Boyunduruk
Köyün sığır çobanı Âdem Amca'nın evinde bu sabah olağan üstü bir durum vardı. Köy halkından çokları oraya gidip geliyor. Merak edip gelenlerden birine sordum:
-Sabahın erken saatinde bu insanlar orada ne yapıyor? Neden toplanmışlar?
-Âdem amca hastalanmış. Durumu da ağırmış.
Merakımı gidermek için kalabalığa doğru giderken en küçük torunu Halil ile karşılaştım. 'Halil, evladım dedenin neyi varmış?' dedim.
-'Amcalarım aralarında konuşurken duydum. Dedemin yüzüne ölüm nişanı düşmüş. Dedem ölecekmiş' dedi.
-'Ağzından yel alsın evladım. İnsan hastalanınca hemen ölür müymüş?' dedim.
-'Bilmem dedem uzun süredir hastaydı ama durumunu kimseye bildirmedi' dedi.
-'Hadi evladım üzülme Allah'tan ümit kesilmez. Derdi veren Allah dermanını da verir' dedim.
Halil dedesinin hastalığının ağırlaştığını haber vermek için, eski muhtarın evine doğru giderken ben de kalabalığın arasından geçerek hastanın yanına vardım.
-'Selamünaleyküm komşular. Geçmiş olsun Âdem Amca, Allah şifa versin' dedim. Ama Âdem amca beni duyacak halde değildi yüzü ter içinde kalmış; ah anam ölüyorum diye bağırdıkça her yer inliyordu. Daha on dakika geçmemişti ki askerliğini sıhhiye olarak yapmış olan eski muhtar elinde bir çantayla içeri girdi. Muhtar:
-'Önce herkes odayı boşaltsın' dedi. Ve çantasından çıkardığı ağrı kesici iğneyi Âdem Amca'nın kalçasına vurdu, daha yarım saat geçmemişti ki Âdem amcanın sesi kesildi ve uykuya daldı. Ancak terlemesi devam ediyordu. Eski muhtar, Âdem Amca'nın çocukları ve köyün güngörmüş ileri gelenleri kendi aralarında konuşuyorlardı: 'Kasaba doktoruna götürsek üç günde kasabaya ancak varırız'.
Oğlu İbrahim: 'Olsun yolculuk üç gün değil üç ayda sürse doktora götürmek istiyorum' der. Hazırlıklar yapılır; Âdem Amca öküz arabasında hazırlanan yatağa yatırılır; İbrahim, torun Halil ve eski muhtar yola koyulurlar. Üçüncü gün sonunda kasaba doktoruna vardıklarında Âdem Amca iyice zayıflamış, bağıracak takati kalmamış. Doktor muayenesi sonucunda, hasta için yapılabilecek bir şey olmadığını evine götürülmesini ve ömrünün son günlerini evinde çocuklarının arasında geçirmesini söyler ve ellerine verdiği ağrı kesici ilaçlarla birlikte geri gönderir.
Yolda oğlu ve torunu Allah'ım iki iyilikten birini ver diye dua ederek geri dönerler. Köye geri döndüklerinde evin büyük odasına serdikleri yatağa hastayı yatırdılar. Hastanın ağrısı artınca ağrı kesici verip rahatlatmaya çalışsalar da gün geçtikçe ağrı kesicilerde fayda etmez oldu. Hasta bağırdıkça yukarı doğru fırlıyor, dili de neredeyse göbeğine kadar uzayacak şekilde dışarı çıkıyordu. Bugüne kadar bu köyde böyle bir şey olmamıştı. Çocukları ve köylü şaşkındı. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Eski muhtar, Âdem Amca'nın çocuklarını yanına çağırdı:
-'Evladım babanızın birilerine borcu var mıydı? Birilerine bilinen bir haksızlık mı yaptı?
-'Hayır, bizim bildiğimiz ne borcu var ne de yaptığı bir haksızlık' diye cevap verdi çocukları. 'Ama köy halkına bir soralım onlardan helallik isteyelim'.
Bunun üzerine köylülerle konuşulur, helallik istenir ama Âdem Amca yinede ruhunu teslim edemez. Âdem Amcanın feryatları devam ederken torunu Halil:
-'Muhtar amca; dedem tarla sürerken, yük taşırken öküzleri zorlandıklarında sırtları şişinceye kadar döverdi'.
Bunun üzerine eski muhtar 'öküzlerin boyunduruğunu getirin' dedi.
Getirilen boyunduruk Âdem Amca'nın üzerine konar konmaz son bir kez Allah diyerek ruhunu teslim etti. Bu elim hadise üzerine eski muhtar iç çekerek 'Demek ki sadece insanların haklarına değil hayvanların da haklarına da dikkat etmek gerekiyormuş...' dedi.