Bir Rüyadır Sevmek

Loş bir mekândayız...

Dum... Dum... Dum... Nazik vuruşlar...
Sessizlik...
Dum... Dum, Dum... Vuruşlar gittikçe sıklaşıyor...
Rahatsızlık verici...

Dum, dum, dum... Artık vuruşlardaki ısrar açıkça fark ediliyor. Dışarıda birisi, nedense içeriye girmek için can atıyor.

Gözlerini hafifçe açıyor ve ?Hayır? diyor adam, derin bir uykuda da olsa durumun farkında; ?Kapılarım kapalı.?

Sözlerinin ardından vuruşlar kesiliyor, sessizlikle beraber huzur geliyor. Adam, her ne kadar dünyaya gözlerini kapamışsa da, bu şekilde huzurlu... Uykusunun tadını çıkarmaya devam ediyor...

Dum, dum, dum...

Dev kapı çınlamalarla inliyor, menteşeleri isyan ediyor darbelere. Her vuruşta sarsılıyor, gıcırdıyor, sallanıyor. Dışarıdakinin niyeti artık belli, o öylece gelip geçen birisi değil, o kesinlikle içeri girmek istiyor, gerekirse engelleri yıkmakla tehdit ediyor...

Ama adam inatçı, yatağından kalkmadan cevaplıyor davetsiz ziyaretçiyi; ?On bin kere, yüz bin kere hayır. İçeriye girmene izin yok, o kapı inanmadığım her şeyi dışarıda tutuyor. Beni kendimle baş başa bırak, çabaların boşa, giremezsin.?

Bir kahkaha yankılanıyor kapının önünden, biraz oyuncu biraz öfkeli. Gülüşüyle bile binlerce zevkin vaadini sunuyor, beraberinde binlerce acıyla.

Birkaç dakikalık duraklama oluyor, ardından bir darbeyle dev kapı kibrit kutusu gibi yıkılıyor, parçaları sarayın en ücra köşelerine gidiyor. Kim tahmin edebilirdi ki kudretli kapı bu kadar kolay parçalanırdı. Kapıdan içeriye minik bir siluet giriyor...

Bir dakika... Saray mı?!

Anlık bir şaşkınlıktan sonra merakımıza yeniliyoruz, çıkıyoruz kapıdan ve az önce içinde olduğumuz binaya bakıyoruz.

Bir şaşkınlık dalgası daha vuruyor bizi... Başımızı yukarı kaldırdıkça kaldırıyoruz, ama uçsuz bucaksız
minarelerin, burçların sonu gelmiyor, bulutların ötesine uzanıyor gerçekliğe isyan edercesine.
Evet; altın kakmaları, çini işlemeleri, minareleri, burçları, kuleleriyle gerçek bir saray uzanıyor gözlerimizin önünde. Her detaydaki harcanan çaba, el emeği göze çarpıyor. İstemsiz de olsa huşu duygusu içimizi kaplıyor, mükemmel tasarım ve mükemmel işçilik...

Lakin içeride olanların bizim için daha önemli olduğunu hatırlıyoruz. Sarayı daha sonra tekrar incelemek üzere, bir nefeste odaya dönüyoruz.

Minik siluet'i, adamın karşısında gölgeye oturmuş ve konuşurken buluyoruz.

?Neden bu kadar korkuyorsun?? diye soruyor adama, sesi nazik ve kışkırtıcı.

?Benim korktuğum yok! Densizlik yapıyor, istenmeden giriyorsun!? Kızıyor adam.

?O zaman neden bunca kapı arkasına gizleniyorsun? Neden yalnızlığına kaçıyorsun? Beni bugüne
dek kimse engelleyebilmiş değildir hem.?

?Sen de kim olasın ki, bu kadar cüretkâr davranasın?? Haykırışları inliyor adamın, dev odanın karanlık köşelerinde...

?Kim miyim?? Keyifli bir kahkaha atıyor... ?Ben bütün önyargıları yıkanım. Doğrunun ya da yanlışın bir anlam etmediği yerden gelirim, beraberimde kaosu getiririm. Benim yüzümden nice canlar yiter, nice asiller ruhlarından vazgeçer. Ben bir elmayım, yaratıcının yeryüzüne fırlatıp attığı. Şeytanların ve meleklerin tek ortak noktası benim, her iki ırkın da bir parçası bana bağlıdır. Bugüne dek bilinmiş en büyük destanlar benim adıma yazılır, başka bir şeyin değil!?

?O zaman sen kötü birisin??

?Biri? Sanırım doğru kelime; bir şey. Hayır, ben kötü bir şey değilim. Benim rengim ne siyahtır ne beyaz. Kırmızı da değildir, sarı da. Hayır, ben bütün renklerde dolaşırım, hem de an ve an. Bir saniye önce iyi, bir saniye sonra kötü...?

?Şaşırtıcı konuşup aklımı çeliyorsun. Neden doğrudan istediğini söylemiyorsun??

?Yapım bu, elimde değil. Hem şeytanın hem meleğin malı olmak kolay değil.?

?En azından ne olduğunu söyle, ruhum sana bir isim koyamamaktan dolayı huzursuz.?

?Çok fazla kişi benim için çok fazla şey söyler. Tanrı katına çıkan merdiven olarak görür kimisi beni, kimisi için de bedbahtlığa giden en kısa yol. Bazıları için en temiz buluttan daha beyaz ve hafifimdir, bazıları için ateşten gömlek. Delilik de derler benim için, mutluluk da. Çok fazla betimleme vardır benim hakkımda.?

?Yeter artık dolambaçlı konuşmaların, sıkıyorlar ruhumu iyice. Ne istediğini söyle çek git sonra geldiğin gibi densizce.?

Şuh bir kahkaha daha yankılanıyor. ?İstediğim sensin, ey inatçı kişi. İstediğim kalbin ve onu almadan gitmeyeceğim.?

Adamın gözünde şüphe görülüyor. Olanlara hiçbir anlam veremiyor. Kalbini mi istiyor? Amacı onu öldürmek mi?

Siluet, görüyor adamın çelişkisini, sözlerine devam ediyor. ?Korkma, ey gönlü buz tutmuş olan. Niyetim kıymak değildir hayatına, korkularının hepsi yalan.?

?O zaman çık artık karanlıklardan, göster bana yüzünü.?

?Emin misin??

Adam şaşırıyor, bu da nasıl bir soru böyle. ?Çık artık be adam!?

?Erkek olduğumu kim söyledi??

?Kapı? Kapıyı nasıl kırdın o zaman?? Kekeliyor...

?Dedim ya, insan değilim ben. Önyargı duvarların etki etmez bana, engel tanımadım tüm varlığım
boyunca. Her neyse, daha vakit gelmedi, yüzümü göremezsin. Önce, kalk artık o soğuk koltuğundan.?

Soğuk! Adam şimdiye dek hiç fark etmediği şeyi fark ediyor. Evet, bir sarayda yaşıyor her detayını kendi işlediği. Ama içi bomboş, paylaşacak kimsesi yok, soğuğun ve yalnızlığın içinde tek başına.

Üzüntü kaplıyor içini, bu kadar uzun süre nasıl böyle yaşayabildi. Kalkmak istiyor koltuğundan, ama bacakları beynine uyum sağlamıyor. Bazı hisleri o kadar uzun süre görmezden gelmiş ki, şimdi nasıl kullanacağını hatırlayamıyor. Kendini o koltuğa o kadar bağlamış ki... Paniğe kapılıyor, kurtulmak istiyor ama yapamıyor.

Siluet kenardan izliyor. En sonunda vaktin geldiğine karar verip, karanlıktan ışığa adım atıyor, indiriyor yüzündeki peçeyi, sergiliyor bütün güzelliğini. Sonra sesleniyor; ?Zamanı geldi, yüzüme bak.?

Adam bakıyor... ve şok oluyor. Karşısındaki güzellik gözlerini acıtıyor, koku başını döndürüyor.
Ağlamak istiyor karşısında, çünkü adeta kutsal bir şey duruyor önünde.

Adam daha ne olduğunu anlayamadan, siluet yaklaşıp bir öpücük konduruyor. Kaybolup hiçliğe karışmadan hemen önce, son cümlesi yankılanıyor; ?Ben... Aşk.?

Unuttuğu bütün duygular sel gibi akıyor adama, yüreği adeta dağlanıyor. Sevmek, fedakârlık, özveri, inanç, güven, sevmek, merhamet, özlem, önem vermek, bağlanmak, hayal kurmak, sevmek, sevmek, sevmek...

Bir sıcaklık kaplıyor içini, hışımla kalkıyor ayağa. Şaşkınlıkla fark ediyor, artık vücudu isteklerine uyum sağlıyor. Bedeni de, sevdiğini bulmak adına ruhuna eşlik ediyor.

Koşar adım çıkıyor, önyargı ve güvensizlik duvarlarıyla örülü, güvenilir sığınağından, entrikalarla dolu dış dünyaya. Biliyor ki sevdiği orada, bulmalı onu...

Garip bir sevinç var içinde, kanatlanıyor adeta yol boy...

...Ani bir irkilmeyle uyanıyor adam. Uyuyakaldığı masadan başını kaldırıyor, şaşkınca bakıyor bir süre etrafına, sonra hüzünlü bir gülümseme yerleşiyor yüzüne.

Gene bir rüya... Rüyada gene aynı kadın... Düşlerinden kaçmayı ne çok istiyor, ulaşamayacağı birini tekrar ve tekrar görmek...

Önünde duran kalem ve kâğıda bakıyor boş boş, sonra kalemi alıyor eline, çizmeye devam ediyor, yalnızlığının sarayının detaylarını...

12 Haziran 2009 7-8 dakika 4 öyküsü var.
Yorumlar