Bir Köy Hikayesi
Evlendiğimin üçüncü senesi idi, senelik iznimi bir hayırlı işe vesile olmak amacıyla; bir yandan temiz köy havası almak için kullanmak istedim. Sıcak temmuz ayı içersindeydik, bu ayda doğmuş olduğumdan dolayı, temmuz ayını bir başka sevmekteyim. Hazırlığımızı yapıp, kız kardeşimi de yanımıza alıp, eşimin memleketi olan Sivas Suşehrine yola koyulduk.
Otobüs yolculuğu da bir başka güzeldir, on yedi saat sonra Su şehrine vardık. Saat sabah 06.30 sıraları idi, gerçi bu uzun yolculuk gittikçe kısaldı,(on bir saate yakın oldu.)Su şehrine inip teyzemizin evine gittik. Yol yorgunluğunu attıktan sonra minibüse binip gideceğimiz köy olan Gökçe kent köyünün yolunu tuttuk. Anne, baba ve de üstüne köy özlemi eklenince yollar bitmez oldu, minibüsün radyosunda Sivas elinde sazım çalınır türküsü bu özlemi biraz azaltmaya çalıştı ise yeterli olmadı. Kıvrımlı köy yolları bizi kırk dakika gibi bir zamanda köye ulaştırdı.
Minibüsten inip eşyalarımızı aldığımız gibi evin yolunu tuttuk, yürüyerek on dakika gibi zamanda evin önünde bulduk kendimizi. Kapı açılınca bağrışmalar, akıtılan gözyaşları özlemin bitmesini, kavuşmayı pekiştirdi.
İçeriye girip, hoşbeşten sonra, sohbete koyulduk, bir yandan da sıcak çayımızı yudumlamaktaydık. İlk gün, yol yorgunluğumu attım. İstanbul'un onca koşturmasından sonra bir sessizlik kaplamıştı çevremi, huzurlu, rahat, temiz ve sakin bir ortam, ne trafik çilesi, ne iş telaşı, nede diğer sorunlar, bir sürelikte olsa bitmişti. Sıkıldığım zaman kendimi göl arasındaki bahçeye atıyordum; sessizlik, kuş seslerini, şakırtılarını ortaya çıkarıyordu. Burası bir başka güzelmiş, ben bunun farkında değilmişim diye iç geçirdim. Yazımın başında hayırlı işten bahsetmiştim, kayın biraderimin düğünü yaklaşmıştı, bizde düğünle ilgili gerekli olan işlemleri konuşmak için Koyulhisara bağlı köye gidecektik. Aracı olan köyün muhtarı arabasıyla yola çıkmak isterken, bende birlikte gidebileceğimi söyledim hem yeni yerler görürüm hem de bir katkım olur düşüncesiyle. Muhtar ise iyi dedi,yanıma yol arkadaşı olursun diye söyledi.
Köye doğru yola koyulduk, ikindi vakti köye vardık, gelinin annesi kapıyı açtı, köy misafirperverliği hakimdi. Çay ve kahvaltı çıkardılar, çayımızı yudumlayıp, bir yandan da sohbet ediyor, diyeceklerimizi sıralıyorduk. Hava kararıyordu, ev sahibinden müsaade isteyip, ayağa kalkınca, hava kararmakta isterseniz burada kalın, yarın sabah çıkarsınız dediler. Bu işte aracılık yapan muhtar ise sağ olun, Allah razı olsun, biz gidelim dedi. Arabaya bindik, köyden yola çıkarken, karanlık bastırdığından farları yakmak istedik fakat bir sürprizle karşılaştık, akü bitmek üzere olduğundan farlar yanmadı, tabi ki moraller bozuldu. Ben böyle gidemeyeceğimizi söyledim. Geri dönelim dedim. Muhtar ise köyümüz yakın sayılır, gökyüzü aydınlık, sinyal ışığı ile gidebiliriz dedi. Bana mantıklı gelmedi ama ne diyeyim, kaptan o bana uymak düşer diye düşündüm. Yola devam ettik. Dağın eteğinde yol alıyorduk, 25 ile 30 metre yükseklikte seyretmekteydik. Bir ara tamamen hava karardı, arabanın aküsü tamamen bitmişti. Sinyal ışığı ise yanmaz oldu. Muhtar bu şekilde yola devam edemeyiz dedi. Ben ise sıkıntı, sinir, korku ve stres sonucu sesimi yükseltmiştim. Ben daha yolun başında, bu şekilde yolculuğa çıkılmayacağını söylemiştim. Tekrar ifade ettim. Dar olan dağ yolunda, manevra yapıp geri dönmek istedik. Ben arabadan inerek, şöföre yön tayin edip yardımcı olacaktım. Fakat o nedir Allah'ım kapıyı açıp inince, gördüğüm manzara karşısında şok oldum. Bir anlık gökyüzü aydınlığı buna vesile olmuştu. Arabanın altı yere oturmuş, aracın sol tekerlekleri uçuruma doğru, sağ tekerlekleri ise yolda kalmıştı. Arabanın altının yere oturması ise bir mucizeydi, yoksa uçuruma düşmesi işten bile değildi. Muhtar inmek için kapıyı açınca, ben avaz avaz bağırmaya başladım, muhtar şaşkınlıkla duraksadı, bir an durdu, araba uçuruma düşmek ile düşmemek arasında terazi gibi sallanmaktaydı. Muhtar kapıyı açsa, uçuruma düşüp ölecekti ya ben arabadan inmesem birlikte uçuruma düşmemiz an meselesiydi. Ben kısa zamanda şaşkınlığı atıp, bir yanda yüksek tonda bağırıyor, bir yandan da arabayı tutuyor, ya da tuttuğunu sanıyordum. Araba düşse beni de peşinden sürükleyecekti. Muhtara hemen diğer kapıdan inmesini söyledim, velhasılı muhtar sağ salim diğer kapıdan aşağı indi, inmesiyle arabanın telaşına düştü. Arabanın emanet olduğunu, sahibine ne söyleyeceğini ağlamaklı şekilde bağırıyordu. Arabayı sıkı tut aşağı düşmesin diyordu. Ben kuvvetim yettiğinde arabayı sıkı tutarken, muhtar köyden yardım almaya gideceğini söyledi, koşarak uzaklaştı. Ben ise ne yaptığımın farkında değildim, muhtar gidince arabanın başında uçurumdan 30 m.yükseklikte, dağın eteğinde gökyüzünün aydınlattığı, karanlık bir ortamda yapayalnız,tek başıma perişan bir haldeydim. Yukarısı sakal aşağısı bıyık misali, ne yapacağımı bilemez bir haldeydim, hayatım gözlerimden film şeridi gibi geçti, ben rüyada mıydım yoksa başıma gelenler gerçek miydi, dağdan üzerime gelen ufak taş parçaları beni gerçeğe döndürdü. Bu sefer beni bir korku aldı, yoksa yukarıda ayı yada diğer hayvanlardan birimi vardı. Bir yandan da arabayı tutmaya devam ediyordum, arabanın aşağıya düşmesi benim sorumluluğumda olan bir olay olacaktı, engel olmalıydım. Zaman geçmez oldu, muhtarın gelmesini dört gözle bekliyordum. Diğer yandan da yukarıdaki gürültü eğer ayıdan sebep olduysa, ben ne yaparım, nereye kaçarım diye düşündüm. İki arada bir derede kaldım misali çıkmazdaydım. Ben korkularımla uğraşırken, uzaktan far aydınlatması gördüm, muhtar bir traktör bulmuş gelmekteydi. Buna sevinmedim desem yalan olur. Arabayı traktörle çektik, köye geri döndük. Ben muhtara korkunun, stresin verdiği sinirle, sen istersen eve geri dön ben köye geri dönüp, bir gece misafir olacağım bu şekilde yola daha devam edemem dedim.
Köye döndük, bizi köy odasına aldılar, bizi köy öğretmeni, imam, köy halkı karşıladı, korktuğumuzu anlayıp, elimizi, yüzümüzü yıkamak için su döktüler, bir yandan da soğuk ayran getirdiler. Ayranı içip soluklandıktan sonra, olayı kısaca anlattık, gerçi her gelene tekrar ediyorduk. Karnımızı doyurup, çay ikram ettiler, bir yandan çayımızı yudumlarken, bir yandan sohbeti koyulaştırdık. Kendimize gelmiştik. Allah'ım bir rüyamıydı bu diye düşündüm. Köy öğretmeni siz bugün burada kalın dinlenin, yarın sabah gidersiniz, bu şekilde yola çıkmanız sakat dedi. Hiç aklımda yokken Koyulhisarın bir orman köyünde kalma fırsatı bulmuştum, temiz hava, sessizlik, birde üzerine yorgunluk, korku, stres eklenince üzerime bir ağırlık çöktü, uykuyla karışık, bir haldi benimki. Yatmak için yer gösterdiler. Yatağa kendimi nasıl attığımı bilmiyorum, o yatak bana dünyanın en güzel yatağı geldi, kuş tüyü misali, yatar yatmaz hemen uyumuşum. Sabahleyin uyandığımda dünkü olan olaylar bana rüya gibi geldi, dün dünde kalmıştı ama unutmak ne mümkün. İnsanın başına her an her şey gelebiliyormuş, alnına yazılan ne ise onu görecekmişim buna da kader diyorlarmış, bu benim kaderimmiş dedim. Kahvaltı etmeden yola koyulduk, köy halkıyla vedalaşarak. O kadar olan olaydan sonra muhtarla konuşmadan, yüksek dağ yolunda köye evimize dönmek için hızlı bir şekilde yola koyulduk. Evimize dönmüştük.
Eşim, kardeşim, annem, babam beni merak içinde beklemişlerdi, dün eve dönmemem onları meraklandırmıştı. Tabi ki o dönemde cep telefonu olmadığından,arayıp onları haberdar edememiştim. Sarıldık, kucaklaştık. Onların bu olaylardan hiçbir haberi yoktu. Annem çayı hazırlamıştı, çayı yudumlarken, bir yandan başıma gelenleri bir heyecanla anlatıyordum. Olaylar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Artık yaşanan korku, stres, yerini bir anı olarak alıyordu. Eşim biz sana gitme bizle kal dedik, sen dinlemedin gittin başına bunca olaylar geldi diyordu. Ben ise ben nereden bilirdim böyle olacağını olacağı varmış böyle oldu dedim. Akacak kan damarda durmazmış diye düşündüm. Bu olaydan sonra kayınbiraderime davullu, zurnalı, yemekli köy düğünü yaptık. İzinimin bitmesine az zaman kalmıştı, vedalaşıp, önce Suşehrine oradan da otobüse binerek İstanbul'a işimin başına dönmek için yola koyuldum. Otobüste olayların muhasebesini yapmak için uzun bir vaktim oldu. Her şey bizim için olduğunu her olan olaydan bir ders almamız gerektiğini düşündüm. İstanbula dönüp de evde yol yorgunluğunu attıktan sonra işimin başına, arkadaşlarımın yanına döndüm. Derler ya köye gittin yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini, yaşadıklarını anlat diye, benim ise anlatacak çok şeyim olmuştu, köye her gidişte bu olay aklıma gelir, tekrar yaşarım bu olayı. Gerçi insanın yaşadığı müddetçe başına daha çok olaylar gelecek bu da başka mesele.
Baştan geçen güzel bir hikaye, biraz da heyecan verici olmuş yaşananlar. Bir macera romanının bölümleri gibi. Kutlarım yürekten Necdet bey...👍