Böğürtlen Yası
Tepelerin arasından geçtikçe yüzüne çarpan güneş ışığı uyandırmıştı. Tutulmuş boynunu ovaladı. Yanındaki sudan birkaç yudum aldıktan sonra saatine baktı epey zamandır uyuyordu. Yanından geçen görevliye ne kadar yol kaldığını sordu. İki saatlik yol kalmıştı. Gecenin habercisi yüksek tepelerin gölgeleri eteklerindeki köyleri kaplamaya başlamıştı. Yanından geçtikleri tarlalar koşuşturan insanlar ve akşam dansını yapan kuşlar... İzlemeyi her zaman sevmişti. Yolculuğun en güzel yanı buydu; dağları, tepeleri, yanından geçtikleri yerleri izlemek ve buralardaki insan yaşamlarını düşünmek onların hayatlarına bu şekilde girmek kendisini onların arasında yaşıyor gibi hayal etmeyi severdi.
Birkaç yıl önce mezun olduğu üniversitede asistan olarak göreve başlamıştı. Araştırma için uzak yerlere gönderilecek birisi olduğunda hiç düşünmeden öne atılırdı. Kadim bir kasabanın kültürünü incelemek için düşmüştü yola bu defa. Bir aydan daha fazla sürecekti, mümkün olduğunca en yaşlılarla konuşacak ses kayıtları alacak fotoğraflar çekecek ve üniversitenin dergisinde bunu yayımlayacaktı. Bir saat kadar zaman geçmiş hala başı koltukla cam arasında dışarıyı izliyordu. Az sonra otobüs durdu. Küçük bir mola verilecekti. Otobüsten inince bu yere hayran kalmamak işten bile değil diye geçirdi içinden. İki ulu ağacın dalları altında inşa edilmiş bir dinlenme alanı. Yanındaki küçük ağaçların altına serpiştirilmiş masalar birkaç çeşme ve her taraftan akan sular; insan ömrünü burada tamamlayabilirdi. Sol tarafa biraz yürüdükten sonra yapının arka tarafında kalan meyve bahçesini gördüğünde hayranlığı yüzünden okunuyordu. Binanın her iki tarafında yapılmış iki küçük çardağın altına tabureler ve küçük masalar yerleştirilmişti. Çardakların üzerine kenarlarındaki böğürtlenler atılmış kimi olgunlaşmaya yüz tutmuş kimi yeşil henüz. Huzurun tanımı bu olsa gerek diye geçirdi içinden, gelen görevli kendisine çayını uzatırken; koparabilirsiniz dedi. Çayını yudumlayıp sigarasını yaktı. En kötü alışkanlığıydı bu. Ama kadim kültürleri incelerken kendisine ülkenin çeşitli yerlerinde tütünler ikram edilmekteydi. Zaten kadim öyküleri dinlerken severdi en çok tütün içmeyi. Az sonra yolcular otobüse doğru hareketlendiler, bozuk para bıraktı masanın üzerine ve uzanabildiği birkaç böğürtleni kopardı. Otobüs hareket edince tadına baktığında sanki tek bir meyve değildi bu. Sanki bilinen bilinmeyen tüm meyveler bir araya toplanmıştı bu minik meyvenin içinde.
Bir saat kadar geçmişti ki kasabanın girişinde birkaç küçük dükkânın önünde durdu otobüs, kasabanın bir terminali yoktu. Valizleri yanında ne yana gideceğini bilmiyordu. Birkaç dakika bekledikten sonra kendisine yanaşan bir genç siz araştırmacı hanımsınız sanırım, Kasabamızın belediye başkanı sizi bekliyor dedi. Yürüyerek gideceklerdi, zaten başkanın bir makam arabası da yoktu. Birkaç küçük dükkân önünden geçtiler. İleride küçük bir meydan vardı ortasında yine ulu bir ağaç ve gölgesine serpiştirilmiş tabureler ve hemen karşısında bir çay evi ve onun yanında belediye ve diğer küçük devlet binaları. Merdivenlerden çıkıp başkanın mütevazı odasına ulaştılar. Orta yaşına yaklaşmış, gür bıyıkları ve uzun boyu ile bu yolculuğa çıkmadan önce hayatını kaybeden çok sevdiği ve tanışma imkânı da bulduğu bir sinema oyuncusuna benzetmişti. Başkan kendisini buyur edip karşısına oturdu, bıyıklarının sarılığı tütünden kaynaklandığı belli zaten odası da tütün kokuyordu. Çaylar gelmiş başkanın ikramını çevirmeyerek sigara yakmış soruları cevaplıyordu. Başkanın konuşmaları nezaketi bir faklı gelmişti kendisine. Hangi üniversiteyi bitirdiğini sorduğunda başkan bende orayı okudum senin gibi yıllarca asistanlık yaptım ve büyüklerimin kaybından sonra burada kalmaya karar verdim ve yaklaşık on yıldır bu görevi sürdürüyorum dedi. Buna üzülmüştü, başkan çok farklı bir insandı ilk görüşte anlamıştı bunu ve onunla geçecek vaktin kendisine çok şey katacağını şimdiden anlamıştı.
Beraber indiklerinde artık karanlık çökmüştü. Kasaba misafirhanesinde kalacaktı. Meydanın batı tarafında gözüne çarpmıştı beyaz bina. Birkaç sarmaşık zaten küçük penceresi olan bu binayı kaplamaya başlamıştı. Eskiden kalma ahşap bir yapı zor şartlarda iyileştirilmiş ve misafirhane olarak kullanılmaya başlanmıştı. İyi akşamlar dileklerinden sonra başkan kendisine yarın gün boyu eşlik edeceğini söyledi. Odası meydana bakan tarafta ikinci katta idi ahşap merdivenlerden çıkınca sağdaki odaydı. Ahşap bir yatak birkaç göz dolap her şey eski idi, çalışmalarını yapması için getirilen masa ve sandalye ona göre bu dünyadan değildi.
Seslerle uyandı saatine baktı sekiz olmuştu nerdeyse hızlıca hazırlandı, aşağı indiğinde dün valizlerini taşıyan kişinin kendisin beklediğini gördü. Başkanın kendisini kahvaltıya beklediğini söyledi. Misafirhanenin arkasındaki sokaktan ilerlediler biraz yokuş indikten sonra, meyve ağaçlarının olduğu bir bahçeye doğru yöneldiler, hemen ileriden akan küçük suyun kenarına kurulmuş yer sofrasında kasabadan birkaç kişi ile birlikte başkan kendisini bekliyordu. Tanışmadan sonra başkanın yanında dizleri üzerine çöktü, bu küçük bahçe kasabanın ortak bahçesidir dedi başkan isteyen istediği zaman gelir, çocuklar çocukluğunu burada ağaç üzerinde geçirir dedi. Bir hayli özenle hazırlanmıştı sofra... başkan biraz geri çekilip eski bir yastığa bir kolunu dayadı kül tablasını önüne çekti, tütün kokusu hoşuna gitmişti. Çayla beraber içilen birkaç sigaradan sonra başkan önce kasabamızı gezelim sonra çalışmana başlarsın dedi.
Geldikleri yönde ilerlediler. Evler bahçe içinde genellikle tek katlı ve büyük bir renk uyumu vardı. Başkan her evin boyasında emeği olduğunu söyledi, kasabalı birkaç yıl içinde başkanın desteğiyle evlerini tamir etmiş, bahçelerini güzelleştirmiş ve kartpostallarda görülebilecek şirin bir kasaba haline getirmişlerdi. Meydana varmadan güney yönünde biraz ilerlediler burada ilkokul ve hemen yanında sağlık ocağı vardı. Meydanda olan eski sağlık ocağı kaldırılmış çocuklara yakın olması için buraya yapılmıştı. Okul rengârenk boyanmış, oyun alanları ve çevresini kuşatan ağaçlarla şehirlerdeki okullara hiç benzemiyordu... vakit öğleni çoktan geçmiş kasabanın hemen her yerini gezmişlerdi, otobüsten indikleri yerin ilerisinde girişi yol üzerinde olan bahçe içinde yemek için oturdular. Buraların sevilen yemeklerinden pişirilmesine bir gün önceden başlanan adını şimdi hatırlayamadığı bir yemek yemişlerdi. Yine buralara özgü içtikleri kahve daha önce böğürtlen yediğinde olduğu gibi bir tat bıraktı. Sanki her şeyden biraz vardı bu kahvenin içinde ve her yudumda başka bir tat... Kasabanın geçmişi..., demişti ki başkan kendisine sigara uzattı ve çay istedi. Detaylı bir çalışma yapılmış değil henüz ama kasabanın az ilerisindeki taş yapılara bakıldığında geçmişi bir hayli uzak diyebiliriz dedi ve devam etti. Bildiğimiz kadarıyla ve birkaç kalıntıya bakıldığında uğrak bir yermiş eskiden, çok büyük kalıntılar değil bunlar. Ancak büyüklerimiz seferler sırasında buralarda otağların kurulduğunu söylerlerdi. Sanırım buralardaki yapılara bakmak amacıyla geride bırakılanlar zamanla bizim kasabayı inşa etmişler. Hatta cumhuriyet kurulmadan önce burada bir toplantı yapıldığı da büyüklerimiz tarafından anlatılmıştı dedi başkan ve devam etti. Tarlalar sürülürken bulunan birkaç çömlek parçası ve üzerindeki işlemelerden görülüyor ki daha da eskiye tarihlendirebiliriz kasabayı. Biz buralarda bulunan buna benzer şeyleri izin alarak okullarımızda muhafaza ediyoruz dedi başkan. Fotoğraflarını çekmek isterim dedi ve kalktılar...
Biraz ilerleyince bahçelerden gelen küçük kadın gurubuyla karşılaştılar, toplanan böğürtlenlerin reçele, içeceğe ve hatta şaraba dönüştüğü eski usullerle işleyen küçük bir işletmesi vardı kasabanın, grupla beraber oraya doğru ilerlediler. Mistik bir koku hissetti. Yan yana kurulmuş birkaç bina içerisinde işleniyordu böğürtlenler ve tamamen kadınların faaliyet gösterdiği bir işti bu. Uzun uğraşlar sonucunda iş imkânı olmayan bu kasabada kadınlarında para kazanmasını sağlamıştı başkan bu küçük işletmeyi kurarak. Böğürtlen içeceği ve reçellerin tadına baktıktan sonra çok az üretilen ve birkaç yıl öncesine ait bir şişe şarap kendisine hediye edildi.
Misafirhaneye geldiğinde karanlık olmak üzereydi. Az sonra odanın kapısı vuruldu. Tepsi içerisinde güzel kokulu yemekler vardı. Bu dünyadan olmadığını düşündüğü masasına geçti. Bir süre sonra sarmaşıkların kapladığı pencerenin iç tarafındaki derin boşluğa oturdu ve meydana doğru baktı. Aklına hediye edilen şarap gelmişti. Birkaç yudum aldıktan sonra yine aynı şeyi hissetti sanki buradaki her şey birçok şeyin harmanlanmış hali idi. Masaya yöneldi biraz not aldı, bir şeyler yazdı. Saat epey olmuştu, yatağına yönelirken bardağında kalan birkaç yudumu da içti. Birçok yer gezmiş kalmıştı ama burada geçireceği bir ayın hayatının en güzel dönemi olacağını hissediyordu...
Öykü su gibi aktı gitti ayrıca da Tunceli'nin Ovacık beldesinin muhteşem halkını anımsattı birazcık
Çok beğendim içtenlikle kutlarım Hüseyin bey👑
Bu güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim Sermin hanım, yorumlarınız çok kıymetli.
Bir Anadolu Kasabası ve o kasabaya görevli olarak gelmiş bayan araştırmacının yaşadıkları akıcı bir dille öyküleştirilmiş. Böyle bir yerde geçirilecek bir ay gibi bir zaman dilimi ve insanlar ile ilişkileri mutlaka güzel anılara da dönüşecektir geldiği yere dönerken hikaye de adı geçen bayanın... Hangi Anadolu kasabasından yolunuz düşse de geçseniz, bir iki dakikalık molalarda bile size bir bardak su ya da ayran mutlaka ikram ederler, kalma durumunuz varsa parasız pulsuz misafir ederler sizi... Özetle güze bir öykü olmuş. Kutluyorum yürekten Hüseyin Beyi...👍👍👍
Çok teşekkür ederim Ahmet Bey, Anadolu'nun güzel insanlarının yardımseverliğini misafire olan hürmetini çok güzel özetlemişsiniz. Bu güzel coğrafyadan küçük bir zaman dilimini öyküleştirebildiysem ne mutlu bana.