Bir Zamanlar
Git gide popülerliğini yitiren, ha varlığı ha yokluğu dedirtebilecek cinsten bir köydü Eylikler... Konya'nın Beyşehir ilçesine bağlı ve ilçeye dört kilometre kadar cüzi bir uzaklıktaydı. Uzun zamandır benim ve ailemin uğramadığı köye gitmemizin tek gayesi babamın ailesini ziyaret etmekti. Her iki tarafı da bahçelerle kaplı yoldan sonra nihayet köye ulaşmıştık.
İlk durak yerimiz köyün en rövanşta olan çeşmesiydi. Bol bol su içtik. Hatta bir ara kendi kiloma suyun da verdiği şişlik eklenince o gün giymiş olduğum gömleğin beni ne kadar sıktığını hissettim ve içimden anneme bağırırcasına
'Al anne sana şifa, içirttin suları göbeğim şişti işte! Az sonra bende ki bedenden kopacak gömleğimin düğmesi...' diyerek anneme kendimce sitemlerimi bildirdim. (Tabi ki annemin duyamayacağı bir şekilde )
Çeşme başında ki molamızdan sonra dedem ve babaannemin yaşadığı eve döndürdük rotamızı. Klasik köy evlerinde olduğu gibi kapının bir bölümüne açılmış delikten sarkan bir iple yavaşça açtık kapıyı. Senelerdir alışagelmiş bir cümle ile annem:
'-Misafir kabul ediyor musunuz?' dedi ve babaannemin vermiş olduğu beklendik cevapla yavaş yavaş tahta merdivenlerden çıkmaya başladık. Dedem çok yaşlı olduğu için ona hazırlanmış yatakta yine dinleniyordu. Bizi görünce keyfinden biraz taviz vermek durumunda kaldı ve sırayla el öpme merasiminden sonra yerlerde bulunan minderlere oturduk.
Bu, arada sırada yapılan ziyaretlerimizde dedem hep mutluluğunu duayla karışık olan 'Kuzularınızın muradını görün...' cümlesiyle bizlere hissettirirdi. Yine aynısı oldu.
Bizim memleketin meşhur bir atıştırmalık ürünü vardır: Tarhana... Babaannem tok olduğumuzu öğrendikten sonra çerez tabakları, bahçeden toplanmış çeşitli meyveler ve kızartılmış tarhanalarla dolu bir siniyi önümüze koydu. Bu ara öğünün karşılığı kırıntıydı bu yörede. Kırıntı bölümünü de atlattıktan sonra sıra bahçe gezimine geldi...
Cumadan cumaya evden çıkan dedemi bahar havasında arabayla da olsa bahçeye doğru götürmek için hava aldırmak üzere evden çıkardık. Bahçe gezisinde anneannem ve diğer dedem de bize eşlik ettiler. Daha sonra anneannemgilin seneler önce terk ettiği köydeki evlerine bahçeden topladığımız sebzeleri ayarlamak için gittik. Oturma odalarında ki büyük tahta rafta dikkatimi çeken bazı şeyler oldu. Anneannemden karıştırma iznini aldıktan sonra o rafta ki kitaplara baktım. Veteriner olan dayımın o zamanlar ki ÖSS-ÖYS adı altında bir kimya kitabı ilişti gözüme. Arasında iki adet içi dolu zarf çıktı. Biraz merak duygumu bastıramayınca o iki zarfı da alıp odada bulunan geleneksel köy evlerine göre modern olan kanepeye oturdum. Zarfın biri beni ilgilendirmiyordu çünkü dayıma bir erkek arkadaşı tarafından gelmişti. Diğer zarfı gönderen kişi ise hayatımda belki en iyi tanıdığım insanların başında bulunan kişiydi; babamdı.
O zamanlar Elazığ'da Polis Okulunda bulunan babam iki dayıma da bir zarf içinde ayrı ayrı mektup yollamış. Mektubu gönderen babam olunca iyice meraklanarak satırları okumaya başladım. Şu eski mektuplarla başlayıp yine aynı o eski mektuplarla biten klasik cümleleri süsleyen tek şey babamın iki dayıma da vermiş olduğu bir takım öğütlerdi. Satır aralarına doğup büyüdüğü köye olan özlemiyle yeni eşine olan hasretini de sığdırmıştı. Arada duygusallaşan arada da ağabeylik taslayan mektubu tebessümlerimle okudum.
O zarfları kitabın arasına koyduktan sonra kitabı da aldığım yere geri teslim ettim. Bu sefer bankacı olan dayımın dershane defteri çekti ilgimi. Türkçe dersinde gördüğümüz tüm konular gayette bir Dil Bilgisi kitabı gibi güzel biçimde anlatılmıştı. Tesadüfe bakın ki iki hafta sonra benimde Dil Anlatım dersinden sınavım vardı. Hemen anneannemin yanına gidip defteri ödünç almak için izin istedim. Ve beklediğim izni aldıktan sonra raf karıştırma operasyonuna devam ettim.
İki dayımın da birçok eşyası vardı. Mesela veteriner dayımın mesleğe ilk başladığında tuttuğu defterlerden tutun diğer dayımın üniversitede not aldığı kâğıtlara kadar birçok şey üzeri tozlanmış olsa da o rafta anı değerini koruyordu. Bir zamanlar yaşadıklar her şeyi aynı tazelikte yaşatmaya devam ediyorlardı o tozlanmış eşyalar.
En sonunda bu olay zincirini düşüncelerimle güzelleştirmiş oldum. Şu an dayılarımın, annemin, babamın . dedikleri 'Bir zamanlar' tabirini acaba bende aynı huzur, mutluluk, neşe ve de özlem içinde kurabilecek miyim?
Ne diyelim: 'Umut dolu bekleyişle...'