Bozkır'ın Çelimsiz Çocuğu
Yaz aylarında eski taştan yığma evlerle dolu, bu çukur yaylaya göçeriz. Yaylamıza yeni beton evler yapılır üzülürüm. Hep doğal kalabilse, değişmese keşke. İnsanlar da hep aynı kalsa diyeceğim. Hep yaşlı ve ya hep çoluk çocukla dolu bir dünya aklınıza gelecek. Öyle değil. İnsan değişmese insan! Bugün tanıdığım dostum yarın bir yerden parayı vurunca değişmese. Aynı kalsa, hep o çocuk masumiyetiyle yaşasa. Kötülük nedir bilmese. Zenginler olmasa, açlık sefalet olmasa. Herkes bir düzeyde olsa yaşanılası bir dünya olmaz mıydı? Sanırım olmazdı. İmtihan dünyası burası, kötüler olacak ki iyiler fark edilsin. Zengin patronlar olmasa fakir işçiler nerden para kazanacaklardı. Fakirler olmasa o parasını nerden kazandığı belli olmayan zengin müsveddeleri, el alemin gözüne batıra batıra kime sadaka vereceklerdi. Pardon yardım edeceklerdi.
Ne diyordum. Yaylamızda elektrik yoktur, olmamasını da tercih ederim zaten. Küçüklüğümün yazları neredeyse buralarda geçti diyebilirim. Bizim yaylanın günlük rutininden bahsedeyim biraz.
Sabahları evin emektarları anneler sabah ezanı ile kalkarlar. Kapı kenarında bekleşen büyük baş hayvanları avluya alırlar. Hayvanların başlarda bekleyişinin sebebi buzağılarının bu evlerde olması gibi görünse de aslında bu hayvanlar sahiplerini tanıyorlar. O yüzden kapı önünde uyurlar ve geviş getirirler. 'Nasıl tanıyacaklar canım!'' demeyin.
Benim annem inekleriyle konuşur. Her akşam üstü inekler eve geri dönerken -ki bu geri dönüşleri de tanıdıklarının ayrı bir kanıtıdır- bayırdan görünürler. Oralarda nazlanır gibi hem yayılırlar(ot yerler) hem de oyalanırlar. Annem ineğin adını bağırır yani çağırır. İnek arka arkaya böğürerek eve doğru yürümeye başlar. Eve yaklaştıkça buzağılar annelerinin sesini duyarlar. Kavuşma anına kadar bu böğürmeler karşılıklı devam eder.
Tekrar dönelim sabaha. İnekler avluya alınır sağma işlemi gerçekleşir ve akşama kadar beslenme amaçlı evden uzaklaşırlar. Bu kısımdan sonra benim tatlı uykumdan uyandırılma vaktim geliyor. Annem:
─; Hadi oğlum şu buzağıları sürüver de gel. Gelince yine yatarsın hadi.
Bu cümle birkaç defa tekrarlanır. En sonunda uyanırım. Buzağıları ineklerin gittiğinin tam tersi istikametine doğru götürme işlemi annemin 'sürüver'' kelimesinin karşılığıdır. Bu adımdan sonra o gün artı bir iş yoksa artık akşama kadar pinekleme, arkadaşlarla vakit geçirme zamanı gelmiş demektir. Elektrik ve bilumum elektrikle çalışan malzemelerin olmadığı bir yerde neler yapılabilir diye bir düşünün. Hele ki bu zamanda. Artık oyunlar bulabilmek sizin yaratıcılığınıza kalmıştır. İlk akla gelen oyun aleti bir futbol topudur. Şu an düşünüyorum da topla oynanabilecek on civarında oyun biliyorum galiba.
Gelelim futbol topunun sahibi olan o havalı ve bir o kadar da kıskanç çocuğa. Bu çocukla oyun oynamak bir bıçağın sırtında yürümek gibidir. Başta ona çok iyi davranmalısınız. Yoksa size ilk kuracağı cümle:
─; Bak oynatmam ha!
─; Ama...
─; Sen bilirsin, ben de gider evde oynarım.
Bütün ipler onun elinde. Sizin hiçbir oyun materyaliniz yok. Eve gitseniz ya sıkıntıdan patlayacak ya da annenizin size buyurduğu bir işle baş başa kalacaksınız. Adeta bir eziyet. Bu seçenekler sizi ayıya dayı demeye itiyor mecburen.
Karşısındaki Toros'lara nispet yaparcasına düz olan bir ovadan geçtik.Burada ne zaman yürüsem yeryüzünde ne kadar küçük, çelimsiz bir o kadar da aciz olduğumuzu fark ederim. Sanki bir karıncaymışız da oracıkta büyük bir ayakkabı, daha biz numarasını okuyamadan bizi eziverecekmiş gibi.
Ovanın etrafında küçük tepecikler, hemen arkalarında bir gri taş kütlesini andıran, yer yer kar parçalarını bünyesinde barındıran devasa Toros Dağları var. Bizim ulaşmak istediğimiz yer neyse ki Toros'lar değil. Biraz önce bahsi geçen küçük tepeciklerin arasından sızan nehir desen nehir değil, çay desen çay değil pek sığ bir su akıntısı.
Geliş amacımız balık tutmak. Tutacağımız balığın cinsi ne derseniz, bilmem. Şöyle iki parmağım kadar bir balık. Hava da bir sıcak ki sormayın. Keşke şapkamı da alsaydım, yayan yürüyene güneş daha bir acımasız davranıyor. Aslında fazla da uzak bir yol da yapmadık. Deminden beri biz biz diyorum da yanımdakinden bahsetmedim. İbrahim. İbrahim deyince bir garip oldum. Biz ona hep İbo deriz de. Bizim İbo uzaktan baksanız çelimsiz, pek zayıf, kuru birisi gibi görünür. Ama pek kalender oğlandır, yaşıtım olsa beni bile dövüverecek diye korkarım.
Velhasıl suyun kenarına geldik. Elimizde üçe bir metrelik ağ ve küçük bir kova var. Su bol yosunlu ve taşlı. Ben işin ehli olmadığım için İbo bana durumu anlattı. Ben çayın bir tarafına geçeceğim İbo diğer tarafa ağın ucundan tutacağız. Ağın iki ucuna taş bağladık ki yere çöksün. Çöktü de. Ardından çayın bir ucundan başlayıp ağı sürüklüyoruz. Gelen balıklar bir hışımla ağa çarpacak ve biz tam o anda ağı yukarı çekeceğiz.
Heyecanla ilk balığın ağa takılmasını bekliyor İbo. Ben burada balık yoktur diye umursamıyorum. İleri geri, ileri geri ha bire yürüyoruz. Arada İbo zıplıyor ki balıklar sesten ürksün. Bana da zıplamamı söylüyor. Yürüyor ve zıplıyoruz. Sıcak hava alnımın çatına vuruyor.
Bir an İbo durdu. Ağ titriyor. Ben çekiyorum o çekiyor. Bu işte bir terslik var.
- Çekmesene, diyor İbo.
Bırakıyorum. İbo önce arkasına düşüyor. Sonra hedefine ulaşmış bir yarışçı gibi ağı bir hışımla kendine çekiyor. Ağda küçük bir balık debeleniyor. Balık kafasını ağa geçirmiş. İbo iki eliyle kaygan balığı tutuyor. Bir terzi edasıyla balığı oradan çıkarıyor. Ben suyun karşısında onu izliyorum. 'Kova' diyor. Alıp kovayı hızlıca ayın daraldığı bir noktadan koşuyorum yanına. Hop balığı atıyor hemen içine. Bana bir küfür savuruyor.
- Su gatsana şuna. Haydı gaçacak şindi.
- Tamam, dur. Diyorum.
Hemen suyu dolduruyorum. Atıyoruz balığı içine. Hadi tekrar iş başına. Bu balıktan sonra İbo birkaç defa ağ titriyor diye ağı çıkarıyor ama hiç balık gelmiyor. Neyse ikindiye kadar on tane balık tuttuk. İkisi kovadan atlayıp suya kaçtı. Neymiş efendim kovayı suya yakın koymuşum.
Ben 'Yeter İbo' diyorum. İbo'nun gözü doymuyor. Biraz daha uğraşıyoruz. Ağ ile suda gezmekten suyun rengi değişiyor. Dibi görünmüyor artık. Yine ağ titremeye başladı. Bu sefer de benim çekmemi söyledi İbo. Çektim ağı koca bir yılan bizim ağa takılmış. Ben biraz korkuyorum tabi İbo karşıdan gülüyor bana. Bir değnek buldu geçti karşıya. Başladı yılanla oynamaya. Yılan da kaçamıyor tabi ağa takıldı.
- Ne yapacaz? Dedim.
Aldı ağ ile yılanı biraz uzaklaştı. Önce yılanı bir taşla öldürdü. Sonra yılanı ağdan balık çıkarır gibi çıkardı. Tekrar balık tutmaya yeltendi. Sözde ben İbo'dan büyüktüm.
İnsan egosu ve zalimliği içinde varsa insanın demek ki her yaşta olabiliyor ister çocuk ister yetişkin olsun
hele ki zamanımızda hayvanların insan yapısı kadar duyarlı olmalarına karşın insanlar da aksine duygu yitiriyor
Günün öyküsünü kutlarızud83eudd20ud83eudd20
Teşekkürler ğ