan birisi beni düşünüyordu.

- Tamam, olur! Dedim...

- Ertesi günü kırka yakın şiirimi Mustafay 'la gözden gecirdik. Mustafa şiirlerin serbest konulu oldugunu söyledi ve babam şiirinde ısrar etti onu kırmak istemedim, şiiri birlikte postaladık. Mustafa o gün tuhaftı, bir sey anlatmak ister gibi bir hali vardı ama sanki dili varmıyordu.

- Mustafa! Sorun ne anlat bana, bak yanındayım senin! Dedim.

Mustafa yine o komik bakışııyla baktı bana, cebinden bir kagıt çıkarttı.
- Bu senin için, dünyada tek şiir yazan sen degilsin! Dedi. Kagıdı büyük bir heyecanla açıp okudum.
Mustafa 'ya bakıp,
- Sen ciddi misin? Bunca zaman bu hislerini benden sakladın?

Mustafa mahçup ve mahsun bir bakışla,
- Peki karsılığı var mı tarafından? Dedi.
- Sanırım evet! Dedim. Mustafa bana bakıp gülümsedi ve yarın orta öğretime veda ediyoruz, sınav sonuçları yarın açıklanıyor, yarışma da önümüzdeki aya belli oluyor, haydi hayırlsı! Dedi...

O akşam heyecandan, ertesi günü amcamla sınav sonuçlarına baktık. Fen lisesine girme ihtimalim çok yüksekti, hemen telefona sarıldım Mustafa 'yı aradım. Mustafa 'yla aynı puana aldığımızı öğrendim ve bize yakın olan, şehirdeki fen lisesine başvuruda bulunduk. Ogün yengem eve yaşlıları topladı ve beni çağırdı.
- Bu kızın yaşı geldi, evlendirelim okulu da bitti zaten, hayırlısyla aklımızda birileri de var zaten.
Ben büyük bir öfkeyle,
- Ama ben fen lisesinde okumaya gideceğim, amcamla kayıtları bile yaptırdık! Dedim ve odadan çıktım.
Annemle, amcam konuşup yengemi ikna ettiler ve yatılı okula gönderildim. Ama benim bilmediğim şeyler vardı, annemin geçmişte tedaviyle yok ettigini düşündüğü ancak tekrar eden bir hastalığı vardı. Adı insanın ruhunu üşütüyordu. Annem kanser hastsıydı ama gecmişti, biz öyle biliyorduk. Çalısmak ve beslenme yetersizliği hastalığın tekrarlanmasına neden olmuştu.

Gec kalındığından dönüş yoktu, annemi en son gördüğümde hasta yatağında ellerimi sımsıkı tutmuş,
- Seni seviyorum kızım, ben uzaklara gidiyorum ama hep seni izleyeceğim. Bunu unutma ona göre davran hep doğru olanı yap ve sakın ağlama ben gidince o zaman cok üzülürüm! Dedi...

Annemin cenazesinden sonra afallamıştım, yengem durumumuz yok, yok diyor amcam yurt dışına gitme planları kuruyor ve sonuçta gidiyor yengemse üstüme gelip duruyordu. Dayanamdım bir akşam eşyalarımı topladım otobüs durağına doğru yürümeye basladım. Gece beni korkutuyordu sanki biri beni takip ediyordu, arkamı döndüğümde biri bana dogru koşmaya başladı.
- Sema dur! Diyordu ben de durdum, hem korkuyor hem de üşüyordum gelen kişi içimi rahatlatmıştı.
- Bu saatte ne yapıyorsun burda? Dedi Mustafa.
- Mustafa, amcam gittiğinden beri yengem çok kötü davranıyor, ben gidiyorum. Hem haftaya okul var gitmem gerek yoksa okul hayatım bitecek.
- Hayır gitmiyorsun! Bu akşam burda bizim evde kalıyorsun yarın da bizimle okula gidiyorsun.
Ben gitmeye zorladıkça o da kollarımı tutuyordu, o anda,

- Mustafa neler oluyor burda? Diyen sert bir sesle ürktük.
- Mustafa, baba bir şey yok! Dedi ve olayı anlattı.

Mustafa' nın babası,
- Oğlumun sevdiğini ben de severim, kızım artık bizim ailedensin, dedi.

O yıllar zor da olsa Mustafa 'yla çok güzel geçti. Ailemin yaptıklarını unutmaya çalısarak, büyük bir zaman harcadım, yıllar su gibi aktı, lise bitti ve ben edebiyat fakültesini, Mustafa matematik fakültesini kazandı.

Ben bir dergide köşe yazıları yazmaya başladım, Mustafa 'nın dedikleri bir bir çıkıyordu. Param da vardı artık, hayat eskisi kadar zor da değildi. Mustafa'yla evlilik planları bile yapmaya başlamıştık ama kader ağlarını biz bilmeden örmüştü yine.

"Hayat, ne getireceği belirsiz bir denizdir..." Demişti yakın bir dostum çok eskiden. Çok da doğruymuş nişan alıs verişi için Mustafanın ailesi Samsun' a geleceklerdi, ama elim bir trafik kazası geçirip hayatlarını kaybetmişlerdi. O dönem kutu kutu ilaçlar, deprosyonla dolu bir dönemden ibaretti. Mustafa matematiği bırakmak istiyordu, intiharı da denemişti, doktorlar hastaneye yatması gerektiğini söylüyorlardı. Ona engel olamayacağımı anladığım zaman tamam, dedim. Evime dogru gidiyordum o an öğle ezanı okunuyordu, içimde bir şey paldır küldür ayaklandı, ayaklarımın bağı çözüldü. Bir an nerdeyse bayılacaktım. Camiye doğru beni çeken bir seyler vardı sanki, içeri girdim abdest aldım, sacımı örtüp ağladım ağladım... Ne kadar bilmiyorum, bir an sırtıma bir el dokundu o an sanki içimdeki bütün acılar dindi söyle kzıım, derdin ne? Bu ses benim içimi yaktı yandırdı, ben anlattım o dinledi. Amenna yavrum, dedi. Nur yüzlü teyzem, hadi gel seni bir yere götürecegim! Dedi. Hiç itiraz etmeden peşinden gittim, eski evlerin olduğu taş yollardan geçtik, sokakta oynayan çocuklar vardı. fFkirdiler ama çok mutluydular neden ben degilim? Dedi, içimden bir ses.

Ahşap bir binanın bulunduğu kapıdan içeri girdik, sarmaşık güller, meyve ağaçları sanki hayllerimin gerçek haliydi. Burası basık soguk apartmanlara hiç benzemiyordu. Eski bir ahenkte gıcırdayan merdivenlerden ağır ağır çıktık, kapıyı üç kez çaldı nur yüzlü teyze, sonra başını yere eğdi anlam veremedim sonra kapıyı genç bir kız açtı.
- Selamun aleyküm! Dedi yaşlı teyze.
- (Genç kız gayet mütevazi bir tavırla ) Ve aleyküm selam! Dedi.
- Girebilir miyiz? Dedi, teyze.
- Elbette! dedi genç kız. İçeride hoş bir koku vardı, ama tarifi yoktu bu kokunun.
- Hatun hanım sana yeni bir misafir daha getirdim.
- Hos geldin! Anlat hangi rüzgar attı seni buraya?
Sonra, Selvi kzım kardeşime bir çay getir !dedi.
Nur yüzlü teyze anlatıyor herkes dinliyordu, ben de çaya anlam vermeye çalısıyordum. Çayın kokusu, tadı, sanki hiç çay içmemiş gibiydim. Hatun abla dedikleri bayan odadan çıktı, bana bir poşet dolusu kırmızı cilti kitap getirdi.
- Bunları oku, işe yaracak! dedi. İlk başta anlam veremezsiniz, büyülüdür bu sözler, zamanla her seyi daha iyi anlarsınız! Dedi...

Okumaya başladım, hep nurdan bahsediyordu, internete girdim kitabın yazarı Bediüzzaman hakkında bilgi edindim. Çok etkilendim, o gece rüyamda annemi gördüm, güzel bir bahçedeydik, ben gül fidelerini toprağa ekiyordum bir kaç saniye sonra kıpkırmızı güller açıyordu. Annem,
- Üzülme her sey bir zaman sonra düzelecek, güzel haberler var hepsi bir sahabenin yüzü hürmetine, üzülme ! diyordu. Uyandığımda cok etkilenmiştim.

Mustafa' yla imam nikahımız kıyılmıştı, sadece düğün ve nişan eksikti. Doktora gittim ve iki haftalık hamileydim. Mustafa'yı ziyarete gittim, kitapları okudum okudukça onun da ufku açıldı, genişledi daralan ruhu. Eve dönerken öğle ezanı okunuyordu, yine bir tuhaf oldum, hemen camiye girdim, o nur yüzlü teyze namaz kılyordu, namazın bitirmesini bekledim ona çok teşekkür ettim. Namaz kılmak isteğimi söyleyip, bana öğretebilir misiniz? Dedim. İsmini de öğrendim, adı;
Hayrunnisa Vildan' mış. İsminin anlamı beni cok etkilemişti araştırınca. O gün ilk namazımı kıldım, Kur'an-ı Kerim okumayı öğrendim. Bir süre sonra Mustafa hastaneden çıktı. Doğum yakındı, çok güzel bir kız çocuğumuz olmuştu.

Mustafa annesinin ismini koydu adı, Munise' ydi kızımızın. Mustafa da artık Kur'an okuyor, nur sohbetlerine katılıyor ve namaz kılıyordu. Bir kere hacca gitmiştik, bir gün fakir çocuklara yardım etmek için ışık okullarına gittik. Afrika' da Allah için yaşadık, mücadele ettik. Bir gün Mustafa rahatsızlandı, hastalığının adı emesmiş.

Tıp yetersiz kaldı, hastaneden çıkardılar, daha da sarıldım Kur'ana, kitaba. Son günleriydi gözleri kapanmış, sesi titriyordu, ona sarıldım. Kollarımda,
- Önce hakkını helal et! Dedi... Seni hep sevdim bunu bil! Diye ekledi... Ve şehadet getirdik birlikte, kızım ağlıyor, ben ağlıyorum. Türkiye 'ye döndük, ben onun gibi birisiyle hiç tanışmamıştım, onu çok sevdim inşallah cennette buluşuruz tek dileğim bu ve onu kızımın gözlerinde hala görebiliyorum...

Günlerden bir gün hayatımı yazmak istedim ve bunları kağıda döktüm. Dolu mu, boş mu bir hayat? Bilmiyorum ama yazdım, siz karar verin!

24 Eylül 2012 14-15 dakika 3 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    desem ki bir düşe dalsam, yağmur yağsa üzerime ve ıslansam doyasıya ancak bu kadar güzel düş görürdüm.... tebrikler..... 👍👍👍👍 başarılar.... 👍👍👍👍👍