Bizim Küçük Hikayemiz

Uyku ile hayatın birleştiği yerdeydi. Yatağına uzandığı andan yeni günün sabahına kadar aralıksız uyumuştu. Bilinci artık uyumadığını söylediğinde, yine rüyasız geçen bir gecenin sonunda olduğunu düşündü. Gözlerini açmaya gerek duymadan yastığına biraz daha sarıldı ve tatlı bir gevşeklikle kendini tekrar yatağa gömdü . Gözlerini açmasınada gerek yoktu. Kapalı gözlerinin ardından evin dışını hayal etmeye başladı. Ağaçlarla sarılı bu kocaman tahta evi rahatça hissedebiliyordu. Rüzgar ,şimdi uzaktaki denizden ve cam ormanından taşığıdı taze ve hayat dolu yaz kokularla birlite alt kattaki büyük verandanın cevresinde dolaşmakta olmalıydı. Bir an için meltemin verandanın üstündeki yatak odasının yarı açık penceresinden odasına doğru süzüldüğü düşündü. Büyük kanatları olan tahta kapı rüzgarın etkisiyle hafif hafif gıcırdıyor, camdan dışarı çıkmaya uğraşan beyaz tülü nazlı nazlı dalgalanıyordu.
Israrla gözlerini açmamaya devam etti bu tembel günün sabahında. Göz kapakların arkasında kızıllaşmaya başlayan gökyüzünü görür gibiydi. Birazdan güneş, çam ağaçlarına adeta yalayarak hızla yükselmeye başlıyacaktı. Bir kaç martı denize doğru süzülücek yatak odasının balkonundan, orman ve ötesindeki deniz tüm güzelliği ile kendini sergileyecekti.
Gecenin son karanlık parçaları odadaki kuytulara çekilerken Yine Rüyasiz bir gece diye iç geçirmekten kendini alamadı Ayşe. Sanki uzandığı andan sabaha dek koca bir boşluk kaplamıştı geceyi. Rüyaların olması gereken yerde sadece bir karanlık vardı. Onun sözleri geldi aklına "En iyi hatırladığın rüyayı düşün kolayca uyursun"...Rüya görmüyorduki hatırlasın, gecelerin gizemli düşler dünyasından sanırım kovulmuştu ve o bunun nedeni bir türlü anlıyamıyordu.
Sonunda o güzel,uyuşuk, tembellik dolu yatak keyfi bittiğinde yatağından kalkarak büyük balkona açılan iki ahşap, yarı açık kalmış kapıya yöneldi. Çıplak ayakları meşe döşemelerin serinliği ile temas ettiğinde yine o rahatlatan hissi duydu. Gıcırdayan döşemelerin üstünde parmak uçlarıyla dikilirken odanın akşamdan kalan yorgun haline bir göz attı.
Hasır koltuğun üzerine ve yere atılmış eşyalar vardı . Akşam üstünden attığı bluzu sanki sızmış bir sarhoş gibi koltuğa yayılmış haldeydi. Pantolon ise yatağın altına kaçmaya çalışan çocuk gibi yarı kıvrılmış halde çıkarıldığı yerde kalmıştı.
Küçük etejerin üstünde ise Marmarise geldiği günden beri bir türlü deri muhafazasına girmeden ortalarda olaşan fotograf makinesi vardı. Gördükleri karşısında delice bir tutkuyla bunuda ...bunuda çekmeliyim...aman tanrım bu harika arkadaşlar bayılacak...sesleri arasında deklanşöre kaç kez bastığını hatırlamıyordu bile...Makina bu çılgın furyanın ardından adeta yarı baygın, tek gözü tavanda yorgun bir halde kalmış gibiydi.
Odanın bu dağınık hali karşısında "Anne sen bunları iyiki görmüyorsun" diye iç geçirdi. Düzeltmek bir yana pantolu yatağın altına doğru tekmeliyerek kendini balkona atmakta gecikmedi. ..Uzun derin soluklar alırken İstanbulu düşündü bir an. İstanbul şu anda aşağıda geldiği günden beri park etmiş duran arabasının üzerindeki bir tozdu sadece. İstanbuldaki herşeyin neden bu kadar anlamsız olduğunu ve onun neden bu kadar haklı olduğu şimdi daha iyi anlıyordu. Balkon korkuluğunda duran sigarasına uzandı bir an... Akşam karanlığında bol bol paylaşmıştı yalnızlığını bu uzak yerde, Sabahsa hain bir düşman gibi geldi gözüne. Adeta sonsuz gibi uzanan çam ormanın ötesinde denizin parlak ışıklarına dalıp giderken yine geceyi düşündü elinde olmadan. Uzun yolculuğunu, bırakıp geldiklerini..."Çocuklar..çocuklar da keşke burda olsalardı" garip bir hüzün güneşin parlaklığını yavaşça gölgeledi. Elleri kısa sarı saçlarının arasında dolaşırken kendini küçük taburenin üstüne adeta yaramazlık yapmış bir çocuk gibi usulca bıraktı. "Şu anda mektubuna o kadar ihtiyacım varki..inan"...Dizlerini çenesinin altına çekerken çoktan günün ilk sigarası dudaklarının arasındaydı..."Ağlamıyorum dumandan sadece" ...Yazdığı son mektup halen çantasıydaydı En güzel satırları bir bir aklına geldi sanki kağıda değil aklına yazılan bu kelimelerle...SEN ZATEN HEP AKLIMDA OLDUN BENİM...Nerdeydi şimdi ,yeniden yazacakmıydı? Neler yapıyordu ?...Aklının karıştığını, duygularının bulanık bir camdan bakar gibi anlaşılmaz bir hale geldiğini biliyordu...
Yeni bir gün başlamıştı uzaklarda. Sadece o anı yaşamaya karar vererek. Büyük balkondan içeri girdi Ayşe...İnce gölgesi beyaz büyük perdelerin ardında kaybolduğunda kuşlar bir kez daha kumsala uçtular..Oysa Çıplak ayaklarında tahta döşeminin inanılmaz huzurunu hisederek yeni mektubunu yazmak üzere kendi hayatının derinliklerine dalmıştı.
AYLAR ÖNCE İSTANBULDA BİR SABAH
Bomboş kağıt küçük çalışma masasında akşamdan bırakıldığı gibi yazılmadan bomboş kalmıştı. Gökgürültüsü ile gözünü açtığında, camlara yağmur damlaları vurmaya başlamıştı bile. Gökyüzü, pencerenin nerdeyse tamamını kaplıyan devasa evin çatısından görüldüğü kadarı ile kasvet saçmaktaydı. Kapalı tülün ardından uzun müddet bu görüntüye takıldı kaldı. Sabahın bu saatlerinde penceresini kaplayan bu apartmanın hiç bir dairesinden ışık gelmiyordu. Ya herkes uyumaktaydı yada dünyada hayat bitmişti...Tam karşısındaki camında kocaman SATILIK yazan pencereye, içinde yaşayanlar varkenki halini hatırlayarak bakıyordu. O zaman bile gördüğü kocaman bir televizyonun ışığından başka bir şey değildi. Sanki o evde herhangi bir aile değil otomatik açılıp kapanan bir televizyondan başka bir yaşamıyordu...
Bütün bu düşüncelerin, aslında kendini bekleyen o kağıttan fazla önemi yoktu. Hala bomboş, hala dokunulmamış, hala bir bekleyeni olduğu halde orda duruyordu. Aslında ilk kelimesi hazırdı kafasında bu mektubun. Gitse, otursa o kağıdın başına hiç düşünmeden o hep yazdığı kelimeleri çabucak kağıdın üstüne koyuverecekti..."Merhaba Ayşe"...
Önce odayı keskin ışık adeta delip geçti...Saymaya başladı adam..O hep sayardı şimşekle, gökgürültüsü arasını .1...2...3....4....5....6...7...8 , 9 u bulmadan gökgürültüsü bu defa camları titretircesine yankılandı, küçük odada. "Gittikçe yakınlaşıyor fırtına " Bu abartılı gökgürültüsüne araba alarmları cevap vermekte gecikmediler. Topluca bir yaygara koparmışlardı yarı karanlık sokaklarda. Bütün bunların üstüne canhıraş bir ıslık seside içerki odadan duyuldu. İşte buda araba alarm seslerini eş arayan kuşların sesine benzeten sarı küçük, kanatlı bir yaratığın cevap çağrısıydı. Cem ses karmaşasının ortasında yine yazı masasının önünde bulmuştu kendini. Ayşeye ulaşması gereken boş kağıdın başına bir kez daha oturdu. Kafasından geçenlerin, bir büyü gibi kağıdın üstünde belirmesini boşuna bekledi bir zaman. Kafası dolmuş taşmış ama o fikirler bir türlü parmaklarına giden yolu bulamıyor gibiydiler...Beyaz kağıt hala ıssızdı.
Ayşenin rengide beyazdı. Bir renk tutmuştu bir zamanlar onun için. Beyazdan başka bir şey düşünememişti ona uygun. Renklerin bir anlamı varsa o beyazdı ayşe için...Kendi rengide beyazdı. Ayşe söylemişti bunu ona . Ama o kendini hep şeffaf bulurdu. Cam gibi, geçirgen, renksiz...Önünde durduğu neyse onun rengindeydi. Arkasında ne manzara varsa onu görürdü insanlar. Neyi görmek isterlerse oydu. O hep bir camın arkasındaydı sanki. İnsanları türlü hayalleriyle oyalıyor bazen neşenlidiriyor bazen hüzünlendiriyordu. Kimse aslında o camın ardınki kişiyi merak etmemişti. O sadece cam gibi ruhsuz, geçirgen yakından bakmaya değmez biri gibiydi. Oysa o camın ardında normal, seven aşık olan ama bunu hiç paylaşmayan . Acıları olan, sevinçleri olan gerçek bir insan vardı. Şimdiye kadar hep kavanozundan çıkmaya kendisi uğraşmışsada kimsede elini uzatıp açmaya uğraşmamıştı. "Nasıl olsa arkası görünüyor, merak edecek ne varki"

Bunları Ayşeyede söylemişti...Boğazın tepelerinde bir yerdeydiler, yine makineleri ceplerinde bir an yakalama peşinde ,pusudaydılar. Minik termostan doldurdukları çayı yudumlarken. Ayşe, bu cam adam lafına epey bir gülmüştü...."Ben camları çok severim biliyormusun hatta onları tadarım" Yüzüne düşen küçük kahkülü parmağınla hafifçe iterek gözlerindeki o hınzır gülümseme ile "Öyle bakma ya, doğru söylüyorum küçükken hep camları yalardım annem öyle kızardıki iz oluyor diye... Biliyormusun camında bir tadı vardır soğuk , tatsız gibi gözükür ama ben o tadı biliyorum hatta kokusunu bile alıyorum ... Çocuklar galiba herşeyi tadıyorlar büyüyüncede kendimize yasaklıyoruz dille tanıma olayını hayvani bir şey galiba bu "
Bu defada Cem gülümsedi bu sözlere "Mikrop kapmamak için olmasın "
Epey bir gülmüşlerdi bu sözlere...
Duvardaki tahta çerçeveli aynada, Gri beyaz saçlarına, ince yüz hatlarına baktı adam. Yeşilimsi kahve gözlerinden o anların neşesi geçti bir an. Ayşenin o birazda havalı zaman zaman iş kadını vari konuşmalarını yeniden duyar gibi oldu. Onunla ilk konuştuğu anda çok snop bulmamış değildi. Zengin teyzelerin, amarikada yaşayan kızlarının konuşmasını anımsatıyordu sesi, tavrı...Parlak kısa saçlarıyla meydan okuyan bir hali vardı. Zaman zaman konuşurken yada yüzüne bakarken "Bu kadın senin için 2 numara büyük gelir dostum" diye geçirmemiş te değildi. Herşeye rağmen gözlerindeki o gülümseme ve hepsinden çok o "AYNILIK" bir mıklatıs gibi onu ayşeye çekiyordu...
İstanbulda gün yavaş yavaş kendini göstermeye başlarken, nihayet kalemi eline almış ve satırlar kalemden kağıda akmaya başlamıştı. Yazdığı her harfin bir şekilde , bir yolunu bularak daha mektup bile bitmeden onun zihnine ulaştığını biliyordu. Sanki Kafasını ne kadar kapalı tutsada ona acı veren düşünceleride belki şimdi onun aklına doğru bir fax makinesi gibi akmaktaydı. "MEKTUBA NE GEREK VARSEN ZATEN HEP AKLIMDASIN"..."ACI ÇEKİYORUM VE SEN BUNUN NEDENİNİDE BİLİYORSUN, YİNEDE ARKADAŞLIĞIN OLMADAN YAPAMIYORUM"...
Yazdı....yazdı...Bitirdiğinde pembe duvarlı odasından çıkıp çoktan o ilk tanıştıkları güne geri dönmüştü...O sahildeki güne...

O GÜN
Rachmaninov's Piano Concerto No 2... Arabanın teybinin yeşil soluk led ekranında bu yazı gözüküyordu. Genelde Nat King Cole - Autumn Leaves bu mevsime uygun giderdi ama bu parçada gerçektende sonbaharın havasına öyle uygun düşmüştüki... Herhalde cennette bir müzik sistemi varsa Rachmaninov un bu parçası kesin çalıyor olurdu. ..Her dinlediğinde nedense gözyaşlarına bir türlü hakim olamazdı, şimdiden gözleri anılarla dolmuş bağazına doğru bir düğüm inmeye başlamıştı. Müziğin yükselmesi ile sanki uzak bir denizdeki yelkenlinin güvertesinde dolaşmaya başlamıştı. Büyük yelkenler fora ediliyor kabaran deniz üstünde gemi, ıssız kumsaların etrafından sessizce geçip gidiyordu. Besteci kafasından ne geçirmişti bilmiyordu ama Cem müzikle birlikte bunları yaşamaya başladı herzaman olduğu gibi.
Kafasının içinde çalmaya devam eden müzikle arabaya bir kenara çekip uzun sahil yolunun kenarında yürümeye başladı adam. İstanbulun serinlemeye başlıyan bu sonbaharında yapraklar, tamda hakkında yazılan tüm şiirleri doğrular gibi sarı ve kırmızı bir halde caddelerde savrulmaya başlamışlardı. Deniz koyu mavi ve dalgasızdı, sahilde okul kırgını birkaç gençten başka kimsecikler yoktu. Çok geçmeden çok sevdiği, bir kaç ağaç ve kıyıya çekilmiş balıkçı kayığının paylaştığı küçük parka ulaşmıştı. Bu defa kimsecikler bulunmadığından parktaki az sayıdaki bankı elde etmek için kendini hiç sıkıntıya sokmadı , rahatça en sevdiği köşeye kuruldu...Uzaktan geçen gemiler, tatlı ve uyutucu rüzgar ve Rachmaninov un nota kırıntıları ile dalmışken çok geçmeden yalnızlığını iri sarı bir sokak kedisi dağıtıverdi. Sokağa çıktığı herzaman olduğu gibi nerden çıktığı bilinmeyen bir kedi hemen soluğu ayaklarının dibinde almıştı. Defalarca yaşanan bu garip olay birkez daha tekrar ederken annesin dediği gibi evdeki sarı tüylü bayanın kokusunun bunda etkili olabileceğini düşündü. Yada gerçektende hayvanlar sezgileri sayesinde onu anlıyabiliyorlardı...Keşke insanlarda bu kadar uzaktan anlıyabilseler...
Kedi Ayaklarının dibinde çılgınca sürtünmeye devam ediyordu. Birden bir şey hisseti ...Bir garip titreşim. Sırtından serin bir rüzgar gibi esti. Tuhaf bir sıcaklık beynini adeta yalayıp geçmişti. Kulaklarının kızarmaya başlağını, başının hafifçe dönüyor olduğunu farketti. Alnında sanki biriyle kafa kafaya çarpışmış gibi bir ağrı duyuyordu. Elini istemsizce alnına götürdü...O anda biraz uzakta, kendisiyle aynı şeyi yapan kişi ile göz göze geldi...
Onunda eli alnındaydı. Mevsime göre biraz fazla kalın , uzun,örgü tunig hırka vardı üzerinde. Dizinin altında biten uzun çizmelerin üstünde bu defa dizlerin üstünde başlayan siyah bir etek giymişti.Beyaz dik yakalalı kazak boynunu sarmaktaydı. Elinde EasyShare bir makine ile fotograf çekmeye uğraşır gibi görünüyordu.Uzaktan dakikalarca inceledi. İnce yüzü, çıkık elmacık kemikleri kısa sarı saçları makyajı , takıları ile bir turist yada fotografçıdan çok sigorta uzmanı olduğunu düşündü bu kadının...
Ayşe ise göz göze geldiğinde, kahverengi süet montuyla oturan, azalan beyaz saçları alnına dökülmüş 40lı yaşlarında olduğu açıkça belli bu adam hakkında hiç bir şey düşünmemişti. O şu anda uzaktan gördüğü büyük bir Cumulus bulutun boğaz köprüsü üzerine ulaşıp, herzaman isteği fotografı yakalama arzusundaydı sadece.
Sarı saçları sabah güneşinde parlıyan bu kadını gördüğünde hiç yapmadığı bir şeye karar vermekteydi Cem. "biraz konuşsak" Bütün kadınlar evliydi onun gözünde. Parmaklarını yakalamaya çalıştı uzaktan bakışlarıyla...
En iyi taktik sigara...Biraz önce yakarken görmüştü...Lanet olası... hiç sigara taşımazdıki çakmak istesin...Nerden bulabilirim....Bir az önce tek sigara satanlar vardı belki yakalarım....
Artık etrafta dolaşmayı bırakıp, arsızlıkla kucağına çıkmaya çalışan kediyi bir kenara koyarak az önce yanından geçen sigaracı çocuğun peşinden yollandı hızlı adımlarla. Çok geçmeden elinde iki tek parliamentle bankına döndüğünde sadece bankın kenarına kıvrılan kediden başka kimse kalmamıştı..
Kadın, çoktan yok olmuştu...Hayal kırıklığı içinde yaptığı bu garip atağa şaşarak son bir umutla parkın diğer tarafına yöneldi yavaş adımlarla.
İki kayığın arasında çömelmiş sarışın başı farktetmesi uzun zaman almadı . Kayıkla ilerisindeki, minaresi gözüken camiyi aynı kadraja almaya çalışır gibi eğilip deklanşöre basıyordu. Cem, Bir kaç adımda yanında bitti kadının...Kalbi o hep söylendiğu gibi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Herşeye rağmen biraz önce hissetiği garip his kararından vazgeçirmiyor , onu rahatlatıyordu.
"Merhaba biraz önce sigara içerken gördüm...çakmağınız varmı" elini cebine atmış çakmağı bakmadan uzatmıştı ayşe."Fotograf çekiyorsunuz galiba, yakaladınızmı birşeyler bari" bunları söylerken yüzünün kızarmaması için dua ediyordu, çünkü kendini arsız çapkınlar gibi hisetmekteydi.
"Evet bir şeyler çektim ama hiçte istediğim gibi bir şeyler yakalayamadım.
"
Konuşmasında ilk izlenimi heves bozucuydu Cem için.Çok havalı bulmuştu.,Büyük bir Centerda, İş toplantısında yabancılara bir proje sunar gibiydi konuşması "Bu makine ile biraz zor gibi" diye lafa devam etti Cem isteksizce , aldığı cevapla ise biraz bozulmaktan kendini alamadı. "Nerden biliyorsunuz , anlarmısınızki"
" Biraz... bir ara çekmiştim bende" Çaresizce ve yorgun bir görüntüyle doğrulmuştu Ayşe çömeldiği yerden...
"Bakabilirmiyim çektiklerinize" Bu kısacık konuşmanın nereye varacağı tahmin etmeye çalışıyordu.Ne diye konuşmaya devam etmeye çalışıyorduki... Her an süretle uzaklaşmasını bekliyordu kadının.
Bir saniye düşünmeden uzatmıştı makinesini Ayşe hiç tanımadığı bu kişiye...Adam makineyi almış son fotografa bakmıştı gözlereni kısarak ,inceler bir tavırla. Ayşe adamın yanınına sokularak küçük LCD ekrana birlikte bakarken, merakla nasıl bulduğunu sormaya hazırlanıyorduki Cem makineyi geri uzattı.
"Ne o bakacağınızı sanıyordum"
"Gözlüklerim yokki hiç bir şey göremiyorum"...
O ana kadarki ciddiyet bir anda tepetaklak olmuş Ayşe adamın birazda utanmış yüzüne şaşkın bakarken biryandan gözlerinin içine kadar gülümsemişti.Veee İşte yine o an aynı serin dalga yayıldı etrafa. Herşey bir anda bembeyaz oldu. Biraz önceki anlaşılmaz tuhaf durumun nedenini artık biliyordu ikiside. Şu andan itibaren onun rengi beyazdı... Ayşeyi, Her düşündüğünde o beyazlık düşüncelerini kaplıyacaktı.

Evet herşey o parkta başlamıştı. O sonbahar, yapraklar inerken, havalar soğurken, dalgasız bir deniz gününde,istanbulun bir yerinde, Rachmaninov un müziği bitmişken.Her şey o parkta başlamıştı.
Uzun uzun konuşmuşlardı o ilk gün. Aralarındaki tuhaf benzerlikleri ilk kez keşfetmişlerdi gülerek. Arkadaş olmaya karar vermişlerdi hiç bir şeyin bozmayacağı "Sadece ve sadece arkadaş" olmaya karar vermişlerdi....Sonunda o günde diğerleri gibi uzaklaşıp kayboluverdi. Akşam kızılığı şehre inmişti. İkiside yollarına devam ettiler ,sessizce.
Eve dönüş yolunda bu defa teypte Samuel Barber in "Platoon" u çalıyordu Cemin arabasında..İki yandaki ağaçlar kayarken bütün günü düşündü durmadan. Yol akarken, birlikte yaşadıklarının heyecanını bir kez daha kalbinde duydu.. Birazdan evinde tek başına olacağı odasına çekilecek ve o ilk mektubunu yazacaktı. Öyle söz vermişlerdi çünkü... Müzik bittiğinde, kafasındaki mektuptada son satırına gelmiş, noktasını koymuştu...Uzaklarda bir yerlerde ise Ayşe henüz yazılmayan mektubunun ilk satırlarını çoktan ruhunda duymaya başlamıştı...
KASIM AYINDA BİR YOLCULUK
Soğuk rüzgar denizin ortasında görünmeyen bir kırbaç gibi dolaşıyordu. Adalara doğru hızla yol almakta olan şehir hatları vapurunun kıç ,dış koltuklarında oturan yolcular bu görünmez kırbaçı zaman zaman yüzlerinde hisediyorlardı.Bir kaç sigara müdaviminden başka Cem ve ayşede bu yolcular arasındaydı. Gemi bembeyaz pruvasını Sirkeci den ayrıldığından beri gittikçe artan bır hızla, yüksek olmayan ,koyu mavi dalgalara vermişti. Denizden sıçrayan küçük damlalar zaman zaman küçük zerreler halinde tahta sıralarda oturan az sayıda yolcunun yüzüne vurmaktaydı.
Ayşe yakası kürklü montunun içine adeta gömülmüş, şapkasını gözlerine kadar indirmiş bir halde adamın koluna iyice girmiş ve ona sokulmuştu. İkisinin de burnu ayyaş sokak serserileri gibi kıpkırmızıydı, ancak bu görüntülerinin farkında değillerdi. Ellerindeki sigaralar rüzgarın etkisiyle adeta alevleniyor, daha dudaklarına götürmeden hızla eriyordu.
Adam hayatının belkide en güzel anındaydı herşeye rağmen. Yanında ona nedeni soğuktan bile olsa sımksıkı sarılan kadının sıcaklığını tüm vücudunda hissetmekteydi. Beresine ve deli rüzgara rağmen, rağmen saçlarından yayılan yasemin kokulu parfümü bile hisedebiliyodu zaman zaman. Uzun müddet öylece konuşmadan kaldılar. Sonunda Cem sesizliği bozan oldu.
"Üşüdünmü Ayşe"
"Sorma ,alt kısım sizlere ömür, yukarılar can çekişiyor" diye gülümsemeye çalıştı Ayşe.
"Söylemiştim sana içerde oturalım diye"
"Hayır...Bu yolculuk burda yapılır...Ne kadar zamandır bunu özledimiği biliyormusun"
"Özlemini giderecek daha güzel bir gün bulamazdım sanırım" ...Bu sözlerle birlikte Cemde biraz daha yakasını kaldırarak adeta kokusunu bile almadığı sigarasanı bir parmak hareketiyle denize yollamıştı.
"Ya Cem... sen ne yabani bir adamsın "
"Nerden çıktı şimdi bu"
"Öyle ama.. naziksin, duyarlısın, kültürlüsün...Ne bileyim çok arkadaşsın...Ama bütün bunlara sahip olan birinin olmayacağı kadar yabanisin"..."Tanıştığımızdan beri sana çalıştığım yere gel diyorum gelmiyorsun mesela..."
"Gelirsem bana otomat satmak istiyeceksin biliyorum" diye alaycı bir gülüşle cevap verdi Cem.
"Yok... yanınada bir çuval kahve satmak isitiyorum"..."Of ya evimede gelmedin...evinede çağırmadın bu nasıl bir şey yabanilik değilmi bu sence "
"Merak etme Sokakta yaşamıyorum benimde evim var"
"Bırak dalga geçmeyi...Neden gelmek istemiyorsun iş yerime ?"
"Şimdi Ayşecim...Gelmek istiyorum desem o zaman neden gelmiyorsun diye soracaksın...İstemiyorum desen bu defa bozulacaksın...."
"Ve sen bu sorunun cevabını vermek istemiyorsun"
"........"
"Mantığın bu defa çürüdü Cem Bey. 1.Eğer Gelmek istiyorum deseydin niye gelmiyorsun diye sormazdım.Zaten Gelmediğine göre aslında sen gelmek istemiyorsun demektir 2.Evet... bu sorunun her iki cevabıda beni bozar bu durumda"
"Bu ne mantık... İşte çalışan kadın Ayşe bu, iş yerinde böylesin galiba" Bu sözleri yine gülümseyerek söylemişti adam, Ayşe ise başını salayarak adamın kolunu biraz çekiştirdi.
"Ama sorumun cevabı bu değil yabani adam"
Gerçektende Parktaki o sonbahar gününden beri geçen zamanda tuhaf bir ilişkileri olmuştu. Bir isim takmak gerekirse Gerçek bir "Sokak arkadaşlığı"...Birlikte fotograf çektiler, parklarda oturdular, sokak satıcıcılarından yediler, yaptıkları en lüks şeyse bir sinamaya gitmek olmuştu bu zaman içinde. Bu arkadaşlık,Ayşenin iş hayatı, ev yaşamı, akrabaları, arkadaşları dışında onun, bir çeşit serserilik içeren gizli bir ikinci bir hayatı haline gelmişti... Yada hiç yaşamadığı gençlik günlerinde olması gereken bir flörtü çağrıştırıyordu. Ama tek farkla aralarında elle tutulur duygusal bir şey yaşanmamaktaydı...Adamsa Köşedeki bakkala bile arabayla giden, sosyal hayatı kalabalıklarla dolu,ama yalnız gözüken bu kadında ne buluduğunu kendine çok kez sormaktaydı. Bütün bu sorgular onun bir adım uzakta durmasının nedeni olabilirmiydi acaba. Kendine sorduğu ,sorular ve kelimeler onu karşısında gördüğünde ise, sabun köpüğü gibi kaybolup gidiyordu ortadan... Ruhu bomboş ve çaresiz kalıyor gibiydi ,Ayşeyi ilk gördüğünden beri içindeki bu boşluğu sadece onun düşüncesi doldurabiliyordu. Cemin asla söyleyemiyeceği bir sır gibiydi bu düşünceler. Sevgi hayallerini kafasının en derin köşelerine kovmaya uğraşıyordu. aşkın kelimesini bile konuşmamaya gayret ediyordu. Midesindeki tırtıllar çoktan kelebek olmuştu ama bunu söylemek sanki onu kaybetmek demek olacaktı. Bu yüzden hep sesizlikler içinde kalıyordu... Birlikteliklerinin dış görünüşü marjinal Fransız filmlerindeki sahneler gibiydi, fonda hep "Un Homme Et Une Femme" çalıyordu çoğu zaman.
Gemi limana yanaştığında kafalarında cevaplarını bilmek istemedikleri sorularla indiler soğuk Ada limanına. İstanbulda yaşam devam ederken Adada zamanın durmuş olduğunu her zaman yaptıkları gibi düşündüler hiç konuşmadan aralarında.Yavaşça elini tuttu Kadının ,ilk kez yapıyordu bunu. Hiç sesini çıkarmadı Ayşe tepkisiz kaldı öylece... Adam kadının kafasındaki düşünceleri ilk kez okuyamadığını, garip bir belirsizlik olduğunu düşündü...Gemi yeni yolcularını alarak çoktan limandan ayrılmıştı.Yeni bir gemi gelene dek önlerinde uzun bir zaman vardı. Sessizlik devam etti....
ADADA
Boş evlerin önünden geçtiler. Kayıp hayaletler gibi dolaştılar yapraklarla dolu ıssız sokaklarda. Sessizliği bozan Ayşenin durmadan inip kalkan makinesinden gelen deklanşör sesi oldu. Dönüşe geçtiklerinde . bir kahvenin buğulanmış camlarının ardında dinlenirken buldular kendilerini. Çaylarını yudumladıktan sonra iki yanı çam ağaçlarının eşlik ettiği yolda sahile doğru devam ettiler.
"Cem sana birşey söyliyeceğim..."yolun kenarındaki odundan yapılmış banka yöneldi Ayşe Çantasını ve makinesini tahta masının üzerine koyup
"Beni seviyorsun değilmi" hiç bir cevap gelmedi. Sadece başını öne eğdi adam gözlerini kaçırarak mahsunca
"Cem....o parktaki günü hatırla...Çok tuhaf bir şeydi değilmi...ve sonra tüm olanlar...Ben herşeyin farkındayım..." kısa bir sesizlik oldu bir kaç karga sesi böldü bu sancılı sesizliği ikilinin arasında.
"Demin ellimi tuttuğunda avcularımın içini öpüp yüzene götürmek istemiyormuydun sanki...sanki bilmiyormuyum benim arkamdan bakarken parmaklarını saçlarımın içine gömmek , koklamak istediğini...Cem her karşlıştığımızda bana sarılmak istediğini sımsıkı bilmiyormuyum sanıyorsun...Aramızda ki bu ne olduğnu tam bilmiyorum belkide akıl internetidir. bana bunları hep anlattı sen bunları hiç hissettirmemeye çalışsanda."
"Bunları niye söylüyorsun Ayşe"
"Cem ben ikinci evlilğimden sonra park edilmiş bir araba gibi herşeyimi kilitledim ve anahtarıda kaybetiğimi sanıyordum...Benim için çocuklar vardı, arkadaşlarım, ailem....İşte sen bunların hepsini bir kenara koydun...Bunu isteyerek yapmadın ama oldu işte unuttuğum şeyleri tekrar yaşamak istiyorum artık..Nedenini bilmiyorum belkide senin hislerin beni harekete geçirmiştir...allah kahretsin gerçekten bilmiyorum."
Adam sorusunu tekrarladı sanki kafasında hiç bir düşünce yokmuş gibi boş gözlerle
"Bunları niye söylüyorsun Ayşe"
"Çünkü bu söyliyeceklerimden dolayı çok üzüleceksin biliyorum"....Bir anda gözlerinin kenarların dolu olduğnu farketti kadın. Bir ağırlık oturmuştu yüreğine taşmak üzere bir bent gibi gözleri acımaya başlamıştı.
"Cem... birisi var..." karşısındaki adamın gözlerinde bir tepki arar gibi dikkatlice baktı boşuna. kelimeler hızını kaybetmiş tek tek çıkmaya başlamıştı ağzından
"Ve benimle evlenmek istiyor "...konuşması yeniden hızlandı hatta telaş dolu bir hal aldı kadının "Bak nerden çıktı anlatayım aslında oğlumun kız arkadaşının babası bir kere karşılaşmıştık. Yanii öylesineydi...Sonra kızına söylemiş...Benle...benle ilgilendiğini...Bende dalga geçmek için bir kere çıktım...evet öylesine...Fena biri değil...iyi bir işi var...iyi yani her şey...iyi...Cem ben yapamıyorum yani flört bana göre değil ben böyleyim evleniyorum hemen...yapamıyorum anla beni beni sen biliyorsun konuştuk anlattım kendimi sana"
"Yapma Ayşe...Ne olursun yapma...Madem herşeyi biliyorsun yapma bunu bana lütfen"
Gözlerindeki hayal kırıklığı ve çöküntü öylesineydiki..Daha fazla kendini tutamadı Ayşe...Kafasının içindeki Cem ağlıyordu zaten ...Bir kaç damla hızla yanaklarından süzülüp tozlu yola karıştı.
"Cem seninle olurmuyduk bilmiyorum...Seninle ikiz gibiyiz her adımını biliyorum...Her sözünü...Üstelik Kendi içeni öyle kapalısınki buna rağmen biliyorum...Bak onu seviyormuyum bilmiyorum ..."
"Neden evleniyorsun o zaman"
"Her şey çok uygun".."Sense koca bir bilinmezliksin"
"Herşeyimi bildiğni söyledin"
"Hayır geleceğini bilmiyorum...Yani nasıl bir gelecek olur bize onu bilmiyorum"
"Senin kafan karışık Ayşe...Ne istediğni gerçekten bilmiyorsun"
"Hayır...Biliyorum"...aradaki gerilim birden inanılmaz boyutlara ulaştı. Ayşe Kendini tutamaz bir halde Adamın omuzlarına vurmaya çalışır gibi kolarını kaldırdı.Bir kaç kez vurduda...Gözyaşları sicim gibi iniyordu. "Biliyorum biliyorum" sesi bir çığlık kadar keskinleşti. Başı dönmeye başladı...Kendini adamın kollarına bıraktı sıkıca sarıldı...ağlamaya devam ederken son birkez ama bu defa hafiçe "Biliyorum" dedi.
"Hiç bir şey bilmiyorsun Ayşe Bildiğin tek şey Benim seni ne kadar sevdiğim.""Ne olur saçma bir şey yapma..."Seni seviyorum neden biliyormusun "Çünki sende beni seviyorsun...Ama aklımız o kadar aynıki bunu sadece benim acım sevgim olarak görüyorsun....Sen beni sevmeseydin ben seni böylesine sevmezdim"
Bir daha hiç konuşmadılar o gün...Işıklar yanmaya başlarken istanbulun onlarda iskeleye adım atmışlardı.
Gün bitmişti...Olan olmuştu. ..Bundan sonra neyin başlayıp neyin biteceğini ikiside bilmiyordu gerçekten. Sanki bir yerlerde birisi bu hikayeyi bitirmeye, hayatlarına yeni bir şekil vermeye hazırlanıyordu.
MARMARİSTEKİ SON GÜN VE SONRASI
Gece büyük balkonun ardında uzanan ormanın üstüne çökmüştü. Yıldızlar teker teker karanlık içinde kendisini göstermeye başlamıştı. Akşamın sesizliğinde uzaktaki koyda kıyıya vuran dalgaların sesi bile duyulmaktaydı. Rüzgar gün boyu düştüğü rehavetten kurtulmuş büyük tahta evin etrafında serin ve rahatlatıcı bir esinti ile dolaşmaktaydı.
Bu sonsuz huzur ortamında ateş böcekleri balkona doğru uzanan ağacın üstünde danslarına başlarken Ayşenin sigarasının küçük ışığı adeta onlara eşlik ediyor gibiydi.
Yeni gelen mektubunu henüz bitirmişti. kağıdı özenle ikiye katlayıp kucağına bıraktı. Sigarasının son nefesini çektiğinde bir kez daha okumak için sonsuz bir özlem duydu bütün satırlarını ezberlediği mektubunu.
"Seni çok özledim Ayşe, şu anda gecenin 2 si yani bizim saatimiz. Hatırlarsın mesajların yola çıktığı, kelimelerin küçük tuşlara yazıldığı saatler. Aylardır sensizim ve buna hiç alışamadım. Biraz önce bir kaç kelime döküldü dudaklarımdan oturdum sana bir şiir yazdım. Beni sana anlatsın diye

SEN GİTTİĞİNDE...
Çok ağladım sanırdım
Gözyaşı nedir bilmezmişim
Çok sevdim sanırdım
Aşkı hiç tanımamışım
Çok özledim sanırdım
Hiç yollara bakmamışım
Çok eller tuttum sanırdım
Hiç dokunmamışım
Çok mutluyum sanırdım
Hiç gülmemişim
Hep güneş doğar sanırdım
Hİç geceyi görmemişim
Yaşıyorum sanırdım
Meğer hiç doğmamışım
Bütün bunları sen gittiğinde anladım sevgilim.

Mektup böyleyce sürüyordu. adeta tüm yaşanan o iki kısa ayın hikayesi gibiydi, Küçük bir parkta başlayan bir ada gezisinde son bulan.
Mektubun sonunda Şöyle diyordu adam
"İçimdeki boşluk öyle büyükki meğer orda hep sen varmışsın... Sen bu mektubu okuduğunda eğer beni seversen, eğer beni istersen birşey söyleme yada arama ben bunu bileceğim Ayşe"
Ayşe Mektubu tekrar ve tekrar bitirdiğinde çoktan gece olmuş yatağında uykuya dalmıştı. Serin rüzgar yine perdeleri oynatmakta yorgun dünya yeni bir güne koşmaktaydı. Uyumadan önce son kez onu düşünmüştü. Hiç görmediği evinde, hiç görmediği odasında o şimdi ağlıyormuydu...
XXXXXXXXXXXXX
İstanbulda gece iki...Bu onların saatiydi....Uyumuyordu...İçindeki boşluğun günlerden sonra dolmasını umutla bekliyordu Cem. Karanlık odasında paralayan saatin fosforuna dikmiş gözlerini bekliyordu.
Sonunda telefon titreşti. Mavi bir ışık biraz olsun aydınlattı karanlığı...aceleyle uzandı adam telefonuna...Ekranda onun siyah beyaz resmini görmüştü...Kalbi hızla çarparak onun yüzüne birdaha baktı...Garip bir hüzün kapladı...Bİr kaç saniye teraddüten sonra mesajı okumak için yes düğmesine bastı.
"Beni hiç kimse senin gibi sevmeyecek biliyorum.Çok üzüleceğinide.Cem beni affet ben evleniyorum. Ne olursun beni hiç unutma.Herşey çok güzeldi"

Telefonu yerine bırakmadan kapama düğmesine sıkıca bastırarak telefonu ve kendini birkez daha dünyaya kapattı adam. Hiç bir şey düşünemedi zaten herşeyi çoktan düşünüp defalarca konuşmuştu kendi kendine. Hayatada kızmıyordu. Tanrının onu böyle yaratığını kaderin böyle çizildiğni kabul etti.Onun mutluluğu için dua etti bir süre. Çok geçmeden tüm hayal kırıklıkları içinde uykuya daldı...
Rüyasında kendini birden çok güzel bir yerde buldu Cem. Orman kıyısında bir büyük tahta evin kapısını çalarken. Kuşlar tüm sevinci ile ötüyor gibiydi. Yazın tüm renkleri adeta koku olmuş etrafa yayılmış gibiydi. Kapıyı çaldığında, merdivenlerden koşarak inen ayak seslerini duydu...Sonsuz gibi geçen bekleyişin ardından onun yüzü kapının aralığından gözüküverdi...Hiç konuşmadan boynuna sımsıkı sarılerdi genç kadın. Başını tutup kısa sarı saçlara gömdü kendini adam. Öyle mutluyduki...Gözlerinden yaşlar geldi...ikiside o kapının önünde hem sarılıp hem ağlaştılar...O çok istenilen bir gün şimdi gerçek olmuştu...Sonunda kapı kapandı, karanlık başladı ve rüya bitti. Gerideki tek gerçek Adamın yastığındaki yaşlardı.
Yıllar geçti 30 yıl. Birdaha hiç görüşmediler. Kim nerde ne yaptı bilmeden yaşadılar. Bütün bu olanlar çok eski bir anı gibi kaldı.
XXXXXXX
Genç adam, ölen babasının ardından ilk kez küçük odasında sanki geçmişten kalan bir hikayeyi arar gibi dolaşıyordu. Öldüğünden beri bu odaya girememiş bir güç onu hep kapısından döndürmüştü. Sonunda işte o odadaydı ve babasının eşyalarına dokunmaktaydı.
Duvar kenarında duran dolabın üstünde babasının zaman zaman okuduğu kahverengi kalın deftere uzandı genç...Küçük şiirler, kısa hikayeler ve yazılmış parça parça anılar vardı. Defterin sonunda ise dört mektup sayfası katlanmış okunmayı bekliyordu sanki yeniden.
O dört mektubu sindirerek okudu babasından kalan...Bir kısa zamanın uzun bir hikayesi gibiydi...O yaşananları okuduğunda Kendini asla tutamıyacaktı. Şimdi babasının o zaman zaman dalışını.Bazen dilinde olan o kısa ismi daha iyi anlıyordu. Gözyaşlarını silerken son mektuptan bir resim dizlerine düştü. Bir sonbaharda çekildiği belli olan renkleri çoktan uçmuş bir fotograftı bu. Bir kadın vardı resimde. Kısa sarı saçları beyaz mantosu ile iki sandalın önünde durmuş objektife gülümsüyordu. Genç adam o parkı ve o günü düşündü . Boğazına birşeyler takıldı kaldı. Resmin arkasını özenle çevirdi. İki satırlık bir yazı solmuş bir halde okunuyordu.
"Ayşe , Onun rengi beyazdı"

10 Eylül 2010 31-32 dakika 4 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar