Bir Yudum Hikaye
O gün belliydi zaten, sırtına aldığı bağlaması ve yarısı giyile giyile sararan elbiseleriyle yola çıkan Yusuf'un niyeti. Sabah erkenden kalkmış, kimselere haber vermeden köydeki evlerin arasından sıza sıza, önce bahçelerden geçmek sonra iyiden iyiye köyden uzaklaşmak gibi bir plan işte, yaptı mı derseniz bu hayalin gereğini. Köy yerinde bu mümkün mü? Yok canım o kadar da değil. Sabahleyin değil gecenin dördünde dahi ufak bir poşetin üzerinden geçseniz, öksüre öksüre pencereye çıkan köy sakinlerini görürsünüz.
Ellerini şakaklarına atıp şöyle bir etrafa bakarlar, laa sen topalak Osman'ın oğlu Ziya değil misin? Aslında o kadar ileriye gitmeye de gerek yok. Köy yeri, sahibi herkes olan, yemek artıklarıyla yaşayan ve tek görevleri geceleri havlamak ve yoldan geçen araçlara refakat etmek olan köpekler cennetine benzer. Nerede kalmıştık...
Yusuf yola çıkacaktı, değil mi... İşte Yusuf da, böyle bir olayla yakalanmıştı, ama onun yakalanma anı köyde çocukların diline düşmüştü... Çünkü onun sınırları aşmasını haber verenler öyle köpekler falan da değildi, ha ha ha, susamaz Cuma'nın hindileri yakalamıştı onu.
Vah canlarım benim Yusuf öylece dalgın dalgın yola çıktığında, sersemliğini üzerinden atamamış olacak ki geçerken otların altında geceleyen hindilerin üzerine basmıştı. O hindiler öyle gulu gulu diye bağırmışlardı ki, ta köyün diğer ucunda oturan tuhaf Mehmet aceleyle, nefes nefese geldi. Ne oldu, biri mi hastalandı, köyü mü bastılar. Dokuz saniyede yirmi soruyu ancak tuhaf Mehmet sorabilirdi...
Öyle böyle derken, Yusuf yakayı ele verdi bir anda etrafını horoz dövüşü seyreder gibi sarmışlardı. Üstelik kimse şu olayı anlayalım demeden her gelene önceki gelen bir şey fısıldıyordu. Yusuf o kalabalıkta, dinlenmediğini anlayınca, yolculuk için yanına aldığı tohumluk hıyarı ve kafa büyüklüğündeki domatesini gazeteye sardığı tuza bana bana kütür kütür yemeye başladı.
O arada Yusuf bir de baktı ki, endişeli endişeli yarı koşar vaziyette, yarı yürüyerek biri daha geliyor. Gelen iyice yaklaşıp kalabalığı ikiye yardığında, Yusuf'un yüreği buğday patozu gibi atmaya başlamıştı bile. Zira gelen, gecelerce gözüne uyku sokmayan Emel'in ta kendisiydi. Yusuf'a köy yeri olduğu için tam yaklaşamayan Emel, komşusunun kızı Derya'ya ne olduğunu sormuş ve aldığı yanıt karşısında, gizlemek istediği bir damla düşmüştü bile. Daha fazlası belli olabilirdi, zaten çoktan yazmasıyla silmişti bile. Öyle ya biri görür de bunun anlamını sorarsa ne diyecekti, yakın akraba değillerdi hem de, aynı köyde yaşıyorlardı.
Birkaç dakika sonra sıkılan çocukların dağılmasını fırsat bilen Emel, aradan Yusuf'la göz göze gelmeye çalışıyordu... Öyle ya, nedenini merak ediyor ve kendi kendine sinirlerine hâkim olamıyordu... İçine bir kurt çökmüştü bile. Yoksa beni sevmiyor mu, ya öyleyse ne yaparım ben. Allah korusun.
Yusuf'un etrafını köyün gençleri sardığından bir şey de diyemeden dudağını ısırmakla yetinen Emel, yanındaki kızların; haydi eve gidelim artık annem bulaşıkları yıkamamı istediydi demeleri üzerine, durun yaa hele şu olayı anlayalım demişti bile... Bunun üzerine, kızlar kız yoksa Emel, diyerek kahkahayı basmışlardı bile. Emel de nedense inkâr etme gereği bile duymamıştı.
Bir tek Yusuf'un kız kardeşi Ayfer'in kıkırdayarak gülmesinden utanmıştı, bunun üzerine durumu toparlamak için, ne diyorsunuz kızlar, şakanın sırası değil benim ne ilgim olur elin oğluyla deyivermişti ama kim inanır, kızlar kafa sallayarak Emel'in kollarına girerek geri dönmeye başlamışlardı. Ayfer de arada bir, Emel yoksa demeye kalmadan, Emel: bari sen yapma arkadaşım demeye başlamıştı. Aslında bunu kendi de biliyordu ama utanmaktan kurtulamıyordu.
Yine de içinde bir his Emel'i hüsrana boğuyordu; ya giderse, bir ara Ayfer'e de sormaya kalktı ama yapamadı. Zaten gerek de kalmadı; Ayfer, abisiyle konuştuğunu birkaç günlüğüne asker arkadaşının yanına gideceğini duyunca rahatlamışken, tam bunun üzerine: ama geldikten birkaç sonra şehre gidecek, köyde yaşamaktan boğuluyormuş deyiverdi.
Emel de bunun üzerine daha fazla dayanamayarak: kızlar evde bulaşıkları yıkayıp evi temizleyeceğim diyerek aceleyle koşmuş gitmişti. Kızların içini bir burukluk kaplamıştı bile. Kendi aralarında: ne olacak bu işin sonu demeye başlamışlardı. Ayfer, abisiyle bunu konuşacağını ve Emel'in mutsuz olmasını engelleyeceğini söyleyerek eve gitmişti.
Aslında gerek de kalmamıştı, Emel çoktan Yusuf'la buluşmuş ve gözlerine yakıcı yakıcı bakıyordu... Yusuf da, erkek olmaya aldırmayarak yaşları akıtmaya, neden gitmesi gerektiğini anlatmaya başlamıştı... Emel'in bukle bukle saçlarını eline almış adeta tarıyordu.
Tam bir mutluluk tablosu...