Bozkırın İçinde Kaybolmak

Sıcak bir rüzgâr, Konya'nın uçsuz bucaksız düzlüğüne serilmiş kurak toprakları okşuyordu. Güneş, sararmış buğday tarlalarının üzerine eğilmiş, sanki her şeyi biraz daha eski, biraz daha yorgun gösteriyordu. Kadir, ayakkabısının içine dolan ince kum tanelerini hissettiğinde, yürümeyi bıraktı. Ellerini ceplerine soktu, göğe baktı. Ne geçmişi hatırlamak istiyordu, ne de geleceği düşünmek. 


İnsan, bir şehri terk edince mi yalnız olur, yoksa bir şehir mi insanı terk edince? Kadir bunu tam olarak bilmiyordu ama uzun zamandır, bu bozkırın ortasında, kendi varlığının bile soluklaştığını hissediyordu. Bir zamanlar heyecanla konuşan, hayatta bir şeyleri değiştirebileceğine inanan o adam gitmişti.Yerine, ayaklarını sürüyerek yürüyen, suskun, içindeki boşluğu kelimelerle dolduramayan biri gelmişti.  


Bir mezarlığın önünden geçti. Duvarlarına kazınmış isimler, tarihler… İnsanlar hep bir şeyleri bırakırdı geride, ama gerçekten kim hatırlanırdı? Kadir, çocukluğunda dedesinin mezar taşına dokunduğu anı hatırladı. O zamanlar, ölüm sadece büyükler için bir gerçekti.Şimdi ise, hayatın her anında gizli bir gölge gibi yanında taşıdığı bir şeydi.  


İnsan, en çok ne zaman ölür?"diye düşündü. "Beden toprağa karıştığında mı, yoksa kimsenin hatıralarında artık yer bulamadığında mı?"


Daha fazla düşünmek istemedi. Düşünceler bazen insanı öldürmez, ama içini kemirerek varlığını silikleştirirdi. Onun da şu an hissettiği tam olarak buydu.  


Kadir yürümeye devam etti. Arada bir geçen kamyonların tozu havaya kaldırışı, eski bir türkü gibi kulağına çalıyordu. Sanki bu şehir, onu unutmuştu. Ya da belki o, şehri unutmaya çalışıyordu.  


Bir kahvehaneye girdi. İçeride birkaç yaşlı adam, çayın buharı arasında kaybolmuş gibiydi. Kadir, eski bir sandalyeye oturdu ve pencerenin dışına baktı. Çay istedi. Bardaktaki sıcaklık avuçlarını ısıttı, ama içindeki soğukluk hâlâ geçmemişti.  


Bir süre sonra, masanın üzerindeki şekeri parmaklarıyla ezmeye başladı. Bazen insan, en küçük şeylerle oyalanır, çünkü büyük şeyleri düşünmek fazlasıyla yorucudur. 


Kahvehane çalışanı yaklaştı. "Çayı tazeleyim mi?"diye sordu.  


Kadir başını iki yana salladı. "Yok, sağ ol."


Aslında ihtiyacı olan şey belliydi. Kendini bir yere ait hissetmek.Ama bunu bir çay ocağında bulamayacağını, hatta hiçbir yerde bulamayacağını biliyordu.  


Dışarıda çocuklar koşturuyordu. Bir zamanlar o da böyle neşeyle koşmuştu.Şimdi ise, sadece yürümeyi seçiyordu. Çünkü insan büyüdükçe, koşmayı unutuyordu.  


Hesabı ödeyip çıktı.Gözleri, Konya'nın geniş sokaklarında bir anlam arıyordu. Ama hiçbir şey eskisi gibi görünmüyordu. Ya da belki de o, eskisi gibi göremiyordu.  


Kadir, bir kaldırım taşına oturdu ve ayakkabısının bağcıklarını düğümledi. "Bağlanmak,"diye düşündü, "İnsan en çok nereye bağlanır? Bir şehre mi, bir insana mı, yoksa geçmişine mi?"


Cevabını bulamadı. Ama belki de bulmasına gerek yoktu.Çünkü bazı soruların cevabı, hiç olmamak içindi.  


Kalktı, yürümeye devam etti. Bozkır, onu içine çekmeye hazırdı.


Ve o da, kaybolmaya çoktan razıydı.  


Turgay Kurtuluş 


28 Mart 2025 3-4 dakika 2 öyküsü var.
Yorumlar