Buke / 1. Hikaye
BUKE (1. Hikaye)
Uyuyamayıp da kendimi gün ışır ışımaz sokağa attığım bir gün, yorulup bir yere çökmüştüm.. Şu sadece durak tabelası olan ara duraklardan biriymiş çöktüğüm yer. Bir kadın yanaştı yanıma, ` Ulus otobüsü geçti mi? ` dedi.. Bilmediğimi söyledim.. ` Siz ne bekliyorsunuz? ` dedi.. Bir şey beklemediğimi söyledim.. Güldü, ` Yazık size.. ` dedi, ` Bakın, ben hiç değilse otobüs bekliyorum.. `
Ben de gülümsedim ve sustum. Bu hikaye böyle başladı.
Haklıydı, önce beklemeyi öğrendim. Sonra beklemenin yetmediğini. Yolu ve zamanı kısaltmak için, neyi bekliyorsam ona doğru yürümeyi öğrendim..
Kararsız geçen bir günün ardından, ertesi sabah erkenden kalkıp, aynı durağa yürüdüm, aynı yere oturdum. Kendi istemişti bunu, çok geçmeden o kadın gözüktü, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle.. ` Ya bugün? ! ` dedi, daha ben konuşmaya fırsat bulamadan.. ` Bu gün farklı..` dedim, heyecandan kimin olduğuna karar veremediğim bir sesle.. ` Bu gün beklediğim bir şey var..`
` Güzel ` dedi kadın ` Nedir o? .. `.. Biraz heyecandan, biraz da evli olup olmadığını anlayabilmek amacıyla ellerine baktığımdan; - parmaklarında kırmızı taşlı iri bir yüzük ve üzerinde pırlantaya benzer taşlar olan alyans benzeri bir başka yüzük daha vardı -, başım hafifçe eğik, ` Sizi..` diyebildim..
` Sizinle konuşmak istiyorum biraz, izin verirseniz.. `. Sonra başımı kaldırıp gözlerine baktım usulca, sakindi, yüzünde belli bir ifade yoktu, yorgun bir yüzü, hüzünlü gözleri vardı. belli belirsiz makyajı, yaşamında özel biri yok diye düşünmeme neden olurken, sessizliğini bozup konuştu.. ` Ne konuşacaksınız? ..`
Öyle ya, ne konuşacaktım? Oysa epeyce hazırlanmıştım, her şeyi unuttum birden bire.. ` Şey ` diyebildim, ` Önceki gün söyledikleriniz etkiledi beni.. Düşündürdü.. Haklıydınız, benim de beklediğim bir şeyler olmalıydı.. Ben, yalnız yaşayan biriyim, belki bu yüzden bir çeşit travma içindeyim, depresyon da diyebiliriz belki.. Bazen gereğinden fazla umutsuzluğa kapılıyorum.. İşte o zaman sizin dediğiniz gibi, gerçekten beklediğim hiç bir şey olmadığını anlıyorum.. Siz beni uyandırdınız, beklediğim bir şeyler olmalı, evet.. Zayıf bir olasılık olsa bile, beklediğim bir şeyler olmalı..
Ama ben daha garantili bir yerden başlamayı düşünüyorum, her sabah buraya gelip sizi bekleyeceğim.. Sanıyorum bir yerlerde çalışıyorsunuz, bu da hafta sonları hariç, her sabah buraya geleceksiniz demektir.. Benle ilgilenip ilgilenmemeniz o kadar önemli değil benim için ama beklediğim şey, siz olacaksınız, hiç konuşmasanız da olur, aldırmam.. Hatta sıkılırsanız daha uzak ama sizi, gelip gelmediğinizi görebileceğim bir yerde de bekleyebilirim.. Yanlış anlamayın, sizden beklediğim bir şey yok, sadece sizi beklemeyi seçtim hepsi bu.. `
` Bence bir mahzuru yok, bekleniyor olmak da güzeldir.. Ben de bu duyguyu uzun süredir yaşamıyorum ne yazık ki her ne kadar - bir an durakladı - neyse.. Benim için de güzel olacak galiba. ` dedi kadın hafifçe gülümserken. Alıcı gözüyle süzdü beni, ilk defa görüyormuşçasına.. ` Sıradan birine benzemiyorsunuz, öyle düşüneceğinizi sanmıyorum ama gene de söylemek zorundayım, aklınızda yanlış şeyler varsa, yani benle ilgili, yani beni tavlamak gibi.. `
Sözünü kesip ` Hayır, hayır..! ! ` dedim.. ` Öyle bir şey yok.. söyleyeceklerim bu kadardı.. Sadece bilmenizi istedim.. Rahatsız ettiysem özür dilerim.. Anlaşıldı, sizi uzakça bir yerde bekleyeceğim bundan sonra.. Hatta sizin beni göremeyeceğiniz kadar uzak bir yerde.. Sizin yerinize koyabileceğim başka bir şey bulana kadar, sabahları sizi beklemeye devam edeceğim.. Hepsi bu.. `
Ulus otobüsü, caddenin başında gözüktüğünde, ikimiz de susuyorduk. Otobüs durup kapıları açıldığında sadece ` Hoşça kalın^` dedi önce, sonra otobüsün kapısına doğru yürürken ` Fazla uzakta beklemenize gerek yok.. ` dedi gülümseyerek.. Ve gitti..
Salakça bir şeydi yaptığım, evet, ama ben her sabah, o durağa gidip, o kadını beklemeyi iş edindim kendime. Daha çok durağın karşısındaki kaldırıma oturup bekliyordum.. Böylece ne çok uzak ne de çok yakın oluyorduk birbirimize. Zaten hiç konuştuğumuz filan da yoktu. Hatta ilk günlerde fazla göz göze gelmemeye bile çalışıyorduk.. Çok seyrek de olsa ara sıra karşılıklı gülümsüyorduk sadece.
Sonraki günlerin birinde, aklıma daha çok b e k l e m e k istediğim geldi, öyle ya bu kadın işe gittiğine göre, işten dönüyordu da. Kadını karşılamaya karar verdiğim o gün, oldukça erken bir saatte gidip yerime oturdum. Yaklaşık iki saat sonra otobüsten indi ve beni fark etmeden yürüyüp gitti. Ertesi gün de aynı şey oldu, O` nu akşamları da beklediğimi fark etmiyordu. Sabahlara alışkındı ama akşamları da burada olacağım aklına gelmiyordu demek ki, kendimi bir şekilde gösterse miydim, yoksa böyle sürüp gitmeli miydi? Görse de değişen bir şey olmayacaktı nasıl olsa, bu nedenle ben her zamanki yerimde oturmaya devam edip durdum.
Kaç gün sonraydı bilmiyorum ama bir gün beni gördü. İnanamamış gibi tekrar tekrar dönüp baktı, gülümsedi ve gitti.. O gün daha mutluymuşum gibi geldi bana. O zaman, daha çok beklemeliydim ama nasıl? Bekleyişlerimi nasıl çoğaltabilirdim? Ansızın aklıma geldi, salaklığıma kızdım, bu kadın cumartesileri işe gitmiyor muydu? Ben neden cumartesileri sabah ve akşam beklemiyordum bu kadını? Eğer gidiyorsa, kaç günlük az beklemiştim, bunu en kısa zamanda anlamalı ve bir şeyi beklemeden geçen - anlamsız - cumartesilerime son vermeliydim, bir an önce..
İlk Cumartesi, her zamanki saatte, her zamanki yerimde hazırdım ve her zamanki saatinde geldi kadın ve otobüs. Otobüs hareket ettiğinde, bana doğru bakarak hafifçe gülümsediğini görebildim. O gün daha bir mutlu oldum kendimce.. ` Tüh be! .. ` dedim, kendi kendime, ` Kaç cumartesi bir şey beklemeden geçip gitmiş.. `
Dönüş saatinde gene yerimdeydim, ama gelmedi. Oldukça uzun bir süre daha bekledim fazladan, ama gelmedi. En az yedi, sekiz otobüs gelip geçti ama o kadın gelmedi. Olabilirdi tabii, hafta sonuydu, bir arkadaşıyla bir yerlere gitmiş olabilirdi. Böyle düşünmek hem rahatlattı hem de huzursuz etti beni, kalkıp eve döndüm.
Ancak bir kaç cumartesi deneyiminden sonra, cumartesileri çalışmadığına inanabildim. Demek ki, hafta sonları belirsiz saatlerde bir yerlere gidip geliyor, ya da evinden dışarı çıkmıyordu. Cumartesileri, bekleme programımdan kaldırmaktan başka yapabilecek bir şeyim yoktu, ben de öyle yaptım.
Evde geçen zamanlarımda da kadını düşünüyordum bolca, şiirlerime rahatça girer çıkar olmuştu giderek, son bir kaç şiir bu kadına yazılmıştı. Düşünmek, sevmek değil miydi, hafif dozlu. Ne yapıyordum ben? Platonik bir aşk mıydı bu? Yoksa sadece aptalca bir duygu mu? Kesif yalnızlığımdan doğan salakça bir özlem mi? Ne olursa olsun, ne kadar salakça olursa olsun, bu oyunu seviyordum. Ne yapacak başka bir işim ne de düşünebileceğim başka biri vardı hayatımda. Ne de beni düşünen biri. İçinde boşluklardan başka bir şey olmayan hayatıma karışan, rengini tanımlayamadığım her hangi bir şeydi bu kadın. Her şey de olabilirdi, hiç bir şey de.
Bir gün, hayatıma renk katan bu kadına bir ad vermeye karar verdim. Evet, bir adı olmalıydı. Olmalıydı da ne olmalıydı? Günlerce düşündüm, bildiğim bütün isimleri geçirdim kafamdan, hiç birini yakıştıramadım. Aklıma gelen isimlerin çoğunun sahiplerini tanıyordum ve bu nedenle o isimleri kullanmak istemiyordum ya da içime sinmiyordu aklıma gelen isimler. Geriye bir tek şey kalıyordu: bu kadına bir isim uydurmak..
Günlerce düşündüm, acelem yoktu. Duvarımda asılı deniz haritasında Yunan adalarının isimlerini gözden geçirdim önce, ` Sofrana ` ve ` Tira ` vardı isim olabilecek, onları bir yere not ettim Sonra eski bir gazete takıldı bir gün gözüme, karıştırırken
` İstanbul koşu bülteni ` ne bakmaya başladım, bir sürü koşu ve at isimleri vardı: Eylül, Giryan, Nesmiyana, Gizcem, Nesrinim, Türküm, Berfegül, Sülün, Zümrüt, vesaire. Türküm ve Berfegül, değişik ve güzel isimlerdi. Sonra bir dost toplantısında söylenen iki isim daha geldi aklıma; ata binen, yiğit güzel kız anlamına gelen: Evun (tatarca kökenliydi galiba) ve öksüz, yetim kız anlamına gelen: Meyvan.. Bir de, olgunlaşan, olgunlaşmış şarabın kokusuna verilen bir isim söylenmişti.. Hay Allah, neydi o? ! Fethiye yöresinde, şarapçılığıyla ün salmış Kadyanda taraflarında kullanılan (Bir ören yeriymiş aynı zaman da, Kadyanda) bir isim. Evet, evet hatırladım: Buke..
Bu isimler içinden bir çoğunu eledim, geriye kalanlar; Eylül, Türküm, Berfegül - Berfe ' nin anlamı neydi acaba? Gül kısmını atmalıydım. Berfe, aradığım isim olabilirdi. -, Evun ve Buke oldu. Eylül, sevdiğim bir isimdi aslında ve Eylül isimli biriyle tanışmamıştım bu güne kadar, olabilirdi.. Türküm de değişik ve güzeldi. Berfe ` yi de ilk defa duyuyordum, kulağa hoş geliyordu. Evun? ! ! ı ıh, üstünü karaladım fazla düşünmeden.. Buke de değişik ve duyulmamış bir isimdi, u ` yu biraz uzatarak söyleyince fena olmuyordu..
Anlamını bilemediğim için Berfe ` yi de eledim, ama bu isim hoşuma gitmişti, en kısa sürede anlamını araştıracaktım. Geriye; Eylül, Türküm ve Buke kalmıştı. Üç küçük kağıda bu üç ismi yazıp, avucumda iyice salladım ve gözümü kapayıp birini çektim kadınımın - kadınımın mı? - adını belirleyecek olan kağıdı açtım: Buke.. Adı belliydi artık, bekleyişlerimin adı belliydi, adını bildiğim birini bekleyecektim artık.. Bir başka sevindirici nokta da, at isimlerinden birinin çıkmamış olmasıydı.
Sanıyorum ikinci ayın sonlarıydı, sonbahar yerini daha soğuk günlere bırakmaya başlamıştı. Yağmurlar da. Bana ilk pardösü alındığında yanılmıyorsam ilkokul ikinci sınıftaydım ve ben, ilk pardösümü ilk gün bir yerlerde unutup kaybetmiştim. O gün bu gündür, hayatta iki şeyim olmadı: pardösüm ve pijamam. Soğuğa olan bağışıklığımın temeli, pardösümü kaybettiğim o günlerde başlamış olmalı. Yağmur çıldırmış gibi yağarken ben bunları aklımdan geçiriyordum ki otobüs geldi.
Genellikle olduğu gibi, bu durakta inen yalnızca Buke oldu. Şemsiyesini açmaya çalışırken, göz ucuyla bana, sırılsıklam halime bakıyordu, hafiften başını sallıyarak. İçinden kesinlikle,` Sen delinin birisin ` diyordu, emindim. Caddenin öbür tarafına geçmek için hızlı adımlarla yürümeye başladı, orta refüjden ilk adımını atmıştı ki birden tökezlendi, düşmemeye çalışarak bir kaç adım daha atabildi ama toparlanamadı, düştü. Daha O sendelerken, ben yerimden fırlamıştım ama yetişmem söz konusu bile değildi, olan olmuştu, koşarak yanına gitmeye çalışıyordum, başıma gelecekleri bilmeden. Islak zeminde kayıp ben de Buke ' nin yanına uzanmış buldum kendimi.
*****
` İçeri gelin. ` dedi, Buke. ` bakın, siz iyiyseniz, girmeyeyim ben. Ben de eve gidip üstüme kuru bir şeyler giysem iyi olacak galiba. ` dedim. ` Girin, lütfen. ` dedi, sıcak bir sesle. Girdim, eliyle işaret ettiği koltuğa oturmadım, ` Üstüm, başım çamur içinde.. ` dedim, ellerimle üstümü göstererek. ` Şu sandalyeye otursam daha akıllıca olacak.. ` Masanın yanındaki sandalyelerin birini çekip oturdum.
` Elinizi yüzünüzü yıkamak isterseniz banyo bu tarafta.` dedi bir kapıyı işaret ederek. Reddedecek halim yoktu, teşekkür ederek kalktım, Aynadaki halime güldüm bir süre, elimi yüzümü yıkadım. İçerden sesi geliyordu, biriyle konuşur gibi. Sol elim ve dirseğim berelenmiş ve kanıyordu, havluyu kana bulamamak için, tuvalet kağıdından kopardığım parçaları kanayan kısımlara bastırdım, yalan yanlış kurulanıp çıktım.
İçeri döndüğümde, masanın üstünde, bir ilk yardım çantası duruyordu. ` Çay suyu koydum, birazdan hazır olur.` dedi Buke içeri girerken, ` Şimdi tedavi zamanı.. ` diye sürdürdü konuşmasını, bir sandalye çekip karşıma oturdu. İki dizide çizikler içindeydi ve inceden kanıyordu, yaralarına baktığımı görünce ` Bunlar önemli değil, bileğim kötü burkuldu, şişecek gibi.. ` dedi, yüzünü ekşiterek, sonra güldü, ` Çok komiğiz, di mi? `
İlk yardım çantasından çıkardığı malzemelerle dizlerine pansuman yaptı, şişmeye başlayan bileğine soğuk kompres uyguladı. Eğilip kalktıkça gömleğine kayıyordu gözlerim, göğüslerine. Kendime kızıp, bakmamaya çalıştım.. Doğrulup bana baktı,
` Sıra sizde.. ` dedi ` Uzatın elinizi.. `
Bir şey yapmaya gerek olmadığını, kanamanın durduğunu söyledim dinlemedi. Elimdeki ve dirseğimdeki çizikleri temizlerken, dokunuyorduk birbirimize ister istemez ve bu dokunuşlar hoşuma gidiyordu. Kanamalar kesilmesin de dokunuşları sürsün istiyordum, dirseğimi bantlayıp tedavi faslını bitirirken ` Benim adım Saliha.. Ya sizin ki? ! ` dedi.
` Buke. ` deyivermişim, ` Saliha değil, Buke sizin adınız.. `. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıp; ' Ne demek bu? . ' diye sordu.` İsterseniz çaylarımızı içerken anlatayım, biraz uzunca.. ` dedim gülerek, ` Bu arada benim adım Onur, Suphi Onur, Onur ` u kullanıyorum genellikle.. `. Hiç bir şey demeden kalkıp içeri yürüdü, bana uzunca gelen bir süre sonra, üstüne rahat ev kıyafetleri giymiş olarak ve üzerinde iki fincan çay olan küçük bir servis tepsisiyle döndü, çayları masanın üzerine bıraktı. Tekrar gitti, geldiğinde ev işi olduğu belli olan bir kek tabağıyla geri geldi.
` Çayınızı soğutmayın, sıcak sıcak için, iyi gelir, kötü ıslanmışsınız, şunlardan da alın.. ve anlatın bakalım neden Buke? `.
Aslında o zamana kadar çok az konuşmuştuk ama içimizi ısıtan bir şeyler vardı sanki, rahatlamıştık, ilk anların tedirginliği kalmamıştı pek. Adının hikayesini anlattım, gözlerini gözlerinden ayırmadan sakin ve ilgiyle dinledi.. ` İlginç. ` dedi. ` Ama sevdim.. Buke! ! .. Çok değişik, kullanamasam bile bu adı unutmayacağım.. Şimdi gelin benimle.. `
Kalktı, önümden yürüyüp bir odanın kapısını açtı yavaşça, yatak odasıydı; düzgün, tertemiz, zevkle döşendiği ilk bakışta belli olan. Yatağın yanında bir bilgisayar masası, onun önünde üzerinde araba koltuğu gibi emniyet kayışları olan değişik, özel olduğu belli olan bir tür koltuk ve onun hemen arkasında katlanabilir cinsten bir özürlü arabası duruyordu ve yatakta kımıldamadan yatan bir adam. Yakışıklıydı. Yatalak hastalarda görünen alışılmış perişanlıktan uzak, tıraşlı ve tertemizdi.
Buke, eliyle yatan adamı işaret ederek ` Eşim, Serdar. ` dedi. ` Bu da Onur bey.. Aşığım.. ` Sonra gülmeye başladı, adam da gülüyordu, yani Serdar.. O bedene yakışmayan yumuşak ve sıcak bir sesle ' Merhaba.. ' dedi. Ben kulaklarıma kadar kızarmıştım, şaşkın bir kekeme oluverdim birden, elim, ayağım, dilim, kısacası tüm organlarım bir anda birbirine girdi. Özellikle odaya girerken kapı aralığından gördüğüm kadarıyla, daha içerisini ve içerde olanları tam göremeden, buranın bir yatak odası olduğunu sezen, durumu yanlış değerlendiren ve kendince hareketlenen organım. Utancından, haftalarca, aylarca, yıllarca derin dondurucuda bırakılmış gibi küçülmüş, utanmış, saklanacak yer arıyordu kendine, suçu beynime yüklemeye çalışarak. Haklıydı da.
` Buke hanım, yapmayın.. Özür dilerim, saçmaladım iyice, Saliha hanım, yapmayın bunu bana.. Öyle bir şey yok, Serdar bey, inanın yok öyle bir şey. Bakın aslında.. `. Ben iyice salaklaşıp, iki lafı bir araya getirmeye çalışırken, onlar güleç yüzleriyle beni seyrediyorlardı ve epeyce eğlendikleri belliydi, alaycı bir tavırları da yoktu üstelik.
Serdar ` Rahat olun, lütfen. ` dedi. ` Bütün hikayeyi biliyorum. Siz, bizim hayatımıza renk kattınız. Size kızgın değilim, en ufak bir saygısızlık yapmadığınızı da biliyorum. Saliha, bana her şeyi anlatıyordu günü gününe, siz yeni bir hikayeydiniz yaşamımızda, bizim hikayelerimiz oldukça yıpranmış şeyler. Biz yıllardır bu gördüğünüz durumdayız, daha doğrusu ben. Tek bir odada geçen ömürlerde fazla değişiklik olmuyor genellikle. Sıkıcı ve monoton bir hayat işte, onun için biz size dört elle sarıldık aylardır, haberiniz olmuyordu tabii ama her akşam konuştuğumuz konuların içinde siz de vardınız. Bir oyun haline gelmiştiniz bizim için, elinizden düşmeyen sigaranızdan tutun da sizi her gün o durağa taşıyan nedenleri, sizin kim, nasıl biri, neler yaşamış biri olduğunuz üzerine kurulmuş bir tahmin oyunu. Saliha`nın, size söylediği bir cümleyle başlayan bir oyun. Kısaca böyle. Sonra devam ederiz isterseniz, sizi tanıdığıma sevindiğimi söyleyebilirim rahatlıkla..` Buke` ye dönüp ` Onur bey içinde bir tabak koyar mısın sofraya, aşkım? . ` dedi. ` bana öyle geliyor ki daha konuşacak bir sürü şeyimiz var.. `
Bir şeyleri beklemekle başlayan bu olay, nerelerden nerelere gelivermişti ansızın. Neler umarken, neler olmuştu.. Bir şey daha öğretmişti, Buke:
Biraz biliyor olsam da beklenmeyen şeyler de vardı hayatın içinde ve bu beklenmeyen şeylerin beklenebileceği bir durak da yoktu..
(İkincisi mi? ! .. Yazarım bir gün, belki..)