Bir Lahmacun Öyküsü

"şehnaz'a..."
Masadaki sıcacık lahmacunların dumanı tütüyordu henüz. Büyükçe bir tabakta özenle ayıklanıp yıkanmış türlü türlü yeşillik, bir başkasında limon ve turp, küçücük kaplarda da tuz ve karabiber vardı.. Lahmacun sofralarının vazgeçilmezi ayran doluydu büyük kulplu cam bardaklarda.. Şahnur bu kadar küçük ve özenle pişirilmiş lahmacunları ilk kez görüyordu.. Ayrıca, ilk kez farkettiği bir lezzet vardı lahmacunlarda.. Çiğnerken farkediyordu bunu. Sanki az pişmiş bulgur sertliğinde birşeyler farkediyordu lahmacunun içinde.. Bu lezzetin ne olduğunu farkediyor, ancak tam kestiremiyordu ne olduğunu.. Sonunda dayanamayıp sordu.. "Antep fıstığı" dedi Şerif. Ve ilave etti, ikinci tabağı göstererek. "Bak, bunlar da cevizli. Biliyorsun biz Antep'liler fıstığı her yerde kullanırız, ayrıca lezzet ustası olduğumuzu da unutma" dedi hafiften takılarak.

Dört dersanenin bulunduğu koridorun en güler yüzlü kızıydı Şahnur. Her zaman pozitif enerji dolu, her zaman iyimser, ve her zaman neş'e kaynağıydı arkadaşlarının. Sınıf arkadaşları Nilgün, Esin ve Mahire ile bir dörtlü oluştururdu hep. Teneffüslerde ve uzun öğle arasında bu dört genç öğretmen adayı okulun kare ası gibi birlikte görülürlerdi.. Babası gibi o da öğretmen olmayı istiyordu. Bu nedenle ortaokuldan sonra açılan sınavları kazanarak bulunduğu vilayetteki yatılı erkek ilköğretmen okuluna gündüzlü kız öğrenci olarak kaydını yaptırmıştı. Ve yıllar yılları kovalamış, mutlu ve verimli sayılabilecek bir meslek yaşamından sonra emekli olmuştu. İki kız anasıydı artık. Emekli olmuş, ancak bir köşeye atmamıştı kendini. Bir özel okulda ders veriyordu şimdi. Yine o pozitif enerjisi üstünde, ve yine eskiden olduğu gibi hep güler yüzlüydü. Aslında yaşam ona pek de adil davranmamıştı. Birçok zorluklara ve yaşam konusundaki farklı bakışlara karşın salt iki kızının geleceği için pek de mutlu olmayan bir evliliği onaltı yıl sürdürmüştü. Yalnızdı şimdi. Kendisine kalsa yine de sürdürürdü bu evliliği kızları uğruna. Ancak, kızları da büyümüş ve babalarının annelerini hak etmeyecek kadar farklı olduğunu görür olmuşlardı. Biraz da yakın arkadaşı Şengül'ün moral desteği ile noktalamaya karar verdi bu uyumsuz evliliği. Şimdi on yıldan beri yalnız, ancak daha mutlu ve verimli olarak meslek yaşamını sürdürüyordu.

Modern teknolojinin sunduğu hızlı iletişim olanaklarından yararlanarak okul arkadaşlarını da bulmuştu Şahnur. Nilgün, Esin ve Mahire ile yine aynı dörtlüyü oluşturmuşlardı. Aynı şehirde yaşamıyorlardı ama telefonla görüşüyorlardı sık sık.. Şerif'de okul arkadaşıydı. Hiç aynı sınıfda olmamışlardı ama tanıyorlardı birbirlerini.. Gaziantep'te bir bankada çalışan kız kardeşini ziyarete gelmiş, bu fırsattan yararlanarak Şerif'le de buluşmuştu. Geçmiş günleri yad ediyor, neş'eyle eski günlerden ve okuldaki o bitip tükenmeyen anılardan söz ediyorlardı. İkisi de unutmamıştı henüz o sevgi ve yardımlaşma dolu öğrencilik günlerini. Çok yetkin ve gerçekten birer ilim kaynağı olan öğretmenlerinin elinde mesleki bilgilerle yoğrulmuş, kendileri de başarılı ve mesleğini gerçekten seven öğretmenler olarak emekli olmuşlardı işte.. Şimdi tek mutlulukları hayata atılan o minik öğrencilerinin başarılarını görmekten ibaretti. Paylaşma ve yardımlaşma ruhu içinde yetişmişler, öğretmenlik mesleğinin tüm gerekli bilgileri ile donatılmışlar ve mezuniyetten sonra da Anadolu'nun çeşitli köylerine dağılmışlardı idealist ve vatansever öğretmenler olarak. Aradan geçen yıllar kopmaları da birlikte getirmiş, hem meslek yaşamı hem aile yaşamı o zamanki iletişim koşullarında pek fazla görüşmelerine olanak tanımadığı için birbirlerini kaybetmişlerdi..

Şimdi, mezuniyetten tam 35 yıl sonra Şerif'le buluşmuş ve Şerif'in evinde lahmacun yiyorlardı işte.. "Biliyor musun Şerif" dedi o küçücük lahmacunlarından tabağına bir tane daha alırken.. "Ben tam on yıldan beri lahmacun yemiyorum. İlk senin evinde bozdum bu perhizi. Lahmacunun bu kadar lezzetli olduğunu hiç görmemiştim. Asla tahmin edemezdim içine antep fıstığı ya da ceviz katılacağını.. Ayrıca, bunun ayrı bir lezzeti var, anlayamadığım bir lezzet" dedi içini çekerek.. Şerif, Şahnur'un iç çekişinden etkilenmişti. Bir nedeni olmalıydı on yıldan beri lahmacun yemiyor olmanın.. Biraz da merakla "neden yemedin ki" diye sordu.. "Bak anlatayım" dedi Şahnur ayran bardağına uzanırken..

"Biliyorsun idealimde hep öğretmen olmak ve yurdumuzun doğu bölgesinde görev almak vardı. Mezuniyetten sonra tayinler yapılırken tercih hakkımı doğu vilayetlerinden yana kullandım. Oranın kültürünü, yaşam şeklini merak ediyor, türkçeyi doğru dürüst konuşamayan çocuklara daha çok yardımcı olabileceğimi düşünüyordum. Başardım da. Gittiğim yerde halk ve öğrenciler çok sevdi beni. Onlarla bütünleştim, elimden gelen tüm çabayı gösterdim onlara yararlı olabilmek adına. Mesleğimin dördüncü yılında kızlarımın babası çıktı karşıma. O da benim gibi orta Anadolu'dan, benden iki yıl önce bir başka öğretmen okulundan mezun olmuş bir genç öğretmendi. Evlenince eş durumu nedeni ile tayinim onun bulunduğu kente çıktı. Doğu Anadolu'nun tam da merkezi, 1980 darbesinin ilk ayları idi. Daha üç aylık evli iken ufak bir bahane ile ilk tokadı yedim eşimden. Suçum mu neydi, gülersin anlatsam..."N'olur, bu akşam da çıkma, burası alışık olmadığım bir kent, dışarda olaylar oluyur, korkuyorum" demişim.. Benim korkumun benimle ilgili olduğunu sanmış olmalı ki, "burası böyle, alışacaksın..." demiş ve iki de tokat atmıştı. Ne kadar kırıldığımı anlatamam sana.. Bir an çekip gitmeyi düşünmüş olsam da içimden bir ses sabretmemi, düzelebileceğini fısıldadı hep. Ve sabrettim Şerif, ilk tanıdığım zamanlardaki o kibar, saygılı adam gitmiş , yerine kadın ruhundan anlamayan, ilgisiz, duygusuz, kendine dönük ve cimri bir adam gelmişti"

İlgi ve merakla dinliyordu Şerif, Şahnur'un anlattıklarını... "Sanırım biz erkekler nikahı yapıncaya kadar gerçek kimiliğimizi saklıyoruz eşlerimizden, nikahla birlikte sahiplenme duygusu ve otorite kurma güdüsü mü hakim oluyor nedir?" diye böldü sözünü arkadaşının. "Aynen dediğin gibi" diyerek devam etti Şahnur anlatmaya yemeğinden bir lokma daha alarak.

"O'nu tanıdığımda çok iyi bir insandı. Kibar, saygılı, anlayışlı, paylaşımcıydı. Dediğim gibi nikahtan sonra oldu ne olduysa. Bak ben maaşımın ne kadar olduğunu bile bilmezdim, onun hesabına yatardı emeğimin karşılığı.. Zaten çok geçmeden hamile kaldım. Dönüşüm yoktu artık. Çocuğumu babasız büyütemezdim. Alttan almaya, otoritesini kabul etmeye başladım. Böylece o sevecen ve kibar adamı yeniden kazanacağıma inanıyordum. Oysa kendimi kandırmışım. Dayak olayı o gün bitti, ancak ilgisizlik ve kendine dönüklük o kadar ileri gidiyordu ki , inanamazsın. Oysa ben salt onu kazanmak uğruna her türlü çabayı gösteriyor, her fırsatı değerlendiriyordum. Hiçbir yaş gününü hediyesiz geçirmedim. O böyle şeyleri bilmese bile.. Her evlilik yıldönümünde mutlaka özel sofra hazırladım hatırlayabilmesi için. On beşinci evlilik yıldönümümüz yaklaşıyordu nihayet. Bu günü başbaşa dışarda yemek yiyerek geçirmek istediğimi hissettirdim haftalar önceden.. En azından benim her yıl evde hazırladığım kadar özenli bir masada, iki mum ışığı altında ve belki bir kadeh de içki alarak dışarda yemek istemiştim. Belki de bu özel günümde olsun hizmet veren değil, alan taraf olmak istiyordum. Ya da ne bileyim, bu günü onunla dışarda geçirip bir değişiklik yaşamak istemişti canım. Ve nihayet evlilik yıldömümü günümüz geldi çattı.. Sabah çıkarken beni şaşırtan bir ifade ile, "bu akşam dışarda yeriz, yemek yapma" demesin mi.. Dünyalar benim oldu Şerif, ne kadar sevindiğimi anlatamam. Düşünsene, on beşyıldır ilk kez eşimle dışarda yemeğe gidecektim. Önüme gelen menüye bakıp kendim seçecektim ne yiyeceğimi. Hatta bu günümüzde sofrada mum bile olacaktı. Belki bir vazoda birkaç gül. Ve bir bardak kırmızı şarap.. Ne kadar sevindiğimi, ne kadar mutlu olduğumu anlatamam sana. Nihayet eşim özlemlerimi anlamaya başlamıştı. Öyle umuyordum. Bu benim sabır ve vefamın ürünüydü. Öyle düşünüyordum daha doğrusu."

Yine içini çekti Şahnur öykünün burasında. Üstelik içi titreyerek. Gözlerinin buğulandığını görüyordu Şerif anlatırken. Hani, dokunsan ağlayacak derler ya, aynen öyle.. İlgi ve merakın o da farkındaydı anlattıklarına karşı. Ancak, onu rahatlatmak adına sözünü kesmiyor, gözlerini gözlerinden ayırmadan dinliyordu Şerif.. Sessizliği bozan tek şey ikisinin de sevdiği hafif bir müzikti. Sofrada herkes doymuş, ancak hiç kimse bu öyküyü kaçırmamak uğruna yerinden ayrılmıyordu. Devam etti Şahnur anlatmaya..

"Neyse, evden çıktık Şerif. Bekliyordum ki eşim beni hayal ettiğim o meşhur lokantaya götürsün. Ne gezer. Daha çok içki masasından ya da kahvehaneden kalkanların uğrak yeri olan, ayaküstü yiyeceklerin satıldığı büfelerin bulunduğu dar bir sokağa götürdü beni. Bir lahmacuncuya.. Lahmacunu küçümsediğimden ya da sevmediğimden değil, hayallerimin yıkıldığından olsa gerek, itiraz ettim. Lahmacunu da yemeden eve döndük. Vay sen misin beğenmeyen. Sen misin itiraz eden. İkinci dayak olayı orada yaşandı Şerif. Evliliğimizin on beşinci yıldönümü gününde. Hiç sesimi çıkarmadım. Ertesi gün kendisi için aldığım altın kravat iğnesini evde çalışma masasının üzerine bırakıp henüz dokuz ve on iki yaşında olan kızlarımı alarak evden ayrıldım.
Toparlanmam çok sürmedi. Hemen il değiştirip annemi getirdim yanıma geçiçi olarak kızlarım için. Ardından boşanma davası açtım. Ve onaltı yıldır rahatım çok şükür..Şimdi anladım mı arkadaşım neden on yıldır lahmacun yemediğimi.."

Rahatlamıştı Şahnur. Evde Şerif'ten başka kimseyi pek tanımıyor olmasına rağmen bu kadar rahat olabilmesine şaşırmış görünüyordu. Bu arada sofra toparlanmış, ve örtü de değişmişti. Evin hanımı Songül elinde iki mumla yeniden geldi sofraya. Şerif'in yeğeni Ahmet ise elinde bir buz kovasının içinde soğutulmuş bir şişe kırmızı şarap getirdi. Peynir, ceviz, meyve ile zenginleştirdiler sofrayı yeniden. Tam o anda kapı zili çaldı. Şerif gitti kapıyı açmaya. Bir kurye ile döndü odaya. Kurye, elindeki çiçekleri teslim etmek üzere Şahnur'u soruyordu. Şaşırdı Şahnur bu sürprize. Özenle açtı çiçeklerin üstündeki ambalaj kağıdını. Çiçeklerin üstünde büyük bir kart duruyordu. Okumaya başladı Şahnur. Okurken gözleri dolmuş ve ağlıyordu. Şu satırlar düşmüştü karta..

"Doğum günün kutlu olsun sevgili Şahnur...Seni hiç unutmayan 35 yıllık dostların.. Nilgün, Esen, Mahire, Müslüm, Mevlit, Erdal , Sadık, Adil ve Şerif... Nice yıllara."

03 Kasım 2011 10-11 dakika 14 öyküsü var.
Beğenenler (5)
Yorumlar (3)
  • 13 yıl önce

    Hüzünlü bir hikaye, hayatın içinden cımbızlanmış. Devlet memurluğu sırasında birebir yaşanan ilginç olaylar ve de içinde değişik bilgilerde barındıran güzel bir hikaye. Her ne kadar seksenli yıllarda yaşanmış olsada toplum o günden bu güne birtakım değşikliklere uğrasada, anılar taptaze kalıyor yine de. Güzeldi Mehmet bey kutladım...👍

  • 13 yıl önce

    Aslında yaşam ona pek de adil davranmamıştı. Birçok zorluklara ve yaşam konusundaki farklı bakışlara karşın salt iki kızının geleceği için pek de mutlu olmayan bir evliliği onaltı yıl sürdürmüştü. Yalnızdı şimdi. Kendisine kalsa yine de sürdürürdü bu evliliği kızları uğruna. Ancak, kızları da büyümüş ve babalarının annelerini hak etmeyecek kadar farklı olduğunu görür olmuşlardı.

    öykü hayatın ta kendisiydi ve bu bölümünde bende kendi hayatımdan bir kesit buldum .

    tema hüznlü olsada finali güzel bitti en azından .

    kutlarım Şeref bey ilhamınız bol olsun saygılar.

  • 13 yıl önce

    Kutlarim Mehmet bey, cok güzel ve yalin bir anlatim.Severek okudum.