Bir Yolcunun Ardından
Zaman yürüyordu kimseye hesap vermeden ve yürüyecekti ölümün merhaba dediği yerden...
Bir ilkbahar güzeldi bu kasabada, bir de sonbahar. İnsanlar bahar gelince bir başka mutlulukta bulurdu kendilerini. Herkes hayatı için yeni planlar yapar ve işe koyulurdu. Memlekete bahar gelmiş, yağmur toprağa hasretini gidermek için yeryüzüne koşuyordu. Toprak bereketlenmiş, güneş gökkuşağına gülümsüyordu. Bu yıl borçlar bitecekti ve rahat edecekti babalar. Gurbet yolcuları birer birer dönüyordu. Gün bu gündü... Mevsim bahar olmuştu ve toprak büyük bir sabırsızlıkla sahiplerini beklemekteydi...
İşte bu toprak kokan kasabada yaşayan Yüksel de geri dönmüştü. Her yıl şehre giderdi Yüksel. Giderdi gitmesine ama ayrılık ağır gelirdi yorgun ve yoksul yüreğine... Eşini özlerdi, oğlu Murat'ını özlerdi, hele biricik kızı Meryem düşünce aklına sığmaz olurdu hayalleriyle bu koca şehre... Meryem bu sene altı yaşına girmişti. Babasının ilk gözağrısı Meryem, düşlerinin en güzel prensesiydi. Umuduydu en dibe vurduğu zaman. Meryem'in sevgisinden arta kalan her şey ekmek kavgası ayakta kalma çabasıydı...
Bu dönüşü çok farklı olmuştu. Eşi ve oğluna birkaç hediye almıştı. Fakat Meryem'e bir haftalık kazancını harcamıştı. Onu mutlu görmek unutturacaktı her gece uykusunu bölen borçlarını. Kızını giydirip sokağa çıkarmıştı. Birlikte birkaç resim çekildiler. Çok mutluydu; kızı en güzel ayakkabılarla kasabanın toprak yollarında dolaşıyordu. Eteğinin tülleri en hafif rüzgârda bile sallanıyordu. Yürüyüşü bile güzelleşmişti babasının gözünde. İpeğe benzettiği saçları kurdeleli tokalarla genç kızları bile kıskandırıyordu. Bu bahar hepsi mutluydu. Eşinin mutluluğu daha başkaydı, kocası yuvasına dönmüştü. Tarlaları ekilecek, hasat zamanı yüzleri bir kez daha gülecekti. Haber gönderen alacaklılar belki susacaktı. Sonra Meryem okula başlayacaktı. Hayat güzeldi ve daha güzel olacaktı.
Geçen günler Yüksel ve eşinin hayallerini bir bir siliyordu. Zaman değildi elbette suçlu olan ama geçiyordu işte ve yaklaşıyordu ipin kopacağı an... Evde yolunda gitmeyen işler yüzünden, paralarını isteyen alacaklılar yüzünden, Yüksel'in birtakım borçlarını eşinden gizlemesi yüzünden tartışmalar başlamıştı bile. Her kavga bir öncekinden daha kırıcı oluyordu. Meryem köşelere çekilir olmuştu. Babası artık çok uzaklarda değildi ama uzakta olduğu zamanlardan daha çok özlüyordu babasını... Her akşam kucağına oturup, öpücükleriyle sevgisini tattığı babasını artık odanın bir köşesinden izliyordu. Henüz yaşı küçüktü fakat yüreğinden taşan buruk duyguları beraberinde onarılması zor yaralar açıyordu. Hüzünlenen gözleri hep dolu dolu bakıyordu. Bahar bulutları gibiydi. Olmadık anlarda düşüyordu damlalar babasının öpüşüne hasret yanaklarından. Geceler onun için bir sığınak olmuştu sanki hıçkırıkları geceyi delen ok gibiydi.
Evin huzuru iyice bozulmuş, herkes Yüksel'den bir şeyler bekler olmuştu. Yüksel artık ne yapacağını bilmez haldeydi. Meryem'in yüreğini titreten bakışları bile umut vermiyordu. Sanki hayat kayboluyordu kimsesiz bakışlarında ve her şey yabancıydı kendisine. Dostsuzdu, azgın denizlerde sığınacak bir liman arayan kaptansız gemi gibiydi. Anlamıyordu, nasıl olmuştu bütün bunlar? Sevgiler biter miydi? Sevdiği insanlar birer birer terk eder miydi onu kaderine? Her şey maddeden mi ibaretti? Hiç mi değeri yoktu yaşanan günlerin? Bir türlü anlamıyordu.
Sonunda mart ayının o yağmurlu günü olanlar oldu. Son kavgada son cümleler söylendi. Yüksel artık sona geldiğini hissediyordu. Olanlara dayanacak güç bulamıyordu içinde. Susmuştu en fazla konuşması gereken anında... Susmak ölümü müydü yoksa en güzel başlangıcı mı olacaktı bilmiyordu. Meryem babasının bu garip halini bir türlü anlamıyordu. Küçücük yüreğini babasının bu haline duyduğu üzüntü içten içe kemiriyordu. Her gece dua ediyordu gözyaşları içerisinde. Keşke babası eskisi gibi mutlu olabilse, keşke annesi eskiden olduğu gibi Meryem'le şakalaşıp oyun oynasa diye. Meryem bu düşünceler içerisindeyken, babasına göz ucuyla baktı. Aynı yerde sessizliğe gömülmüş birşeyler fısıldıyordu ağırdan.
Biraz sonra kalktı Yüksel. Yüzündeki o garip ve çaresiz ifadeyle kapıya doğru yürüdü ağır ağır... Karanlıktı sokaklar ve zaman sessiz sedasız akar olmuştu. Ayakları çamura bulaşmış olduğu halde saatlerce dolaştı sokaklarda. Yağmur bile kendisine öfkelenmiş gibi hissediyordu, hızla yürüyüp uzaklaşmak istiyordu her şeyden. Kaçmak istiyordu kendinden bile. Ancak bu kaçışı engelleyen birşeyler vardı sanki. Bazen o hızlı ve anlamsız yürüyüşüne ara veriyor, etrafına uzun uzadıya baktıktan sonra birşey hatırlıyormuş gibi tekrar devam ediyordu yürüyüşüne. Bu hali ne kadar daha devam ederdi hiç bilmiyordu. Zaten düşünmekte istemiyordu halini, hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Yapmak istediği tek şey böyle anlamsızca yürümekti. Zamanın hangi dilimindeydi bilemiyordu. Tekrar eve dönmüştü sabah oldu diyerek ama zaman onun için hep aynı durakta bekliyordu artık! Prensesinin günlerce öpmediği yanağını bir öpücükle okşadı ve gitti...
Bir saat sonra yürekleri dağlayan feryatlar koptu kasabanın hüzne bulanmış evinden...
Yüksel boynuna ipi geçirip kendini kendini yağan yağmurlarla birlikte. Zaman kimseye hesap vermeden yürümüştü. Yüksel de öylece hesap vermeden gitti ölümün merhaba dediği yere. Meryem'in gözleri bir noktaya takılıp kalmıştı.
'Zaman gözlerinde durdu. Onunla yok olan zamanlara mı inattı bu kaçış? Zaman o varken bir yudum suydu. Onsuz uzayan saniyelere mi inattı bu kaçış? Şimdi su zamanlara muhtaçtı. Zira onsuz geçmezdi bu bahar... Zira bu son makam söylenirken nasıl muhabbet duyacaktı onsuz baharlara. Zamandan kaçışı nereyeydi ve nereye kadar özleyecekti onun bahar gözlerini? Kim anlayacaktı zamanda yenilgisini? Bu zamansız yenilgiydi ve çocuk yüreğine ağır gelirdi bu son makam! Oysa dilinde öyle bir şarkı olacaktı ki; zamanından önce varacaktı menzile. İçinin hüznü zamanla birlikte yürürken şaşırtacaktı ateşleri İbrahim misali.
Şimdi sonbahardı... Suskundu... Suskunluğunun acısı ağıtlara çarpıp yakıyordu çocuk yüreğini. Şimdi babası sonsuz uzakta, eylülde düşen bir yapraktı. Şimdi zaman eylüldü. Kaçıncı gecenin hüznü dokunmuştu yüreğine ve hangi sokak lambasında haykıracaktı sessizliğe? Şimdi kuyulardaki karanlık yorganı oldu. Şimdi uykular düşman, gözler eylül, gözyaşları hazan... Şimdi matemler yağıyordu yüreğine. Ölmek ne demekti? Ne kadar sürecekti? Belki gelecek bahar yine babasının dönüşünü bekleyecekti... Sahi bu ölüm anı ne kadar sürecekti? Bu tatsız oyun bitmeyecek miydi yoksa? Ama babası gelmeliydi, geri dönmeliydi. Böyle gitmek yakışmazdı ona... Nemli gözlerin vedasını mutlu dönüşler silecekti.'
Şimdi Meryem'in gözlerindeydi babasının boynundaki ip, tavandan asılışı, hareketsizce yere uzatılışı... Boynundaki morluk, açılmayan gözler ve toprakta kayboluş...
(Sada Kültür ve Edebiyat Dergisi) 2007
Acıya merhaba. Yarım kalmış yaş/anmalara....
-Öykü en sevdiğim okuyuş biçimidir. Öyle ki yazdıklarımda bile öyküsel tavırları öne plana çıkarmaya çalışırım. (benim için önemli bir yazım biçimidir ÖYKÜ)
şu anda bir parçalanışın, santim santim dibe vuruşun öyküsünü okudum. Kalemin gücünden midir nedir içini hüzün kaplıyor insanın ve gözleri yanıyor okurken. Kısılıyor. Sonra düğümleniyor boğaz. Yutkunmak zorlaşıyor. Bir bitişti. Köyün o stabilize yokluğunu ve çamurlu yollarını iyi öykündürmüş yazar... çünkü okurken birebir izliyorsunuz bütün olanları yağmurdan zifir sokaları... dönüşü eve. Ve dönülmeyen gitmelerin veda başlangıcını...
Öykü hakikaten iyiydi. hakikatliydi Bu kalemden okuduğum farklı türlerden en iyisiydi...
Esen kalın şair/yazar...
Günün öyküsünü ve yazarımızı kutlarız👑👑
sayfaları daha sık ziyaret etmeniz dileğimizle👑👑