Bir Pazar Günü
Günün yarısını yatak keyfi yaparak geçirdikten sonra nihayet kalkmaya karar vermiştim. Bu keyfi katlayarak bütün gün evde tembellik yapmak niyetindeydim. Hummalı bir çalışma sonucu hazırladığım kahvaltımı yaparken bir yandan da internette oradan oraya tıklayarak sörf yapıyordum. Yan tarafta açılan bir reklam penceresinde "böylesini yemediniz" başlıklı bir yemek tarifi gördüm.
Başlık oldukça iddialıydı. Ne ola ki bu diye göz attım: Sebzeli bir et yemeği. Amann hiç uğraşamam derken tarifi yarısına kadar okumuş buldum kendimi. Orta boy havuç koyacaksınız, oldu ki havucunuz orta boydan büyük, orta boy kadarını alıp kalanını ayırın, yoksa yemeğin tadını bozabilir. Kaya tuzunu alıp öğütün asla ince tuz kullanmayın derken yaparım ya ben bunu kolaymış dedim. Bir sanat eseri hazırlamak için kolları sıvadım. Etleri kuşbaşı doğradım, onlar pişerken standart ölçülerin üzerinde olan havucun bir kısmını yemek suretiyle istenilen ebatlara getirdim. Patatesleri özenle her biri aynı ölçülerde küp küp doğradım. Soğanları muhteşem yuvarlak halkalar biçimine getirip, bir teknoloji harikası tava görünümlü tenceremin içinde yağda kavrulmaya bıraktım. Biberleri de julyen biçiminde keserken şöyle bir kaç adım geri gidip nasıl göründüklerine baktım. Dünyanın 7. harikası Babil'in asma bahçeleri kadar güzel görünüyordu gözüme. Bir gözüm tarifte tüm anlatılanları büyük bir titizlikle uyguladım. En sonunda yemeğin üzerini iki parmak geçecek şekilde suyunu koydum ve bir yemek kaşığından biraz az tereyağını suyunun içine bıraktım. Bu ona ayrı bir lezzet katıyormuş. Altı kısık kapağı yarım açık bir şekilde yarım saat pişmeye bıraktım. Çalan cep telefonuma bakıp zamanlaman mükemmel diye gülümsedim. Arayan uzun zamandan beri görüşmediğim arkadaşım Nurten' di. En son bu hafta içi görüşmüştük. Çengelköy'e inip tavla oynayıp laflayalım mı diye sorunca " olar gidelim" diye teklifin üzerine balıklama atladım. Bu saate kadar yeterince tembellik yapmıştım zaten. Hem kızı uzun zamandır da görmüyordum 4 günde ne dedikodular birikmiştir şimdi."Ben çıkıyorum yarım saat sonra Çengelköy de buluşuruz" dedi. Hemen saçımı at kuyruğu yaptım, bir göz kalemi ve rimel sürüp makyaj faslını kapattım. Hello Kitty'li kalpli pijamamı çıkarıp, kot , tsort ve spor ayakkabılarımı giyip sokağa fırladım. Bekletilmekten pek hazzetmeyen arkadaşımla aynı anda gelmiştik. Sohbet muhabbet ilk bir saat dedikodu faslını kahvelerimizi içerken yaptık. İşyerinden arkadaşı Yeliz'in sevgilisi psikopat çıkmış kıza türlü türlü yalanlar. Bir de kıza kaba kuvvet! Elleri kırılsın ayının dedim. Güzelim kız, insan nazını kaprisini çekeceğine sen üstüne bir de döv. Olacağı buydu ayrılmış tabi. Kız gelmiş 35 yaşına, yok şekerim düzgün erkek kalmadı. Bu yaştan sonra zor evlenir Yeliz. Yeliz'i makus talihi ile baş başa bırakıp, her seferinde yenildiğim arkadaşımla tükenmek bilmeyen yenme umuduyla tavla oynamaya başladık. Yok tatlım, tavla dediğin zeka ve şans oyunu. Şans kısmı bende eksik. Necla 6 atarken ben 1 atıp oyuna başladık. Oyun oldukça çekişmeli geçti. Kırılmamalıyım derken , hangi ara kırıp pulu elime verdiğinin şaşkınlığını yaşarken açık olan kapıdan içeri girmeye çabalarken pullarını neredeyse toplamıştı. Yüzünde ciddi bir tavırla havayı koklayıp sen de bir koku alıyor musun diye sordu. Ben de kokladım, yoo ne kokusu yanık gibi mi derken bir an aklıma ocaktaki yemek geldi. Necla'nın yanık değil mars kokusu demesiyle ayy oyy gitti diye bağırmaya başladım. Bu kadar üzüleceğini bilseydim mars etmezdim kızım dedi. Ne marsı kızım kalk hemen gidiyoruz ocakta yemek vardı dedim. Saate baktım off olamaz 4 saat geçmiş. Tarif de yarım saat yazıyordu. Yanmamıştır değil mi derken gözlerimdeki çaresizliğin yansımasını Necla'nın gözlerinde gördüm. Taksiye bindik, 15 dakikalık yol trafik yüzünden 45 dakika sürdü. Eve geldiğimde önce gri bir dumanın etrafı kapladığını gördüm. Mutfağa koşarken is ve yanık kokusundan genzim yandı. Hemen ocağı kapatıp camları açtım. Tava görünümlü tencerem içler acısı durumdaydı. Köy kazanı gibi kapkara olmuştu. Necla, bu tencere iflah olmaz kızım at sen bunu dedi. Hayır olmaz o benim en sevdiğim tencerem diye itiraz ettim. Onunla ilk karşılaştığımız günü hatırladım. TV reklarında metali kavururken bile çizilmez görüntüsüyle ona sahip olana kadar aklımdan çıkmamıştı. İlk günler onu elimle nasıl yıkadığımı anımsadım. Sonra onunla yaptığımız muhteşem yemekleri. O sapının estetiğini, ergonomisini...
Nasıl yapardım, nasıl atabilirdim onu. Necla bu tülleri yıkamak lazım deyip sökerken gözüm en sevdiğim tenceremdeydi. Duman gitmişti ama is kokusu hala genzimi doldurmaktaydı.Gözlerimdeki nem de gözlerimin yanmasından olmalıydı. Necla bu koku çıkmaz deyip tencereyi çöpe atarken durdurdum onu.Tencereyi derhal elinden aldım, çöpün kenarlarını silip öyle koydum çöpe. Çok duygusal anlar yaşıyordum. Çöp arabası gelen kadar beklettim evde. Dışarı çıkıp çöp arabasına son yolculuğuna uğurlarken "abla ver atalım" diyen temizlik işçisine baktım. Koskoca adam nerden ablan oluyorum diye bağıramayacak kadar bitap haldeydim. Tava görünümlü tenceremi kendi ellerimle çöp kamyonuna bıraktım.Mekanizmanın onu çekip hunharca ezmesini seyredemeyecektim. İçeri koştum, uzun bir müddet yemek yapmamaya karar verdim. Zaten son yaptığım tavuk göğsü, içine kattığım fazla damla sakızı yüzünden mumyaya benzemişti.
Merhabalar Çok güzel bir öykü olmuş. Kutluyorum Özlem Hanım. Sayfamda da paylaşıyorum. www.facebook.com/sdkyaksi
Teşekkür ederim, elbette paylaşabailirsiniz :)